Çocuk istismarı haberleri günümüzde her zamankinden daha görünür oldu. Gün geçmiyor ki herhangi bir yerde ortaya çıkarılan bu haberlerin sarsıcı gerçekliğiyle yüzleşmeyelim. Evlerimizde, koltuklarımıza günün yorgunluğuyla düştüğümüzde haberler akarken ekran altından, işittiklerimizin şiddetiyle çocuklarımızın yüzüne bakamadan boğulup gidiyoruz iç odalarımızın uğultusuna silik bir gulyabani hayaleti olarak.

Kapalı toplumlarda saklanılan bu gibi durumlar açığa çıktığı zamanda çeşitli savunma mekanizmaları devreye giriveriyor. Bu mekanizmaların çeşitli algı yanıltma, hedef saptırma uğraşıları sonucunda gerçeklik yanılsamaya dönüşüyor. Gerçekliğin yanılsamayla perdelendiği toplumlarda ne hukuk ne insan hakları ne de evrensel etik değerleri kavramsal değerlerine kavuşuyor. Kavramların üzeri koyu kalemlerle çizilip örtülmeye çalışıldıkça insanlığın geçmişten günümüze uzanan değerler toplamı da görünmez kılınmış oluyor. Bu görünmezlik aslında toplumsal görmezliğe kanıksamaya giden tehlikeli yolu açmış oluyor önümüze. Kanıksama hali tacizlere, tecavüzlere görmezliğin maskesini takınmayı, toplumsal onay kodlarını bilinçaltına yerleştirmekle birebir.

Karaman’dan ülke gündemine adeta bomba gibi düşen 45 çocuğa ilişkin istismar olayı daha iddia aşamasındayken olayın boyutlarının siyasi bir ranta bazılarınca çevrilebileceği şüphesiyle hemen perdelenmeye çalışıldı. Hassas bir konuda aceleyle alınmış kararlar, yargısal sürecin başlamasıyla iddia olmaktan çıkıp vakaya dönüşünce yine bir sürü tartışmanın içinde bulduk kendimizi. Oysa gerçekliğin araştırılıp yargı tarafından iddiaların sübuta erip ermediği konusunda ön açıcı olmak lazımken böyle bir konu da bile saflaşmış olduk.

Bir ülkenin gelişmişlik düzeyi devlet koruması altındaki çocukların barındığı mekanların durumu ve çocuklara nasıl yaklaşıldığıyla doğrudan ilintilidir. Yıllar önce devlet yurtlarında yetişmiş bir delikanlıyla yaptığım sohbette vücudundaki işkence izlerini gösterince şaşırıp kalmıştım. Anne babası ayrılınca yetiştirme yurduna verilen çocuk orada şiddetin alasını görmüş, eli sıcak suya sokularak cezalandırılmıştı. Sonra aynı çocuk çok tanınmış bir yetiştirme yurdunda başka çocuklara istismardan yargı önüne çıkmış, suça itilen çocuk olarak nitelenmişti o günkü gazetelerde.

Her şeyin içi boşaltıldığı, silik imajlar dünyasına dönüştüğü için boşlukta kurgulanan gerçekliğin hiçliğinde her gün biraz daha uzaklaşıyoruz insanlaşmanın yol serüveninden. Aslında toplumsal bir çürümeye dönüşen durum olay kapanana kadar kavga gürültü içinde gerçekliğin köreltilmesine yol açıyor. Gerçeği baskılama perdeleme bu işin sonucunun kendi ulvi kutsalına dokunacak diye öyle gözü kara bir şekilde yapılıyor ki gerçekten bu savunma mekanizmalarını harekete geçirenler hakkında insanlıktan nasibini alamamışlar diye düşünmeden de edemiyoruz.

Gerçekler bir kez köreltilmeye başlandığında en insani bir tutumla tavır takınmamız gereken çocuk istismarı, kadın cinayeti gibi durumlarda bile kendi cephelerinden zevahiri kurtarmak için her yolu denemek mubah sayılıyor.

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Sema Ramazanoğlu çıkıp : “Buna bir kere rastlanmış olması hizmetleri ile ön plana çıkmış bir kurumumuzu karalamak için gerekçe olamaz. Biz Ensar Vakfı’nı da tanıyoruz, hizmetlerini de takdir ediyoruz”  demekle savunma refleksiyle söylediği sözlerin toplumsal bilinçaltına gönderdiği mesajın niteliğinin farkında değil. Kendi cenahına bir saldırı olabileceği kaygısıyla bu olumsuz durumu kabul edilebilir haline getirmeye çalışıyor.

Yine, Cübbeli Ahmet Hoca’nın söylediği iddia edilen:

İslam’da erkek çocukları ile eğleşmeye bademleme denir ama laik ve ateistler buna taciz hatta tecavüz der. Ensar Vakfında olanlar İslam hayatına uygundur” sözü toplumda infial uyandıracak cinsten bir yaklaşım tarzını ifade eder.

Eğer gerçekten bu sözler Cübbeli tarafından söylenmişse buna yorum bile yapmaya değmez. Çünkü “bademlemenin” ne anlama geldiğini anlamamak için insanın aptal olması gerekir. Bu durum bir sapkınlığı ifade eder ki daha önce söylediği sözlerden cayma konusunda uzman olan Cübbelinin önümüzdeki günlerde alışıldık tornistanlarından birini yapması muhtemeldir.

Yukarıda anlatılanların hepsi sonuç üzerinden yaptığımız çıkarsamalar. Oysa işin aslı öyle derin ki ülkenin geleceğini tamamen karartabilecek boyutta. Geçen yıl Mayıs ayında Soma katliamının yıl dönümünde gerçekleşen mitinginde kortejle yürürken 3 katlı binanın balkon ve camlarında sıfır tıraşlı  bizi ıslıklarla alkışlayan çocukları görünce şaşırmıştım. Şehrin göbeğinde bir çocuk topluluğu bir apartmana adeta tıkılmıştı. Sonradan öğrendim ki orası bir cemaat yurduymuş. Eğitim üzerinden örgütlenen tarikatlar kayıtsız yurtlarda, kurslarda, etüt merkezlerinde istediği eğitimi çocuklara gençlere dayatmakta. Kılıçdaroğlu 29 Mart tarihli grup toplantısında bu tür illegal yurtların sayısının 10 bini geçtiğini söylüyor. Durum gerçekten vahim, denetimsizlik diz boyu.

Son günlerde ayyuka çıkan bu şikâyetlerin en büyük sebebi yasalara riayet edilmemesi denetimsizlik, görmezden gelme gibi sistemden kaynaklanan sorunlardır. Asıl ürkütense bir vakıf üzerinden yürütülen tartışmanın dar bir alana sıkışıp kolayca maniple edilebilir olmasıdır. Bu tür olaylarda son yıllarda gözle görülür artışın olması bu olayların münferit olmadığının göstergesidir. Toplumun, kadına çocuğa uygulanan şiddete ilişkin bakış açısının öncelikle değiştirilmesi gerekir. Bunun yapılabilmesi de gerçekçi uygulanabilir sosyal politikalarla olur.

“Tavşan kaç tazıya tut” denildiği sürece daha çok toplumsal travmalar yaşamaya hazırlıklı olalım.

Yoksa bu tür sonuçlar üzerinde çok ağlaşacağız.

Yarınlarımız olan çocuklarımız korkuyla büyüyecek.