CHP Genel Başkan Yardımcısı Aykut Erdoğdu,Darbe Komisyonu’na sundukları muhalefet şerhi, Adalet Yürüyüşü, dış politikadan CHP’nin Kürt siyasetiyle ilişkisine ilişkin açıklamalarda bulundu.

HDP Eş Genel Selahattin Demirtaş’ın barış için çaba sarf ettiğini söyleyen Erdoğdu, iktidarın HDP’yi PKK’leştirdiğini savundu.

Erdoğdu, “Demirtaş’ın kişisel olarak terörün bitmesi için, barışın sağlanması için çaba gösterdiğini düşünüyorum. İktidar 4 sene öncesinde söylediklerinin aksine, HDP’yi PKK’lılaştırmaya çalışıyor. Oysa HDP’nin PKK’dan kurtulmasına, sivil bir alternatif olarak yaşamasına destek vermemiz gerekiyordu. Kürt çocuklarıyla Türk çocuklarının dağlarda birbirini boğması ve bu yoksul çocukların dağlarda ölmesi hepimizi çok mutsuz etmeli. Bizim amacımız bu terör sorununu çözmek olmalı, şiddete son vermek olmalı” dedi.

CHP’nin ‘Kontrollü darbe’ tespitine değinen Erdoğdu, “Kontrollü darbe girişimi ile kastımızı ise üç ifade ile özetleyebiliriz: Öngörülen, önlenmeyen ve sonuçlarından istifade edilen.Darbenin öngörülebilir olduğunu biz değil MİT Müsteşarlığı söylüyor. Müsteşarlığın Meclis’e gelen yazısında darbenin olacağını önceden bildiklerini ancak Genelkurmay nezdinde askeri bölgelerde istihbarat toplayamadıkları için kesin tarih ve saati bilmediklerini söylüyorlar” ifadelerini kullandı.

Aykut Erdoğdu, Evrensel'den Cem Gurbetoğlu’nun sorularını yanıtladı.

15 Temmuz Darbe Girişimini Araştırma Komisyonunun raporuna şerh düştünüz. 15 Temmuz’un ‘kontrollü darbe girişimi’ olduğunu belirtiyorsunuz. ‘Kontrollü’ derken neyi kastediyorsunuz?

‘DARBENİN KONTROLLÜ OLDUĞUNU MİT RAPORU SÖYLÜYOR’

Biz aslında yeni bir şey söylemiyoruz; sadece olayları üst üste koyuyoruz. Bunu yaparken de tamamıyla devlet evrakı ve arşivlerinden faydalanıyoruz. Kontrollü darbe girişimi ile kastımızı ise üç ifade ile özetleyebiliriz: Öngörülen, önlenmeyen ve sonuçlarından istifade edilen.

Darbenin öngörülebilir olduğunu biz değil MİT Müsteşarlığı söylüyor. Müsteşarlığın Meclis’e gelen yazısında darbenin olacağını önceden bildiklerini ancak Genelkurmay nezdinde askeri bölgelerde istihbarat toplayamadıkları için kesin tarih ve saati bilmediklerini söylüyorlar. Üstelik Bylock listelerini ham veri olarak ilgili makamlarla, yani Emniyet Genel Müdürlüğü ve TSK ile paylaştıklarını söylüyorlar. Bu bilgiler ışığında darbenin öngörüldüğü netlik kazanmıştır.

Yani Bylock kullanan kişiler, kamu görevlileri, askerler 15 Temmuz öncesi biliniyordu...

‘MİT VE GENELKURMAY ARASINDA ÖRTÜLÜ BİR GERİLİM VAR’

MİT’in söylediği, bu. Üstelik ham verileri de, yani o mesaj trafiğini de gönderdiklerini söylüyorlar. Ama Adil Öksüz ya da Kemal Batmaz asker değil. Bu kişiler darbeyi planlayan sivil imamlar. Toplantı yapılan yerler sivil bölgeler. Yani MİT’in askeri bölgelerde istihbarat toplayamadığı savunması bu bağlamda geçerli görünmüyor. Diğer bir deyişle, MİT darbe girişiminde rol alan bu sivil kişiler hakkında ya bilgi toplamadı ya da topladığı bilgiyi ilgili birim ve kişilerle paylaşmadı. Her iki durumda da MİT’in milli güvenliğe ilişkin görevini yerine getirmediği anlaşılıyor. Öte taraftan, 15 Temmuz öncesi ve 15 Temmuz’da olanlar MİT’in topladığı bilginin en azından bir kısmını ilgili kurum ve kişilerle paylaşmadığı izlenimini güçlendiriyor. Benim gördüğüm bu darbe konusunda MİT ile Genelkurmay arasında üstü örtülü bir gerilim var.

