Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Sözcüsü Faik Öztrak, CHP Merkez Yönetim Kurulu toplantısının ardından basın toplantısı düzenledi. 

Öztrak'ın açıklamalarından satır başları şöyle: 

Bugün Türkiye Cumhuriyeti; ucube rejim elinde anayasal bir devlet olmaktan çıkmıştır. Kağıt üstünde anayasalı bir devlet haline gelmiştir. Keyfilik, kuralsızlık had safhadadır. Milletimiz cuma geceleri, huzur içinde yastığa baş koyamamaktadır. Ülkemiz, her cumartesi yeni bir kargaşaya, yeni bir kaosa uyanmaktadır.

Geçtiğimiz hafta sonu da sabah uyandık, Resmi Gazete’ye bir baktık. Bir el, ülkenin altını üstüne getirmek için elinden geleni ardına koymamış. Bir de hafta içinde yaşadıklarımız var. Erdoğan vesayeti altındaki Meclis Başkanı’nı ve vesayeti altındaki yargıyı araç olarak kullandı. Bir milletvekilinin vekilliğini düşürdü.

Anayasa Mahkemesi’ne HDP için kapatma davası açtırdı. İttifakın küçük ortağının ağzına bir parmak bal çaldı. Sarayın sadık bekçisinin kongresinde elini güçlendirdi. Hafta sonunda da kendi partisinin kongresine giderken, bir parmak balı da partisinin içindeki kanatların ağzına çalmayı unutmadı. 10 yıl önce, kadına karşı şiddeti ve aile içi şiddeti önlemek için hazırlanan, İstanbul Sözleşmesi’ni feshetti. Yetmedi; ‘faiz sebep, enflasyon sonuç’ safsatasına ideolojik körlükle inanan kesimleri memnun etmek için, 4,5 ay önce atadığı Merkez Bankası Başkanı’nı bir gece yarısı kurban etti. Faizleri sanki kendisinden habersiz artırmış gibi başkanı görevden aldı.

UCUBELİKLERİ DÜNYAYA PES DEDİRTTİ

Böylesine keyfi bir yönetim, dünyanın neresinde var? Dünyaya pes dedirten bu tür ucubelikler ancak Cumhur İttifakı’nın, adını Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi koyduğu, ucube tek adam vesayet rejiminde olur. İyi işleyen demokrasilerde tek bir kişinin imzasıyla, meclisin yetkileri gasp edilmez. İyi işleyen demokrasilerde, milletin kahir ekseriyetiyle inatlaşılmaz. Sırf kendi ideolojik tabanını tatmin etmek için tek adam iradesiyle; kadınlar, çocuklar, şiddet karşısında korumasız bırakılmaz. İyi işleyen demokrasilerde yöneticiler emin olur. Milletin istikbalini ve ikbalini parti kongrelerine meze yapmaz. Sürekli çark etmez. Ama ne yazık ki kibir ittifakının kendi ikbali söz konusu olunca, milletin refah ve huzurunun hiçbir kıymeti harbiyesi kalmıyor. Erdoğan’ın kendisinin ve ortağının parti kongrelerinde, ellerini rahatlatmak için yaptığı bu operasyonlar, milletimize çok ağır bedeller ödetiyor.

ŞAHSIM HÜKÜMETİ SEBEP, BUHRAN SONUÇTUR

Dün gece yarısından itibaren piyasalar, bir kez daha yangın yerine döndü. Dolar Asya piyasalarında 8 lira 40 kuruşu gördü. Kamu bankalarının hazine birimleri 4,5 ay aradan sonra yeniden fazla mesaiye başladı. Piyasalara damat usulü arka kapıdan müdahale söylentileri yeniden konuşulur oldu. Faizi yüzde 17’den yüzde 19’a çektikten iki gün sonra, Türk lirasının tek bir günde yüzde 10’un üzerinde değer yitirmesine sebep olmak. Yüksek faizle milleti ezerken, Türk parasını pul etmek, milleti pahalılığa ezdirmek, görülmemiş bir beceriksizliktir. Bunun müellifi de sorumlusu da Erdoğan’ın şahsım hükümetidir. Şahsım hükümeti sebep, buhran sonuçtur.

O ZAMAN NEDEN BAŞKAN GÖREVDEN ALINDI?

