Üç dönemdir CHP İstanbul milletvekili olarak mecliste görev alan Mehmet Bekâroğlu, Cumhur İttifakı’nın dinî propagandaları, CHP’nin helalleşme politikası, sandık güvenliğinde yaşanabilecek olumsuzluklar ve  aday listelerine dair değerlendirmelerde bulundu.

Din sitismarı tartışmalarına değinen Bekaroğlu, “ Benim kanaatim şu ki dinin (İslam dinini kastediyorum) partisi olmaz. Dindar insanlar siyasi parti kurabilir fakat partinin “dincilik” yapmasını, benim okuduğum İslam yasaklar. Siyasi partiler, devleti yönetmek amacıyla kurulur ve bana göre devletin görevi; kimliklerine, inançlarına, soylarına soplarına, yaşam tarzlarına bakmaksızın ülkede yaşayan tüm insanların güvenliğini, ekmeğini ve özgürlüğünü garanti altına almaktır. Yani devletin dini olmaz, din insanlarındır, devletin dini adalettir” dedi.

Bekaroğlu, P24’ten Aslıhan Gençay’ın sorularını yanıtladı.

90’lı yıllarda, verilen insan hakları mücadelesine desteğiniz, devlet kurumlarından kaynaklanan zulüm ve katliamlara karşı duyarlılığınız, özellikle cezaevlerindeki baskılara karşı ılımlı çözümler arayışınızla dikkat çeken bir isimdiniz. 90’lı yıllarla bugünkü koşulları, devlet politikaları açısından karşılaştırırsanız, neler söylersiniz?

İnsan hakları mücadelesi çok zor bir iş. Her şeyden önce insansınız; belli bir kültürün içine doğmuş, büyümüşsünüz. İnançlarınız, düşünceleriniz, önyargılarınız, ezberleriniz, yaşam tarzınız var. Bir mahalleye mensupsunuz ve o mahalle, sizi büyük ölçüde belirliyor. Bütün bunlardan sıyrılarak tartışmasız bir şekilde mazlumun hakkını savunacak, zalimin karşısında duracaksınız. Bırakın bazı hukuki sorunlarla, etiketlenmelerle karşı karşıya kalmayı, mahalledeki kınamalar, dışlamalar, belki de saldırılarla da muhatap olabilirsiniz. “Ondan sana ne, onun gibi olanlar bize düşmanlık yapıyor, filan zamanda şöyle yaptılar, biz haksızlığa uğrarken dönüp bakmadılar...” derler. Bu durum dün de böyleydi, bugün de böyle.

Koşullar ve devlet politikalarında ise ciddi, radikal bir değişiklik yok. Elbette, insanlar diğer insanlara, gruplar diğer gruplara haksızlıklar yapıyor ama hak ihlali daha çok devletten kaynaklanıyor. Bunun en temel nedeni; hukuk devletinin tam olarak tesis edilememesi. Devlet, hukuk devleti olamamışsa, kendini savunurken hukuk dışı yollara başvurur. Örneğin; devlet görevlisi, “devlete karşı suç işlemiş biri” ile ilgili işlem yaparken, hukuk dışına çıkmayı hak olarak görebiliyor. Düne göre değişen bir şey var elbette; hak ihlaline uğrayanlar ve hak ihlali yapanlar, yani mazlumlar ve zalimler. Dünün mazlumlarını bugün zalimlik yaparken görmek, trajik bir durum ama bu trajedi hep yaşanıyor.

AK Parti iktidarı, İslam konusunu gerek propagandalarında gerekse politikalarında çokça kullanıyor. Sizce dinin siyasete alet edilmesi doğru mu, AK Parti’nin tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

AK Parti, dini gerçekten istismar ediyor, kullanıyor. Elbette siyasi partilerin dinle ilgili birtakım duyarlılıkları olabilir. Örneğin ibadet özgürlüğüyle ilgili sorunlar vardır ve parti bu sorunların çözülmesini programına alır, savunur, burada bir istismar yok. Ama AK Parti’nin durumu böyle değil. Sorunları çözmekten çok, sorunlar üzerinden toplumu gruplara ayırıp kutuplaştırıyor, kendi grubunu diğerlerine karşı kışkırtıyor ve bu gerginlikten siyasi çıkar sağlamaya çalışıyor. Erdoğan’ın faizle ilgili tutumu da çok ilginç. “Nas var nas!” diye bağırırken, öte yandan başka adla (kur korumalı mevduat), ortalamanın çok üstünde faiz uyguluyor.

