Mehmet Akif’in, "Sırtlanları geçmişti beşer yırtıcılıkta; Dişsiz mi bir insan, onu kardeşleri yerdi!" söyleminden hareketle, kötülüğün kusursuzca işlendiği yeryüzünde, ego eksenli çıkar ilişkilerinin yaşamın her alanında yaygınlaşmasıyla, zulüm, dehşet ve barbarlık, gündelik yaşamın bir parçası haline geldi.

Malumun ilanıdır ki, özellikle savaşın ve kaosun eksik olmadığı Ortadoğu’da, sürekli oyuna getirildiklerini düşünen Müslümanlar, Amerikalıları, İngilizleri, İsrail’i ve Rusları suçlayıp duruyorlar. Eleştirilerin doğruluk payı var mıdır? Kısmen vardır. Peki, Müslümanların hiç mi suçu yok?

Emperyalizmin güdümündeki iktidarlara biat eden ve sürekli kandırıldıklarını düşünen Müslümanların, ali cengiz oyunlarına malzeme olmalarının gerçek sebebi nedir? Sürekli kandırılan bir çocuk, kandırılmaktan hiç bıkmaz ve bundan ders çıkartmaz mı? Müslümanlar arasında yaşanan parçalanmanın tek sebebi, sadece emperyalist devletler midir? Emperyalist devletlerin işi gücü entrika olduğu halde;

1- İŞİD tarzı küresel cihat çetelerinin, mazlum insanların kafasını kesip din adına korku salmasına ve Allah’ın ibadethanelerini bombalamasına, Müslümanlar niçin seyirci kalmaktadır?

2- Bir Müslüman, Allah’ın ibadethanelerini bombalar mı? Allah’ın ibadethanelerini bombalayanlar, dinen desteklenebilir mi? Zalimleri destekleyen bir Müslüman, samimiyet testinden geçebilir mi?

3- Dili, dini, rengi, fikri aynı veyahut farklı olup soykırıma uğrayan ve benzer bir kader birliğinden geçen kavimler konusunda, çıkarlarımız günahlarımızdan üstün olduğu için tarafgirlik yapıp, Müslümanlar katliam yapmaz diye kestirip atmak, dinsel açıdan caiz; insani açıdan ahlaki ve vicdani bir tavır mıdır?

4- İdeolojik çıkarlardan, iktidar hırsından ve kişisel menfaatlerden dolayı, ellerinde Kuran ve dillerinde Allah nidasıyla ortalıkta gezinenlere biat eden Müslümanlar, mazlumdan yana değil, zalimden yana tavır aldıklarında, suçu bir başkasına atma, başkasını kötüleme veya eleştirme hakkına sahip olabilirler mi?

5- Allah, Kuran’da inananlara şöyle buyuruyor: “Zulmedenlere meyletmeyin, yoksa size de ateş dokunur. Sizin Allah'tan başka yardımcılarınız yoktur. Sonra yardım da göremezsiniz.” (Hud: 113. ayet) Yine başka bir surede, “Dini yalanlayanı gördün mü? İşte o, öksüzü iter, kakar. Yoksulu doyurmaya önayak olmaz. Vay, o namaz kılanların haline ki; Onlar kıldıkları namazdan gafildirler. Onlar gösteriş yaparlar. En ufak bir yardımı esirgerler. (Maûn Suresi) Müslümanlar bu sureleri nasıl yorumlamaktadır?

İnananlar için Allah’ın hükümleri Kuran’da belirlenmişken, Müslümanların hesabına geldiğinde, zulme uğrayan bir halk için Allah’ın ayetleri, Hz. Muhammed’in asr-ı saadet dönemi ve Hz. Ömer’in adaleti her yerde yâd edilecek. Hesaplarına gelmediğinde, Müslüman veya gayrimüslimlerin katledilmesini, bir inanan olarak görmezden gelecekler, öyle mi? Yani bir Müslüman, din, mezhep, ırk ve zulüm konusunda ayırım yapacak.

Kim, hangi cüretle buna karar verebiliyor? Kim Müslüman, kim dindar, kim değil? Buna Allah mı, ulema mı, iktidar mı karar veriyor? Hangi ulema ve hangi iktidar? Hangi iktidarın güdümündeki ulema? Ya da iktidar, kimlerin güdümünde?

On yıllardır, hem emperyalizmin boyunduruğundaki iktidarlar hem de Müslümanların geneli, yaşanan onca zulmü ve adaletsizliği görmezden geldikleri gibi, adaletten, haktan ve dürüstlükten gitgide uzaklaşıp, saplantılı ve kötülüğe meyleden düşüncelerin bataklığına saplandılar.

Ne yazık ki, zulme ve adaletsizliğe karşı suskun kalma düşüncesi, Müslümanların iliklerine işlemiş durumda... Haliyle, kötülüğü, zulmü, nefreti ve yalan atmayı bir alışkanlığa dönüştürenlerin adaletleri, ahlakları ve dine bakış açıları da, onlar gibi yalpa yapar.

Sonuç olarak, insanların kanını döküp tekbir getirenlere bel bağlayan, cellâtlar için dualar edip adaklar adayan, hırsızlığı, adaletsizliği ve zulmü bir zanaat haline getiren Müslümanların sayısı azımsanmayacak kadar çoğalmaya başladı. Kuşkusuz, zulmün terazisini ve kötülüklerini onaylayanlar, yanlış düşünüyor, yanlış yapıyor, yanlış yaşıyorlar ve onca riyakârlığa rağmen, sakatlanmış bir yaşamdan dini bütün imanlı bir mümin çıkartmak istiyorlar. Çıkartamayacaklar!

Öylesine dini bütün bir mümin şeklinde yaşadılar ki, ideolojik saplantılarından, çıkarlarından veya korkularından dolayı zalimlerin, katillerdin, günahkârların, fitnecilerin ve yalancıların safında yer alıp sustular. Sustukları için vebal altındadırlar.

Yetinmediler. İslam’ı, korkunç bir halde göstermek isteyen emperyalist güçlerden, (farkında veya değil) bir Müslüman olarak çok daha fazla çaba sarf ettiler. Sonrasında topu taca atıp, bütün kötülüklerin vebalini Dar’ül Harb’e yüklediler. Yağma yok! Yaratılan bu tabloda nasıl ki, emperyalist devletlerin ve emperyalizme bağımlı olan iktidarların payı varsa, Müslümanların da bir o kadar payı vardır.

Şimdi dilerseniz bir inanan olarak, yarattığınız bu tabloyla gurur duyun ve cehenneme çevirdiğiniz yeryüzünde, başkalarını suçlamaya devam edin. Lakin şunu sakın unutmayın: Ölümle yüzleşme vakti geldiği zaman, ne sizi sarhoş eden çıkar ilişkilerine, ne de sizi tövbeye çağıran ayetlere rastlayacaksınız. Çünkü o gün, sizin sesinizi, yüzünüzü, kirli ittifaklarınızı, azgınlığınızı, zulmünüzü ve vicdani körlüğünüzü rahmetle anımsayan olmayacak. Kirli maskelerin ardına saklanan renginiz, diliniz, yüreğiniz ve ilminiz, kınına sığamayıp suratınıza, “suçlusun” diye haykıracak!