‘SÖYLEDİKLERİMİZİN HANGİSİ YANLIŞ?’

Peki, neden ‘önlenmeyen’ darbe girişimi diyorsunuz?

Öngörülen darbe için alınması gereken önlemler ortada. Hatta darbe günü MİT’e bilgi sunmak için gelen pilotun ihbarından sonra Genelkurmay’da yapılan toplantıda alınan kararlar da ortada. Yeterli önlem alınamadığını biz değil Korgeneral Zekai Aksakallı söylüyor. Mesela Başbakan, Cumhurbaşkanı bilgilendirmemiş görünüyor. Bütün bunları bir araya koyduğunuzda kalkışma kuvveden fiile geçmeden önce ve darbecilerin elini kolunu bağlayabilecek önlemler alınabilir ve kimlikleri tespit edilebilerek darbeciler tasfiye edilebilirdi. “Gün ve saat” haricinde darbe planına ilişkin diğer tüm detayların bilindiği (ki eldeki veri ilgili kurumlarda kalkışma tarihinin dâhi tahmin edildiğini destekliyor) bir durumdan bahsediyoruz. Kısacası bu darbe girişimi önlenebilirdi.

‘DARBE TEK ADAM REJİMİ İÇİN KULLANILDI’

Darbenin önlenmesi mümkünken Türkiye’ye 15 Temmuz faciasının yaşatılması bir skandaldır. Fakat siyasi mesele maalesef bununla sınırlı değildir. 15 Temmuz’da bütün millet, bütün muhalefet, bütün sivil toplum örgütleriyle birlikte bu darbeye direndik. Ama darbenin önlenmesi için canını ortaya koyan bir muhalefet varken AKP, Meclis’i bypass eden OHAL’i ilan etti ve bir yılı aşkın süredir uzatıyor. Bu sırada bütün muhalefetin tasfiye edildiği, haksız bir referandumun yapıldığı bir süreçten geçtik. Yani bu darbe denemesinin sonuçlarının tek adam rejimi için kullanıldığını görüyoruz.

Kalkışmanın önlenmesinin önüne geçen büyük ihmaller olduğu gerçeğini ve akabindeki sürecin kötü niyetlerle kullanıldığı olgusunu yan yana getirince de kontrollü darbenin üçüncü unsuru yani “sonuçlarından istifade edilen darbe” saptaması somutluk kazanıyor.

Peki, darbe girişimini kim gerçekleştirdi?

Gördüğümüz bilgi ve belgelerden darbenin merkezinde Fethullah Gülen çetesinin olduğunu görüyoruz. Bu konuda çok güçlü kanıtlar var. Bu çetenin devlete AKP tarafından bilinçli olarak yerleştirildiğini, devletin AKP tarafından Gülen çetesine bilinçli olarak teslim edildiğini söylüyoruz. Bunların hepsinin elimizde bilgisi, belgesi, delili var. Buna Sayın Cumhurbaşkanı, Sayın Başbakan, AKP yöneticileri aşırı derecede bozuluyorlar, üzülüyorlar, alınıyorlar. Bu hâlet-i ruhiye ile de hakaretler yağdırıyorlar. Şu basit soruyu yineleyelim: Söylediklerimizin hangisi gerçek dışı? Raporumuzun neresine katılmıyorlar? Hangi bilgiler yanlış? Bu sorulara cevap vermedikleri sürece kuşkularımız derinleşiyor. Mugalatayı hakaretleştirmek mugalatayı hakikat kılmaz.

‘ADALET YÜRÜYÜŞÜ SÜRECİN BİR HALKASI’

Sizce hedefine ulaştı mı Adalet Yürüyüşü?