Yeniden Refah Partisi ve HÜDA PAR hakkındaki değerlendirmeleriniz nedir peki?

Bunların siyasetini hiç beğenmiyorum ama demokrasilerdeki siyasetle ilgili genel kural, bunlar için de geçerli. Siyasetlerinde şiddeti araç olarak kullanmıyorlarsa, ne söyledikleri beni ilgilendirmez. Yalnız şiddetten sadece silahı, kaba kuvveti anlamıyoruz, nefret söylemi, kadın düşmanlığı, ırkçılık, yabancı düşmanlığı, insanları kin ve düşmanlığa teşvik etmek de şiddettir.

Aidiyet, oy kullanan seçmenin önceliği midir sizce?

Seçmenine göre değişir. Benim gözlemlerime göre -ki bu gözlemlerimi destekleyen araştırmalar da var- bugünkü Türkiye koşullarında seçmenin yarısı, bütünüyle aidiyete göre oy kullanıyor. Ne olursa olsun, kendinden olana oy veriyor. Bu seçmen grubu için seçimden çok, sayımdan söz etmek gerekir. Diğer seçmenler için de aidiyet önemli ama başka belirleyiciler de var. Örneğin; güvenlik, ekonomi, hak ve özgürlükler, adalet mekanizması, eğitim gibi değişkenler. Bunların arasında ekonominin yeri çok özel. Ekonomik krizler bazen aidiyetten önemli olabilir ve tek başına iktidarları götürebilir.

Bu durumda Türkiye halkları dinî temelli partiler ve politikalardan etkileniyorlar mı?

Siyasette dinî içerikli söylemler, Türkiye’de çok partili sisteme geçildiğinden beri yaygın olarak kullanılıyor ve çok etkili ki hâlâ kullanılmaya devam ediliyor. İslamcı partilere gelince, Türkiye seçmeninin bu partilere çok ilgi gösterdiğini sanmıyorum. Erbakan Hoca’nın Refah Partisi, birtakım “liberal” açılımlarla ancak yüzde yirmiyi geçmiştir. Erdoğan’ın AKP’si bence İslamcı parti değildir. Milliyetçi, mukadderatçı, sağcı, popülist bir parti demek daha doğru olur. AKP için esas olan araçsallıktır. İşe yarıyor mu, yaramıyor mu, Erdoğan buna bakar. Bu nedenle bir bakarsınız “Faiz, dünya gerçeği” der, bir bakarsınız “Nas var nas!” diye bağırır. Erdoğan, duruma göre her tür elbiseyi giyer. Bir gün “Milli görüş elbisesini çıkardık” der, ertesi gün “Milli görüşçü biziz.”

Aslında din ve siyaset meselesini açıklığa kavuşturmak gerekir. Benim kanaatim şu ki dinin (İslam dinini kastediyorum) partisi olmaz. Dindar insanlar siyasi parti kurabilir fakat partinin “dincilik” yapmasını, benim okuduğum İslam yasaklar. Siyasi partiler, devleti yönetmek amacıyla kurulur ve bana göre devletin görevi; kimliklerine, inançlarına, soylarına soplarına, yaşam tarzlarına bakmaksızın ülkede yaşayan tüm insanların güvenliğini, ekmeğini ve özgürlüğünü garanti altına almaktır. Yani devletin dini olmaz, din insanlarındır, devletin dini adalettir.

CHP’den bu dönem vekil adayı olarak gösterilmediniz, neden?

CHP’de üç dönemdir İstanbul milletvekiliyim, daha önce Fazilet Partisi’nde de bir dönem Rize milletvekilliği yapmıştım. Bu işin bir sonu olmalı, değil mi? Siyaseti bırakmış değilim, Sayın Genel Başkanla (Ona artık 13. cumhurbaşkanı diyebiliriz) çalışmaya devam ediyorum, başka görevler de alabilirim.

