Tabii ki meyhanemizin çok kimliği yoktu; müşterilerimizin ve dostlarımızın çok kültürlü; çok kimlikli ve geniş bir etnisite üzerinden gelen insanlar olması, işyerimizi ilginç kılıyordu. Her masadan Türkçeyle karışık, başka bir dil de konuşulurdu. Rumca, Yidiş dili (sonradan öğrendiğime göre; Aşkenaz Yahudileri tarafından tarihsel süreçler doğrultusunda, İbranice ile Almanca'nın karışımından oluşmuş bir dil) ve gene Yahudi yurttaşlarımızın kullandığı bir tür İspanyolca, Ermenice, Kürtçe, Lazca, Bulgarca, Yugoslavca gibi tamamı İstanbul yerlisi olan dostlarımızın kullandığı diller ortamın müziği olurdu. Bilirsiniz meyhanelerde pek müzik yapılmaz. Seyyarlar gelir, çalar ve giderlerdi. Ama yerleşik ve biraz da ‘kakafonik müzik’ konuşanların sesleri, kadeh çınlamaları ve olmazsa olmaz, şen kahkahalardı…

Caddenin en işlek bölümünün tam merkezindeydik. İki dükkân yanımızda Rüya Sineması vardı; karşı sokağın ucunda Yeni Melek Sineması; çapraz sağda Atlas Sineması; onun girişinde Küçük Sahne ve tam karşılarında da önceleri Ses Tiyatrosu, sonradan da Ferhan Şensoy’un Orta Oyuncuları; solumuzdaki sokağın içinde Şehir Tiyatroları, Emek Sineması ve Ar, Yeni Ar ve galiba en son Sine-pop olarak anılan sineması vardı. Hani Hemen yanında da ve o sokağın sondaki en büyük mekânı, Bab Kafeterya. Lüks ile Saray yan yana ve karşılarında Alkazar sahnesi. Tamamının müdüründen yer gösterenine, makinistinden sektörün figüran ve kimi ünlülerinin gündüzden geldikleri bir meyhaneydi, Hemşin Birahanesi…

Lüks sinemasının çalışanlarının bir masası saat 11’den önce kurulmuş olurdu. Özellikle yer gösterici abilerimiz; gelir kadehlerini yudumlar ve gidip yaklaşan seansın seyircilerini koltuklarına yerleştirir, gene gelirlerdi. Defalarca… İlginçtir, Lüks Sineması hem bizim meyhanenin müşteri profilini hem de Beyoğlu’nun diğer esnaf profilini aynen veriyordu: 4 yer gösterici abimizden biri avukat abimiz vardı Sivaslı Erol ağabey, Polonya kökenli Vili ağabey, Rum Dimitri ağabey ve Yahudi Ferdi ağabey. Makinist Romen’di. Roman değil Romanya kökenli… Büfede ise bir Bulgar amca ile Bolşoy’da terzilik yapmış bir ‘Madam Abla’ Beyaz Rus vardı. Saray Sineması’nın Yahudi sahiplerinden Mösyö Franko’nun da uğradığını hatırlıyorum. Tanju Sahne’deydi. Baykal Kent ve Tuncay Özinel uğrar kaçarlardı. Korhan Abay pek gelmezdi. Ali bey de gelmezdi… Aydemir Akbaş’ın uğramadığı yer mi olur? Esin Afşar ve eşi Kerim Afşar, Göksel Arsoy, Yılmaz Köksal, Ali Şen, Kenan Pars ve daha niceleri… Kadın oyuncular yalnız başlarına hiç gelmezlerdi. Sinemanın ‘Çirkin Kral’ı ile bitirelim… Köroğlu filminin çekimleri oluyor, çevremizdeki film şirketleri erkenden kalkan kamyon ve minibüsleriyle sete giderlerdi. Bir gün gelmişler ama henüz filmde Yılmaz Güney’in bindiği at, ahırına götürülmemiş. Yılmaz Güney, beyaz atıyla geldi ve meyhanenin dış kapısındaki havagazı borusuna atını bağladı; içeri girdi ve bir duble rakı atıp gitti. Cadde doldu taştı…

Onat Kutlar’dan el alarak ‘Beyoğlu bir Şenliktir’…