Adalet Yürüyüşü sürecin güçlü bir halkası. Öte taraftan, demokratik bir ülkeye kavuşmadan hiçbir eylem hedefine ulaşmamış demektir. Ama Adalet Yürüyüşü bu ülkedeki adalete, demokrasiye katkı sağladı mı? Bence evet; son on yılların en önemli katkısını sağlayan bir eylemdi bu. Sadece CHP değil, bütün muhalif kesimler, MHP’li muhalifler, Saadetli muhalifler, ülkücü muhalifler, sosyal demokrat muhalifler, Kürtler, laikler, bu ülkenin bütün insanları derin bir nefes aldı. Bir korku duvarı aşıldı. Baskıya, yıldırmaya, korkutmaya rağmen toplanan en az 2 milyon insana Recep Tayyip Erdoğan’ın 175 bin demesi, aslında yürüyüşün amacına ulaştığını gösteriyor. Ama bu yürüyüş, birine karşı, bir şeye karşı gerçekleşmedi. Yürüyüş bir ideal için gerçekleşti: Adalet. Bu yürüyüş daha iyiyi isteyen, mevcut durumu hatırlatan bir yürüyüş. İnsanları ezebilir hatta öldürebilirsiniz fakat idealleri ortadan kaldıramazsınız… Dolayısıyla, bence yürüyüş süreci devam edecek.

Sonraki adımlar neler olacak? Süreci hızlandıracak bir takviminiz var mı?

Buna hep beraber karar vereceğiz. Bu CHP’nin değil, bu bütün Türkiye’nin meselesi. Herkes ‘bir şey daha olmalı’, ‘devam etmeliyiz’ diyor. Çünkü buradan demokratik bir ülke umudu çıktı. Yürüyüş sırasında hiç ayrıştırıcı lisan kullanmadık. Bir araya gelmesi zor denilen radikal solcularla İslamcılar, ülkücülerle Kürtler yurt sevgisi üzerinde, birlikte eşit yaşama iradesi üzerinde birleştiler. Bu çok değerli bir şey. Bu herkesin yürüyüşüydü.

Türkiye’de özgürlükler, demokrasi, hak, ekonomik adalet o kadar geri gitti ki artık farklılıklarımıza bakmıyoruz. Çünkü her gün bize farklılıklarımızı sert bir dille hatırlatan bir Cumhurbaşkanı var. Biz artık benzerliklerimizi aramaya başladık. Benzerliklerimizi ön plana çıkarmak ama farklılıklarımızı da korumak istiyoruz.

Tarihsel önyargıların çok yoğun olduğu, iktidar tarafından derinleştirilmeye çalışıldığı bir ortamda her grupla tartışmak istiyoruz. Bu kolektif mütalaa sürecinde ‘O varsa ben yokum’ yaklaşımına yer yok. Hepimiz tartışmalıyız. Bunu CHP çözmeyecek, CHP bunun için büyük bir efor sarfediyor, ama önümüzdeki sorunu bütün halk çözecek bunu. Halkın çözeceği sorun için de Halk Partisi bütün tarafları bir araya getirmeyi ve beraber konuşmayı istiyor

‘BATIDA IŞİD FİGÜRÜNÜN YERİNİ ERDOĞAN FİGÜRÜ ALIYOR’

Türkiye bütün komşularıyla, ‘müttefik’ dediği güçlerle sorunlar yaşıyor. Bu tablonun Türkiye’ye faturası ne olacak?

Dış politikayı sıfır sorundan sıfır komşuya getirdiler. Sıfır sorun hayalperest bir fikirdi belki ama daha doğru bir eğilimi ifade ediyordu. Dış politika Erdoğan’ın Kasımpaşalı çizgisiyle ve sahte kabadayılıklarla yönetilecek bir alan değildir. Vıcık vıcık samimiyet, ondan sonra boş boş efelenmelerle yapılacak bir iş değildir. Cumhuriyet tarihi boyunca iyi kötü bütün hükümetler tarafından belli bir dış politik çizgi korundu. Yanlış olan yerler vardı, düzeltilebilirdi ama tarihsel bir hat üzerinde akıyordu. Ama şimdi Bulgaristan’dan tutun, İran’a kadar bütün komşularımızla dengesiz bir ilişki kuruyoruz.

