Endüstriyelleşmiş yöntemler doğa üzerinde büyük baskı oluşturduğu ve bizi sağlıklı gıdalardan mahrum bıraktığı için iklime, toprağa, su miktarına uygun geleneksel tarım ürünlerinin yaşatılması çok önemli. Araştırmalar, birçok ürününün anavatanı olan Anadolu’nun tarımsal biyoçeşitliliğini bütün sorunlara rağmen hâlâ koruduğunu gösteriyor.

Ne yiyoruz, ne içiyoruz? Gıdamız nereden geliyor, ne yiyeceğimizi kimler belirliyor? Gıdamızı biz mi seçiyoruz, süpermarket raflarına konanı yemekten başka çaremiz yok mu?

Bunlar, son yıllarda en çok tartışılan ve kaygı duyulan sorular arasında. Türkiye’nin birçok yerinde çeşitli gruplarca ve bireysel çabalarla tarımsal biyoçeşitliliğimizi araştırmak ve yaşatmak için çalışmalar, projeler yürütülüyor. Tarımsal biyoçeşitliliğimizin yok oluyor/ediliyor olmasının önüne geçmek için harcanan çabanın nedeni ne?

Tarihinde meyveciliğin önemli bir yer tuttuğu Türkiye, meyve çeşitliliği açısından çok zengin olmasına rağmen bunu günbegün kaybediyor. Geçmişten günümüze gelen meyve çeşitleri hem tarımsal biyoçeşitliliğimizin hem de kültürel mirasımızın önemli bir parçası. Çünkü bu meyveler insanoğlunun yüzlerce yıllık emeği ile seçildi ve ıslah edildi. Bir yörede üretilmiş, benimsenmiş geleneksel çeşitler o yörenin iklimine, toprağına, su miktarına uyum gösteriyor. Bu yüzden birçoğu sulama, gübreleme ve ilaca ihtiyaç duymuyor, dolayısıyla büyük ölçüde ekolojik ürünler.

Nüfus artışı, kentleşme, çevresel bozulma, tarım politikalarımız ve küreselleşme tarımsal biyoçeşitlilik ile gen kaynaklarının yok olmasının ana nedenleri. Sadece Türkiye’nin değil, dünyanın çoğu ülkesinin tarım politikaları halkın sağlığını, çiftçilerin çıkarını, toprakların verimini ve sürdürülebilirliğini gözetmemekte. Sadece üretimde en yüksek verimi ve maddi kazancı elde etmeye yönelik bir politika izlenmekte. Ancak yapılan hesapta, yok olan doğal kaynaklarımıza, sağlığımıza yer verilmemekte.

Birilerinin zengin olmasının karşılığında ülke, çiftçi, doğal kaynaklarımız, kültürel zenginliğimiz fakirleşiyor, gelecek kuşakların besin kaynakları tehlikeye atılıyor; tarım ilaçlarıyla topraklarımız, gıdamız ve dolayısıyla da bedenlerimiz zehirleniyor. Kuşaklar boyunca yetiştirilmiş, birbirinden farklı yüzlerce bitki çeşidi (tahıl, meyve, sebze) yok oluyor ve yerini az sayıda tek tip çeşitler alıyor. Tahminlere göre dünyanın tarımsal gen çeşitliliğinin dörtte üçü son yüzyıl içerisinde yok oldu.

Anadolu, dünyadaki birçok ekonomik bitki türünün anavatanı. Buğday, arpa gibi tahılların; nohut, mercimek gibi baklagillerin yanı sıra meyve ve sebzelerin bir bölümü de Anadolu’da var olan yabani atalarından geliştirilerek dünyaya yayıldı. “Meyve Mirası” olarak 2006’dan beri yürüttüğümüz “Muğla’nın yerli meyveleri: Kültürel miras, veritabanı ve koruma projesi” kapsamında bugüne kadar 125 armut, 97 incir, 90 üzüm, 82 badem, 30 elma, 18 erik çeşidinin yanı sıra nar, zeytin, dut ve narenciye gibi birçok türü kapsayan 540 kadar atadan kalma meyve çeşidi kaydedildi. Bunlardan 330 çeşidin de ağacı bulundu. Bu proje bize Anadolu’nun henüz tarımsal biyoçeşitliliğini yitirmediğini gösterdi. Buğday Derneği’nin başlattığı ve Emanetçiler Derneği’nin sekreteryasını sürdürdüğü Yerel Tohum Ağı, Tohum Ambarları Girişimi, Yer Gök Anadolu Derneği, İmece Evi gibi kuruluş ve oluşumlar da Türkiye’nin tarımsal biyoçeşitliliğini farklı bölgelerde araştırıp yaşatmak için uğraşıyor; yerel tohumlar üretiyor ve üretmek isteyenlere ulaştırıyorlar.

