8 Mart gelince hep aklıma bizde kadın kuruluşlarının ve feministlerin çok fazla dillendirmedikleri Nezihe Muhiddin ve Mustafa Suphi’nin İttihat Terakki çakallarınca hunharca öldürülen eşi Maria aklıma gelir.

Resmi ideoloji 5 Aralık 1934’te kadınlara seçme ve seçilme hakkının tanınmasını Mustafa Kemal’in bir lütfu gibi hep anlatır. Oysa 9 yıl boyunca cumhuriyetin erkek egemenleri bu hakkı tanımamak için ellerinden geleni yapmışlardır. Resmi ideolojinin sakladığı gerçek Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk partisinin Cumhuriyet Halk Fırkası değil, Kadınlar Halk Fırkası olduğu gerçeğidir. Ne var ki bu fırkayı Mustafa Kemal veto etmiş ve kurulmasına izin verilmemiştir. Kadınların seçme ve seçilme hakkını elde ettiği gün 'artık görevini tamamladığı için' kendini feshetmesi istenen Türk Kadınlar Birliği’nin de kurucusu olan Nezihe Muhuddin’in kadın hakları için verdiği tüm mücadeleler dönemin egemenlerince hep engellenmişti.

Nezihe Muhiddin Osmanlı feminizminin öncülerindendir. Ona göre memleketin yükselmesi için en önemli koşul kadınların yükselmesidir. Kadının yükselmesi demekse erkeğe benzemesi değil, kadın erkek eşitliğinin sağlanmasıydı. Savunduğu eşitlik yurttaşlık haklarında eşitlikti. "Erkekle kadının birbirine benzemesi değil, benzememesi toplumsal dengeyi sağlamlaştıracaktır" derken, kadınların yapıcı doğalarının toplumun lehine olduğunu savunarak eşitlikten ziyade eşdeğer kavramına vurgu yaptı. Eşit işe eşit ücret için çok çaba gösterdi. Cumhuriyet rejiminin kozmetik yenilikçiliğine karşı gerçek bir yenilenmeden bahsetti. Kadınların seçme ve seçilme hakkı gibi siyasi hakları konusunda mücadele etmek üzere 16 Haziran 1923 yılında Cumhuriyet Halk Fırkası’ndan önce rejimin ilk fırkası olan Kadınlar Halk Fırkasını kurdu. 27 maddelik tüzük ve program yayınladı. KHF içişleri bakanlığının iznini beklerken, maarif kongresi, beynelmilel kadın ittihadına temsilci gönderme, hukuki aile kararnamesi konulu kadın konferansı, medeni kanun için kamuoyu oluşturmak gibi faaliyetleri yaptı.

İçişleri bakanlığı 8 ay süren sessizlik döneminden sonra "kadınların seçme ve seçilme hakkı olmadığı" gerekçesiyle izin vermediğini tebliğ etti. Tanin gazetesinde fırkanın bazı düşünceleri nedeniyle uygun bulunmadığı yazıldı. Bu bazı düşüncelerin ne olduğu açıklanmadı. Nezihe Muhiddin ve arkadaşları yılmadılar, bazı maddeleri değiştirerek Şubat 1924’te Kadınlar Birliğini kurdular. Dönemin Cumhuriyet Gazetesi dahi Nezihe Muhiddin ve arkadaşlarının mücadelelerine köstek oluyordu. "Türkiye’nin hayatında çok mühim meselelerin mevcut olduğu bir zamanda hanımlarımızın mebusluk propagandası veya reklamı ile meşgul olmaları pek ciddiyetsiz” diye yazılar yayınlıyordu.

Nezihe Muhiddin yılmadı. Kadın Yolu dergisini çıkardı. Takrir-i Sükun kanunu ile Kadınların Birliği baskı altına alındı. 1926’ da TKB, CHF’ye üye olmak için başvurdu. "Kadınların hayır işleriyle uğraşması daha doğru olur" gerekçesiyle reddedildi. Mustafa Kemal’e yakın kadınlar da medeni kanunla "kadınlara layık olmadıkları bazı hakların dahi verildiği”ni belirterek siyasi taleplerde bulunulmasını eleştirdiler. Nezihe Muhiddin mücadeleye devam etti. Denizli, Aydın, Afyon ve Diyarbakır’da şubeler açtı. CHF listelerinden genel seçimlere katılmak için kampanya yürüttü. Bu talepler de devlet partisince reddedildi.

Yunus Nadi’nin yönettiği Cumhuriyet gazetesinde Nezihe Muhiddin ve arkadaşlarının mücadelesiyle alay ediliyordu. Gazetede çıkan bir yazıda "Hanımların mebusluğu hiç fena olmaz. Mecliste sık sık moda etrafında münakaşalar cereyan eder. Hanımların balolarda smokin mi yoksa dekolte kıyafet mi giymelerinin daha uygun olacağına dair, mesela İstanbul mebusesi ile İzmir mebusesi arasındaki hararetli mücadeleyi bütün erkek mebusların merak ve tebessümle dinleyeceğine şüphe yoktur" denilerek Nezihe Muhiddin ve arkadaşlarının mücadelesi karikatürize ediliyordu.