Dışarıya çıktığında Başbakan, Cumhurbaşkanı, Dışişleri Bakanı hepimizi temsil ediyor. Ama bugün baktığımızda, hiçbir lider bizi temsil eden Cumhurbaşkanı ile fotoğraf vermek istemiyor. Durumu ağırlaştıran diğer bir unsur ise birçok ülkede iktidarların kendi iç siyasetlerinde bir olumsuz figür, bir ortak nefret objesi arıyor olmaları.

Bir dönem IŞİD’di bu. Şimdi farkında mısınız bilmiyorum ama hızla bu figür, kendisinin sağladığı malzeme sayesinde Recep Tayyip Erdoğan olmaya başladı. Sonuçta bütün uluslar bizden nefret etmeye başlarsa Türkiye tarihinin en büyük güvenlik sorununu yaşar ve ülke o zaman gerçekten de bir beka tehdidinin içine girer. Bunu benden daha çok Erdoğan düşünmeli. Çünkü kendisi Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı. Fakat Erdoğan dengesiz tutumunun bir sonucu olarak kendisine ve dolayısıyla Türkiye’ye yönelen tepkiden memnun gözüküyor çünkü besbelli dış politikada gerçekleştirdiği tepki çeken ve tutarsız her çıkışının iç politikada “Düvel-i Muazzama’ya karşı koyan lider” imajını güçlendirdiğine inanıyor. Bu yaklaşımının ne denli hatalı olduğunu zaman gösterecek.

‘ACILARI KUTUPLAŞTIRMADAN CESARETLE KONUŞMALIYIZ’

Her kesimle, her grupla bir araya gelmek istediğiniz söylediniz. Peki, HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın birlik konusundaki mesajlarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Demirtaş, son olarak ‘toplumu buluşturabilmek önemlidir. CHP ve HDP’nin karşılıklı olarak birbirlerine eleştirileri vardır. Ancak bu dönem için bu eleştiriler ertelenebilir’ demişti.

Demirtaş’ın kişisel olarak terörün bitmesi için, barışın sağlanması için çaba gösterdiğini düşünüyorum. Ama PKK’nın bu ülke için bıraktığı çok kötü bir hafıza var. Bu kötü hafıza Demirtaş’ın ve HDP’nin üzerinde sürekli bir yük oluyor. İktidar 4 sene öncesinde söylediklerinin aksine, HDP’yi PKK’lılaştırmaya çalışıyor. Oysa HDP’nin PKK’dan kurtulmasına, sivil bir alternatif olarak yaşamasına destek vermemiz gerekiyordu. Çünkü bu coğrafya hepimizin coğrafyası. Biz burada barışık yaşamalıyız. Çok zor bir sorun konuştuğumuz. Ama Kürt çocuklarıyla Türk çocuklarının dağlarda birbirini boğması ve bu yoksul çocukların dağlarda ölmesi hepimizi çok mutsuz etmeli. Bizim amacımız bu terör sorununu çözmek olmalı, şiddete son vermek olmalı. Bunu da karşılıklı cesaretle konuşabileceğimiz gerçek bir eşitlik bağlamında yapmak zorundayız. Ama ağzınızı açtığınız an kriminalize edildiğiniz bir ortamdayız. Oysaki acıları kutuplaştırmadan, gelecekte bu acılar yaşanmasın diye hep beraber cesur adımlar atmalıyız. Bu Kürt tarafı için de böyle, Türk tarafı için de böyle. Umuyorum ki başlattığımız büyük birliktelik süreci bunun da çözümüne katkı sağlar.

KALPAZAN SİYASET BOZMAZSA ORTAK AKIL ÇÖZER

Adalet Yürüyüşünün ardından CHP’nin, tek adam rejimine karşı çıkanları bir araya getirmeyi başarıp başaramayacağı tartışılıyor. CHP’nin geçmişte de benzer fırsatlar yakaladığı, ancak Kürt sorununun yumuşak karın olarak iktidar tarafından kullanılmasına izin vererek birlikte hareketin yollarını tıkadığı eleştirileri var. Bu eleştirileri nasıl değerlendiriyorsunuz?

