Devlet denilen aygıtın en büyük korkusudur bölünmek. Bölünmek demek, küçülmek demek… Devlet denilen mekanizmanın tökezlediği, gücünü itibarını kaybettiği gündür o gün. Bu nedenle bölünme denilen bu virüsü gözünde olabildiğince canavarlaştırması gerekir. Gerekir ki buna en küçük katkı yapanları da en acımasızca cezalandırabilsin.

Alejandro Jodorowsky’nin Kutsal Dağ filminde geçer, ya da buna benzer bir şeyler anlatılır: “Bir devlet başka bir devlete savaş açmayı düşündüğünde yirmi yıl öncesinde alt yapısını kurmaya başlar. Süper kahramanlar yaratılır, savaşmayı düşündükleri devletin korkunç canavarlarını alt edebilen. Eğitim, çocuklar ilk başı çeker. Yirmi sene sonunda dünün çocukları bugünün yetişkinleri olduklarından artık bu devlet, düşman devlet olarak rahatlıkla kabul görür. Zaten bu durumda itiraz eden de olmayacaktır.”

Çocukluğum köyde geçti. Bir parça toprak için birbirlerini ölesiye döven, hakikaten de öldüren ve yıllarca düşmanlıkları devem eden ailelere sıkça tanık oldum. Kentten köye kuş bakışı bakanların hor bakışlarını bugün bile hatırlayabiliyorum. Bir parça toprak için ölünmeyeceğini, hiçbir toprağın bir çocuğun gözyaşına değmeyeceğini de duyardım, köylüyü kaba ve hor gören bu kentli insanlardan.

Size soru: “Bir parça toprak için birbirlerini öldüren köylüler ile bir parça toprak için birbirleriyle savaşan devletler arasındaki fark nedir?”

Üniversitede bir ara ev arkadaşım Türk’tü, bense Kürt. Bir akşam televizyonda Mel Gibson’ın yönetip başrolde oynadığı Cesur Yürek filmini izliyoruz. İngiliz Derebeylerin devletsiz İskoç Halkına reva gördüğü haksızlıkların haddi hesabı yok. Ev arkadaşım bir ara o kadar coştu ki “Yaşasın mazlum halklar, kahrolsun zalim devletler!” diye evin içinde haykırmaya başladı. Ben sustum, benim ise suskun olmama kızdı. Bu Türk arkadaşım daha sonra ülkücü gençlerle takılmaya başladı, beni bıraktı. Yaramı hiçbir zaman anlamadı.

Yıllar sonra William Golding’in Sineklerin Tanrısı kitabını okudum, beş altı sene sonrasında ise Jose Saramago’nun Körlük’ünü. İkisinin de inanılmaz benzerlikler taşıdığını fark ettim. Bu romanlardan sonra, “Koşullar değiştiğinde en modern insandan bile en vahşi insan çıkabilir” tezinin doğruluğuna inanmaya başladım.

Devlet dediğimiz aygıtın gerektiğinde gözünü kırpmadan çocuklar öldürdüğünü, hatta kendi özbeöz kardeşini bile boğdurttuğuna tanık eder bize birilerinin şanlı tarihi.

Bizce de çocuklar ölsün, hatta çocuklar ölmesin diyenlerde ölsün (Ah, dilim bunu söylemeye nasıl varıyor; ama şeyler tersiyle de anlatılır). Ki masumları gözünü kırpmadan öldürebilen o mekanizmanın gerektiğinde nasıl korkunç bir canavara dönüştüğüne dünya âlem bir kez daha tanık olsun.