Neticede TKB’nin siyasi mücadelesini engellemek için Nezihe Muhiddin hakkında uyduruk soruşturmalar ve davalar açıldı. Birlik yöneticiliğinden istifa ettirildi. 1929 yılında çok sayıda davadan afla kurtuldu. 1930’da Suat Derviş’le birlikte parti programında kadınlara oy hakkı tanıyan Serbest Cumhuriyet Fırkası’na katıldı.

O yıl, belediye seçimlerinde aday olurlar. Ancak başarılı olamazlar. Bu olaydan sonra Nezihe Muhiddin inzivaya çekilir. Roman yazmaya başlar.1931 yılında Osmanlı kadın hareketini konu alan bir kitap yazar. Sonraki yaşamı hayal kırıklığına uğrayan, küskün bir kadın mücadelecinin yaşamıdır. 1958 yılında ölür.

Çıkartmamız gereken ders 1934’te kadınlara seçme ve seçilme hakkının verilmesinin Kemalizmin bir lütfuü olmadığı gerçeğidir. Mahmut Esat Bozkurtların yargıçlık yaptığı, bir nevi düşmanla savaş hukukunun uygulandığı sayısız idam kararlarının verildiği istiklal mahkemesi yıllarında bile Nezihe Muhiddin ve arkadaşları kadınların siyasi haklarını gündeme getirmişlerdir. Nezihe Muhiddin’in hayatı Kemalist iktidarın tüm baskıcı iktidarlar gibi bir erkek iktidarı olduğu gerçeğidir. (Kaynak: Kadınsız İnkılap, Yaprak Zihnioğlu, Metis yayınları)

Şu noktayı da vurgulamak isterim. Egemenler sistemle çok fazla çelişmeyen kadın mücadelesine dahi tahammül edememişlerdir. Nezihe Muhiddin’in yaşamı bunun kanıtıdır.

MARİA’NIN BAŞINA GELENLER

Başta değindiğim diğer konuya gelince. Mustafa Kemal’in bilgisi dahilinde Kazım Karabekir’in örgütlemesiyle, Yahya Kaptan ve uşakları 28 Ocak 1921’de gece Mustafa Suphi ve arkadaşlarını öldürürler. 15’ler katledilir. Bu katliamın bizzat Mustafa Kemal tarafından istendiği, Hasan İzzettin Dinamo’nun Kutsal İsyan isimli 8 ciltlik yapıtında da yer alır. Asıl trajedi ise TKP kayıtlarında ismi Meryem olarak geçen Mustafa Suphi’nin hayat arkadaşı Maria’nın başına gelenlerdir. Herkes öldürülürken Maria Trabzon’da takadan geri getiriliyor. Yahya Kaptan isimli katil Maria’yı kapatıyor. Bir süre sonra Nemlizade Ragıp beye veriyor. Dahasonra Yahya Kaptan katili Maria’yı Rizeli kabadayılara hediye ediyor. Maria orada öldürülüyor. Mustafa Suphi ve arkadaşları bir kez ölürken Maria yüzlerce kez ölüyor. Feodal kabadayılar geleneğinde dahi kadına ilişmek yokken İttihatcı sözde "vatansever" çeteci Yahya Kahya, katillik rütbesine bir de tecavüzcü rütbesini ekliyor. Bu katliam üzerine Ekim Devrimi’nin Moskovası’nın ciddi bir tepki göstermemesi de ayrıca üzüntü verici. Devlet çıkarları ve devlet aklı.

Bugünkü despotizm de daha önceki tüm iktidarlar gibi kadını eve kapatmak isteyen erkek egemen ideolojinin en yoz halini temsil ediyor. Irkçı ve kökten dinci despotizm kadını bugün de sosyal yaşamdan ötelemeye çalışıyor.

Yazımızı Nezihe Muhiddin ve arkadaşlarının 1925-1927 yılları arasında yayınladıkları zorunlu askerliği reddeden, vicdani ret hakkını savunan, kimsenin namusu olmadıklarını ilan eden Çete-i Nisvan Beyannamesi ile bitirelim:

-Zevcelik ve validelik tabiatın emri ve mukaddes vazife değildir.

-Mecburiyet-i askeriye kaldırılmalı evlatlar vatana hibe edilmemelidir.

-Ahlaki ve milli iman kadın hürriyetine değil, içtimai muvazene (toplumsal denge) için vasıta haline getirilmesine muavenet(yardım)eder.

-Irki milliyetçilik vatanperverlik değildir.

-Tek fırkalı nizamda (tek partili düzende)siyasi haklar meclise girme ve rey verme hakkıyla elde edilemez.

-Maarif (eğitim) vatan ve milletten ziyade şahsi hürriyete ve iradeye katkıda bulunmalıdır.

***

Başta Efrin’deki kadınlar olmak üzere tüm kadınların 8 Mart günü kutlu olsun…