10 Temmuz 2018’de göreve başlayan Erdoğan şahsım hükümeti, bugün 987. gününü doldurdu. Bu 987 günde Erdoğan’a, Merkez Bankası Başkanı dayanmadı. Erdoğan en son bu hafta sonu, dördüncü Merkez Bankası Başkanı’nı atadı. Yani Erdoğan, her 246 günde bir, Merkez Bankası Başkanı değiştirdi. Son başkan sadece 132 gün koltuğunda oturabildi. Eskiler birine beddua etmek istediğinde; ‘padişaha vezir olasın’ dermiş. Artık bu beddua, bu ucube rejim sayesinde, ‘Erdoğan’a Merkez Bankası Başkanı olasın’ oldu. Erdoğan; ilk başkanı faizi indirmediği için hal etti. İkinci başkanı faizi artırmadığı için hal etti. Üçüncü başkanı faizi artırdığı için hal etti. Dördüncü başkanı faizleri indirsin diye getirdi. Ama o, daha ilk toplantısında, ‘yakın zamanda faiz indirimi yok’ mesajı verdi. Yetmedi, görevden alınan Naci Ağbal’ın, bıraktığı yerden devam edeceğini söyledi. Madem önceki başkanın bıraktığı yerden devam edilecekti, o zaman başkan neden görevden alındı? Kimse milletin aklıyla alay etmesin. Bir insanın fikri neyse zikri de o olur. Madem faiz artıran Merkez Bankası Başkanı’nı, bir gece yarısı kararıyla azledecek kadar acil bir durum var, yapılacak iş bellidir. Bir an önce Para Politikası Kurulu’nu olağanüstü toplantıya çağırmak ve faizleri düşürmek. Sonra da bunun sonuçlarıyla yüzleşmek ardından gerekeni yapmak ve sandığı milletin önüne getirmek. Bu milletin çarçur edilecek, bir 128 milyar doları daha yoktur. 12 Mart itibariyle, Merkez Bankası’nın döviz bilançosu, 43 milyar dolar açık veriyor. Sayelerinde Merkez Bankası’nın kasasında, kendine ait dövizi kalmadı. Hepsi emanet, yani başkasına ait. Bugün dolar kurunu 7,80’lerde tutabilmek için birilerinin yoğun şekilde döviz sattığını gördük, ama doların ateşi düşmedi. Çok açık söyleyeyim. Eğer bugün kamu bankaları eliyle, arka kapı operasyonlarıyla, eldeki emanet rezervler de yakıldıysa, bunları da 128 milyar doların üzerine koyar, hesabını da ilgililerden sorarız.

HÜKÜMETİN BEYİN ÖLÜMÜ GERÇEKLEŞTİ

Bugün döviz piyasasındaki yangın milletimizin cebini yakıp, kavuruyorsa, sebebi kayınpeder damat ikilisinin emsali olmayan beceriksizlikleridir. Biz buharlaşan 128 milyar doların hesabını sordukça; Erdoğan, ‘Başınıza damat kadar taş düşsün’ diyerek beddua etmişti. Bedduası tuttu, ne yazık ki milletin başına, damat kadar taş düşmüştür. Bunun sorumlusu da Erdoğan’ın kendisidir. Artık Türkiye’de değiştirilmesi gereken Merkez Bankası başkanları hazine ve maliye bakanları değildir. Değiştirilmesi gereken, milletin sesini değil, sadece yandaşının sesini dinleyen, metal yorgunu, beyin ölümü gerçekleşmiş, Erdoğan şahsım hükümetidir.

SANDIK MİLLETİN ÖNÜNE GELMELİDİR

Sayın Erdoğan eseriniz ortada. 24 Haziran seçimlerinden önce ‘24’ünde siz bu kardeşinize yetkiyi verin, ondan sonra bu faizle, şunla, bunla nasıl uğraşılır göreceksiniz’ dediniz. Faizin, doların bugün nerelere geldiğini gördük. Türkiye dünya üzerinde, en yüksek faiz uygulayan 7. ekonomi oldu. Türkiye’nin risk primi, yani CDS’leri, bir günde 158 puan birden sıçradı, 466’ya yükseldi. Bunu siz yaptınız. Bu sizin eseriniz Sayın Erdoğan. Meydanlarda; ‘bu ekonominin sorumlusu benim, ben’ diye bağırdınız. Şimdi TCMB başkanlarını ve bakanlarınızı yiyerek, bu sorumluluktan kurtulamazsınız. Bu ülkede dolar rekor üstüne rekor kırıyorsa, millet her gün daha da fakirleşiyorsa, son iki yılda yaklaşık iki milyon yurttaşımız işinden olduysa, esnaf, çiftçi, KOBİ, ev gençleri, ev kadınları, emekliler ne yapacaklarını şaşırdıysa, bunun sorumlusu Erdoğan’dır. Yapılması gereken de bellidir. Erdoğan emaneti sahibine teslim etmeli, sandık milletin önüne gelmelidir.