Meseleye tek taraflı bakmamak lazım... Tarihsel bir tutarlılık içerisinde olmamız gerekiyor. Açılım sürecini düşünün. CHP şartlı destek vermişti, şartlarını ortaya koymuştu. Ama ‘Bir kredi veriyoruz’ dediğimizde hatırlayın, ‘Kendisi krediye muhtaç dede’ diye mezhep ayrımcılığını da vurgulayan bir lisan kullanarak bizi çözüm karşıtı olmakla suçluyorlardı.

Bu mesele silahla değil konuşarak çözülmeli. Çözümün adresinin Meclis ve ana unsurunun şeffaflık olduğunu vurguladığımızda yönteme ilişkin temel unsurları doğru şekilde tespit ettiğimiz bugün daha açık biçimde görülüyor. Ama elbette ki, bizim de milli birlik gibi kırmızı çizgilerimiz var. Birlikte yaşama, vatanın bütünlüğü, eşit yaşama gibi. Bugün aynı noktadayız, biz değişmiyoruz. Ama etrafımızdaki siyasal güçler değişiyor. Dün bizi ‘çözüm karşıtı’ olmakla, ‘kandan yana’ olmakla suçlayanlar, bugün bizi ‘terör yanlısı’ olmakla suçluyor. Biz bu geçici siyasi körlükler, siyasi çıkarcılıklar ve siyasi kalpazanlıklarla pozisyon değiştirecek bir parti değiliz. Biz Kürtlerle Türklerin eşit, özgür ve kardeşçe yaşamasını istiyoruz.

Bizim için sınırlarımızın bütünlüğü çok önemlidir. Ancak bu eşitsizliklere göz yumacağımız anlamına gelmiyor. Ülkenin bölünmezliği ve toplumsal eşitlik birbirini dışlayan değil tamamlayan ilkelerdir. Fakat ne yazık ki kanlı bir geçmişin kurduğu kolektif hafıza milli birlik ve toplumsal eşitliğin birbiriyle zıt fikirler olduğu kanısını beslemekte. Ben hiçbir zaman Ali İsmail Korkmaz’ı unutmadım mesela.

Düşünün dağda çocuğunu şehit veren bir anne de bunu unutmuyor veya dağda oğlunu kaybeden bir Kürt anne de bunu unutmuyor. Bu kadar zor bir hafızanın üzerine bir kardeşlik, bir birlik inşa etmek istiyorsanız ciddi olmak zorundasınız. Duygularla tutamayacağınız sözler vermemek zorundasınız. Ama bu sorunun da hayati bir mesele olduğunu, insanı yaşatmayla ilgili bir mesele olduğunu, memleketimizin ortak beka sorunu olduğunu bilerek ve cesaretle adım atmak gerektiğini de bileceksiniz. Belki biraz daha uzun sürebilir, biraz da zor olabilir ama barış içinde bir birliktelik sağlayacağız. Kalpazan siyaset ne kadar uğraşırsa uğraşsın, 80 milyonun ortak aklı ile bu milletin bu sorunu çözecek sağduyuya/solduyuya ve ferasete sahip olduğunu biliyorum.

SURİYELİLERE ÖZÜR BORCUMUZ VAR

Halep'e hepimizin içi yanmalı. Orada demokrasi önerebilirdik, ama bunu yapmadık. Ne yazık ki, şu an itibariyle bizim topraklarımızda üç milyon mülteci var. Teröre bulaşmışlarını ayırarak söylüyorum, çoğu masum kadın ve çocuk. Bu mültecilere hiçbir önyargı olmadan sahip çıkmamız gerekiyor. Gerçek ahlak, insanlık ahlâkı, kadim toprakların ahlâkı sokakta dilenen Suriyelilere öfke duymak olamaz. Birincisi hükümetimizin ülkelerine dönük hasmane tutumu nedeniyle kendilerinden kocaman bir özür dilemeliyiz. İkincisi kendi ülkelerinin düzene kavuşması için yardımcı olmalıyız. Ondan sonra gitmek isteyenleri özendirmeli, kalmak isteyenleri de toplumumuza entegre etmeliyiz. Türkiye bunu yaparak küreselleşen mülteci sorununa ilişkin dünya tarihine geçecek bir süreci başarıyla yönetebilecek toplumsal dokuya sahiptir.