Tarımsal biyoçeşitliliğin nispeten hâlâ zengin olduğu yerler, bu bozulmanın henüz ulaşmadığı veya son yıllarda ulaştığı köyler. Bu tohumların, meyvelerin özelliklerini ve önemini en iyi bilen kişiler de bu köylerdeki yaşlı çiftçiler. Onların sahip olduğu bilgiler, genç kuşaklara aktarılamadan yok olup gidiyor. Dünyanın değişimi ile beraber ihtiyaçlar, öncelikler değişiyor.

Peki, durdurulamaz gibi dönen bu çarkı nasıl olumluya döndürebiliriz? Eskiden toplanan ürünler o gün veya ertesi gün pazara gelir taze taze satılırdı. Çiftçiler genellikle kendileri için ürettiklerinin fazlasını getirirdi, dolayısıyla birçok çeşit ürün olurdu. Şimdi tarım monokültür üretime yönlendirildi. Yani bazen binlerce dönüm ekilen tek tip ürün.

Tüketim alışkanlıklarımızla bu büyük yok oluşu güçlendiriyoruz. Gıdamızı pazarlardan seçerek almak yerine en kısa zamanda alıp yiyebildiğimiz gıdaları seçiyoruz. Nerede nasıl üretildiğini düşünmeksizin marketlerde en gösterişli ve düzgün gibi görünen ürünleri alıyoruz. Yemesi daha zahmetli diye çekirdeksiz meyvelere yöneliyor veya içlerinden birinde kurt var diye bir ürünü almıyoruz. Hâlbuki bu seçimimizle daha fazla kimyasal içeren, lezzet yerine görüntüsü öne çıkarılan ürünlerin satışını teşvik etmeye, yerel tohumları yaşatan çiftçilerimizi yok etmeye, şehirlere sürüklemeye katkıda bulunmuş oluyoruz. Kilometrelerce yol kat eden ürünleri satın alarak hem çevre kirliliğine neden oluyoruz hem de çiftçiler yerine büyük şirketleri zengin ediyor, tüketim yönündeki özgürlüğümüzü kendi kendimize yok ediyoruz.

Bir ülkenin kendi kendine yetebilmesi o ülkenin bağımsızlığının bir göstergesidir aynı zamanda. Türkiye de yakın bir zamana kadar kendi kendine yetebilen sayılı ülkeler arasında iken buğdayı bile ithal eder duruma geldi. Hâlbuki hala yeterince tarım alanımız da var, çiftçimiz de.

Gıdalarımızın üretimi ve bize ulaşması petrol olmadan artık mümkün değil. En az petrol tüketimi ile bize ulaşan gıdalar küçük ölçekli üretim yapan ve yerel pazarlarda ürünlerini satan çiftçiler. Bu çiftçilerin sayılarının azalması ile beraber gıda güvenliği miz de azalıyor, bağımlılığımız artıyor.

Gelecekte güvenli gıdalara ulaşabilme konusunda karşılaşacağımız sorunun çözümü olarak en yaygın düşünce yerel üretim. Bu düşünce sadece tarım için değil, tüm üretim ve tüketim alanları için geçerli. Yerelde üretip yerelde tükettiğimizde yerel ekonominin çarkını döndürüyor, yani içinde yaşadığımız çevreyi güçlendiriyoruz. Bir toplum onu meydana getiren bireylerle ayakta kalabildiğine göre sürdürülebilir bir toplum, temel ihtiyaçları açısından kendine yeterli olabilmeli.

Yerel ekonominin güçlendirilmesi, gücü büyük şirketlerden alıp tekrar halkın eline veriyor. Özellikle son tüketicinin yerel ürünleri kullanması için, daha sağlıklı, daha ekonomik, daha lezzetli, daha çevreci, daha sürdürülebilir, daha faydalı bir yaşam biçimi için artık herkesin birey olarak bir adım atması gerekiyor.


YEŞİL ATLAS 2011 SAYI /EKİM

Yazı: ESİN IŞIN / FOTOĞRAF: ŞEBNEM ERAŞ