Millet İttifakı’nın aday listelerinde eski AK Partililerin yer almasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Görüyorum ki toplumda, özellikle sosyal medyada bu konu gündemde ama bence yanlış bir yerden tartışıyoruz. Bilindiği gibi altı parti ittifak kurdu ve bu ittifak, iki yıl süren önemli çalışmalar yaptı. Sonra da ortak aday gösterdi. Şimdi bu ortak aday yani CHP Genel Başkanı Sayın Kılıçdaroğlu, cumhurbaşkanlığı seçiminin en güçlü adayı. Cumhurbaşkanlığını almak ve ülkeyi sağlıklı bir şekilde yönetmek için meclis çoğunluğu çok önemli. D’Hont sisteminde büyük parti çok milletvekili çıkarır ve bu nedenle seçime ortak listeyle girmek gerekiyor. Saadet Partisi, Gelecek Partisi, Deva ve Demokrat Parti, CHP listesinde seçime giriyorlar. Kesin rakam söylemek güç ama bu nedenle ek olarak 20’den fazla milletvekili çıkaracağız ve belki de meclis çoğunluğuna ulaşacağız. Meclis çoğunluğu dediğimiz şey, hayati önemdedir. Hepimiz biliyoruz ki, Gelecek ve Deva partilerini, eski AKP’liler kurdu. Elbette bu arkadaşlar listeye girecekler. Konu bu şekilde anlatılırsa seçmenimiz meseleyi anlayacaktır.

Daha önce partinize yönelik eleştirileriniz olmuştu, peki şimdi CHP’ye dair olumlu veya olumsuz neler söylersiniz?

CHP’ye geliş nedenim, Sayın Kılıçdaroğlu’nun CHP’yi yeni sosyal demokrat bir çizgiye taşıma gayretleridir. Bu gayretlerle CHP, çok önemli değişimler yaşadı. CHP artık kimlik siyasetini aşmış, tüm toplum kesimlerine uzanabilen bir parti. Elbette Türkiye siyasetinin tüm problemlerinden arınmış değil, yanlışları da var ama unutmamak gerekir ki CHP bir kitle partisi ve kitle partileri böyle olur.

Kemal Kılıçdaroğlu’nun, helalleşme politikasıyla özellikle muhafazakâr kadın seçmenlere özeleştiri vermesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Sayın Kılıçdaroğlu’nun helalleşme politikası, sadece başörtülü kadınlara yönelik değildir. Devlet tarafından mağdur edilen, haksızlığa uğrayan tüm toplum kesimleri ve insanlarla helalleşiyor. Kemal Bey, “Başörtüsü konusunda yasaktan yana olmakla yanlış yaptık” demekle kalmadı, CHP Genel Başkanı olduğu günden başlayarak bu konuda özgürlüklerin genişletilmesi ve yasakların kalkması için adımlar attı. En son başörtüsü yasağının bir daha asla hortlamaması için kanun teklifi verdi. Erdoğan ise bunu istismar etti; “Öyle mi, yasal güvence mi istiyorsunuz, eli yükseltiyorum, hadi Anayasal güvence” dedi ve Anayasa değişikliği teklifi verdi ama bunun mecliste görüşülmesini sağlamadı. Niçin; çünkü başörtüsü tümüyle sorun olmaktan çıkarsa istismar edeceği, üzerinde tepineceği malzeme kalmaz.

Peki, mesela AK Partili Ayşe Böhürler bu çağrıyı samimi bulmuyor ve “Hayır” diyor, ne dersiniz?

Ayşe Böhürler’i çok iyi tanıyorum. Başörtüsünü gerçekten dert edinen insanlar, Sayın Kılıçdaroğlu’nun helalleşme politikasından son derece memnun. Böhürler niçin memnun değil? Çünkü aldığı ihaleler sona erer. Mesela Gaziantep Belediyesi’nden ihalesiz, yani teklif yoluyla aldığı tanıtım işi, eğer açık ihale yoluyla yapılsaydı başkaları da girer, belki de ihaleyi Ayşe Böhürler alamazdı. Hadi bu işi de bırakalım ve soralım: Müslümanlıkta niyet okuma var mı, helallik talebini reddetmek neyin nesi?