ERDOĞAN’IN YAPACAKLARI ARTIK UZAY BOŞLUĞUDUR

Dünya üzerinde kendi şehrinin ismiyle anılan ve ilk imzacısı olduğu bir sözleşmeden, bu şekilde ayrılan başka bir ülke var mıdır bilemiyoruz. Ama bugünden sonra kadına şiddet ve aile içi şiddet nedeniyle mağdur olacak, tacize, tecavüze uğrayacak, şiddet nedeniyle yaşamını yitirecek her kadının, her çocuğun vebalinin, Erdoğan şahsım hükümetinin omuzlarında olduğunu biliyoruz. Erdoğan sadece bununla değil, ülkemizi; demokrasiye, insan haklarına ve hukukun üstünlüğüne inanan medeni dünyadan koparan imzasıyla, başka bir vebalin daha altına girmiştir. Ülkemizi; sözüne, imzasına güvenilmez konuma sürüklemiştir. Ülkemize yatırım yapanların tedirginliği bu kararla daha da artmıştır. Bunun faturası milletimize daha fazla işsizlik, daha fazla pahalılık, daha fazla yoksulluk olarak çıkacaktır. Tüm bunların vebali iki cihanda da ödenmez. Milletimiz yapılmak istenenin farkındadır. İstanbul Sözleşmesi’nden ayrılmaya, toplumun kahir ekseriyeti karşıdır. Bu yapılanla verilen mesajın içeriği kadar, mesajın veriliş şekli de düşündürücüdür. Bu, milletimize verilmiş açık bir gözdağıdır. Bu, tek bir imzayla, ‘tüm kazanılmış haklarınızı elinizden alırım’ tehdididir. Böyle tehdit ve gözdağı verilen bir ülkede, hiç kimsenin ne can ne de mal güvenliği vardır. Bu yol bir kez açılırsa Erdoğan bir başka Avrupa Konseyi Sözleşmesi olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nden de pekala çıkabilir. Hatta şahsım hükümeti kendi kendine çıkardığı, 9 sayılı kararnameyle, yani kendi kendisine verdiği yetkiyle, ülkemizin tapu senedi olan Lozan Antlaşması’ndan, Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nden bile ayrılabilir. Ne de olsa Erdoğan’ın koltuğunu korumak için yapacaklarını sınırı artık uzay boşluğudur. Erdoğan koltuğunu korumak ve kendi partisindeki bazı kafaları tatmin etmek için bu imzaları atmıştır. Şunu artık herkes görmüştür; bu ülke artık, kadına karşı şiddeti ve aile içi şiddeti önleyen uluslararası bir sözleşmeyi, ‘tek imzayla feshettim’ diyebilen, sarayın kibirlisine emanet edilemez.

AŞIDA HEDEFİN YÜZDE 10’U BİLE YAKALANAMADI

Günlük vefat sayısı da yeniden 100’ün üzerine çıktı. Türkiye’nin dört bir yanı kırmızı alarm veriyor, ama Sağlık Bakanı hâlâ ‘Yarın bugünden tedbirli olalım’ diye tweet atıp, sorumluluğu millete yıkmaya çalışıyor. Yine aşılamada da ciddi sıkıntılar var. İlk doz aşısını yaptıranların sayısı günde 8 binli rakamlara düştü. Toplumsal bağışıklık için en az 55 milyon yurttaşımızı aşılamamız gerek ama iki doz aşı olabilen yurttaşlarımızın sayısı, 5 milyonun biraz üzerinde. Yani hedefin yüzde 10’u bile henüz yakalanamadı. Apartman görevlilerimiz, down sendromlu vatandaşlarımız ciddi risk gurubunda. Mutlaka bu iki risk grubuna aşılamada öncelik verilmesi gerekiyor ama ülke yangın yerine dönmüşken lebalep kongreler devam ediyor. Bu çarşamba AK Parti kongresi var. Türkiye’nin dört bir yanından taşınan AK Partililer, kongre salonunda virüs değiş tokuşunda bulunacak. Diğer tarafta lokantacılar, restoranlar akşam saat 7’de, dükkan kapatmaya devam edecek. Böyle bir farklı muamele ne görülmüş ne de duyulmuştur.