(Ankara’da yaşayan müzisyen James Taylor bir yazı paylaşıp sormuş: “Charlie oldunuz, Paris oldunuz, peki Ankara olacak mısınız?” diye.
Soruya buradan kısa bir cevap vereyim istedim… )



Sevgili James;

Ah benim güzel kardeşim… Öncelikle güzel yüreğinden öperim. Türkiye’de çok hoş karşılandığını, kendini mutlu ve güvende hissettiğini söylemişsin. Bunları biz göremiyor yaşayamıyoruz; lütfen bizim yerimize de keyfini çıkar kardeşim. Ayrıca Batı’nın ikiyüzlülüğünü Doğu’da keşfetmen eminim senin için çok acı olmuştur. Üzgünüm… Son iki cümlemde de kinaye yok; sakın yanlış anlama lütfen, tüm samimiyetimle söylüyorum bunu…

Asıl sorduğun soruya cevap vermek istiyorum. Güzel kardeşim James; sen batıya seslenmişsin lâkin biz o batıdan çoktan ümidimizi kestik. Hele buralarda milyonlarca mülteci ve sığınmacı varken; ve başımızdaki zât da sürekli bu “koz”la tehdit ederken. Bunu da geçiyorum… Fransa, Almanya, İngiltere, İtalya, İspanya Charlie Hebdo oldu, Paris oldu ama Ankara olmadı âmenna… Ve fakat güzel kardeşim James; onları bir yana bırakalım Türkiye de Ankara olmadı ki…

İlk dakikalardan itibaren, daha başsağlığı bile dilemeden işin siyasi boyutunu konuşmaya, mükemmel analizler üretmeye koyulduk. Nasıl da en güzel, en anlamlı, en mükemmel düşüncelere sahip olduğumuzu haykırıp; kendi ideolojimize paylar biçtik… Hatta bazılarımız “pozisyon almak” için saldırıyı hangi örgütün üstleneceğini beklemeye koyuldu köşesinde… Bugünkü anmaya katılan bazı kişiler ise pankartlar önünde gülümseyerek selfie’ler çektiler hatta; bir “sosyal aktivite”ye katılır gibi… Bu derece samimiyetsiz, bu derece manyaklaştık biz!

Düşünebiliyor musun James, düşünebiliyor musun benim güzel kardeşim?

Dünkü saldırıda yakınını kaybeden “O adam”ın dediği gibi “Dinlerimizi, ideolojilerimizi, hırslarımızı” bir kenara koyup da yasımızı tutamadık ki hep birlikte… Biz bunu Ankara için de Diyarbakır, Suruç, Sultanahmet, Cizre, Sur, Silopi, Dargeçit, İdil için de yapamadık…

Bu ülkede çocuğu kokmasın diye onu buzdolabında saklamak zorunda kalan kadınlar oldu James, oğlunun cesedinin bir askeri araç arkasında sürüklenişini seyretmek zorunda bırakılan ya da çocuğunun birkaç parça kemiğini eteğinde toplayan kadınlar… Öldürüldükten sonra çırılçıplak soyulup teşhir edilen insanlar… Dini bir vakıftaki kişilerce tutulan evlerde tecavüze uğrayan çocuklar… Madenlerde göçük altında kalan işçiler, her hakarete küfürmüş gibi sokulan Kürtler, Ermeniler, Aleviler…

Biz hiçbirinde BİZ olamadık ki benim güzel kardeşim… Bu yüzden de bizim bu topraklarda bombaların, savaşların, kanın, barutun ve katliamların ardı arkası kesilmiyor… Her katliam ve ölümle birbirimize daha çok sarılmamız gerekirken; tersi oluyor her seferinde, birbirimizden daha fazla uzaklaşıyor, daha fazla düşmanlaşıyoruz…

Bir de bunu körükleyen devletin başındakiler var tabii… Fransa’da cumhurbaşkanıyla, polisiyle, halkıyla elele vermiş yas tutan bir anlayış varken (en azından görünen buydu); bizimkiler katliamı bile ranta çevirme peşinde… Hatta o derece ki katliamı kınamak isteyenler polisin saldırısına maruz kalıp, gözaltına bile alındılar! Her şey “istikrar” için kardeşim(!)…

Sevgili James;

Lafı uzatıp da canını daha fazla sıkmak istemem. Irklarımız, düşüncelerimiz, mücadele biçimimiz, yaşantılarımız bambaşka olabilir. Ama beklentilerimizin ve daha güzel bir dünyaya olan özlemimizin aynı olduğundan zerre şüphem yok.

Seni sınırsız ve koşulsuz kucaklıyor, gözlerinden öpüyorum…

Kardeşin Ka;