Millet İttifakı ve Kemal Kılıçdaroğlu’nun birinci turda başarı kazanacağını düşünüyor musunuz?

Evet. Tüm araştırmalar, Sayın Kılıçdaroğlu’nu önde gösteriyor, ilk turda seçimi kazanacak gibi. Bir ara Sayın İnce % 7’lere kadar çıktı ama şimdi düşüyor. Millet İttifakı iyi gidiyor, Meclis çoğunluğu sağlanacak.

Seçim sonrasında Kemal Kılıçdaroğlu cumhurbaşkanı olduğu takdirde meclis aritmetiği nasıl olacak sizce ve başkanlık sistemi kaç yıl daha sürecek?

Bana öyle geliyor ki muhalefet, TBMM’de Anayasa değişikliğini referanduma götürülebilecek çoğunluğa yakın bir sayıya ulaşacak. Neden böyle söylüyorum, çünkü mesela Rize’deki seçim çalışmasına katıldım. Sokaktaki dip dalgayı fark ettim. Rize’de muhalefet milletvekili çıkarıyor.

Şu anda muhalefetin başarısının önünde gördüğünüz en büyük engel veya başarılı olmak için sahip olduğu en büyük avantaj nedir sizce?

Eğer bu seçimi Erdoğan ve koalisyonu kazanırsa serbest siyaset zeminini kaybederiz. Bu ucube, parlamentoyu devre dışı bırakan, değersizleştiren cumhurbaşkanlığı/tek adam sistemi pekişir ve demokrasiden uzaklaşılır. Serbest ve demokratik seçim ortamı yoksa siyasetin de, siyasi partinin de anlamı kalmaz. O nedenle bu seçim, diğer seçimler gibi değildir. Siyasi partiler, serbest siyaset zemini yeniden tesis edildikten sonra kendilerini ortaya koymalılar. Bu seçim, bu sisteme son verme seçimidir, sen-ben zamanı değil. Çok açık ki Erdoğan ve koalisyonunun karşısında öne çıkan aday, Sayın Kılıçdaroğlu’dur. Muhalefetin önündeki en büyük engel, bunun farkında olmamak, bu seçimi herhangi bir seçim olarak görmektir. Avantaj da burada saklı; insanların büyük çoğunluğu bunun farkında; bunun için oy kullanacaklar.

Seçim sırasında ya da eğer seçim ikinci tura kalırsa, sandık güvenliğine dair yaşanabilecek olumsuz senaryolara hazırlıklı mısınız?

İnsanlar, seçim güvenliğiyle ilgili endişelenmekte haklılar. Erdoğan ve koalisyonu, iktidarı kaybetmemek için her şeyi yapabilir. Bunu ilk turda da, ikinci turda da yapabilirler. CHP ve Millet İttifakı partileri olarak bunun farkındayız ve bu konuda çok çalıştık. Bilindiği gibi İstanbul seçimlerini, sandıkları sıkı beklediğimiz ve hemen her sandıktan ıslak imzalı tutanak aldığımız için kazandık. Şimdi bu tecrübeyi geliştirdik ve her şekilde hazırlandık. Sadece biz siyasi partiler değil, gönüllülerin de önemli çalışmaları var. Paniğe gerek yok ama rahat da olmayalım. Sadece siyasi partilerin sandık görevlilerinin değil, tüm seçmenin tetikte ve görevde olması gerekir.

Seçim yaklaştıkça Cumhur İttifakı mensupları saldırganlaşır mı sizce?

Erdoğan ve ortakları, her gün geriliyor ve kaybedeceklerini tartışmasız bir şekilde görüyorlar. Bundan dolayı her şeyi yapabilirler. Erdoğan’dan ücretli trollere kadar herkes, giderek radikalleşip seviyeyi düşürüyor. Bunlara asla uymamak gerekir; onlar debelenip dursunlar. Biz, niçin güçlendirilmiş parlamenter sistemin gerektiğini, ekonomide neler yapılacağını, ekmeğin büyütülüp nasıl adil bir şekilde paylaşılacağını, hak ve özgürlüklerin nasıl ayağa kaldırılacağını, sakin bir şekilde anlatmaya devam etmeliyiz.