Ortadoğu akla geldi mi, kimin eli kimin cebinde pek belli değildir? Buranın dokusu, okullarda öğretilen “Stratejik Derinlik” politikalarına pek uymaz. Dün Irak, bugün Suriye, belki de yarın Türkiye…

Ne zaman, nerede, nasıl ve hangi sürprizle karşılaşabileceğinizi asla kestiremezsiniz? Eviniz, barkınız mı var? Her an yıkılabilir.

Bir ömrün bütün emeğini, birikimini ve hatırasını ansızın kaybedebilirsiniz. Bir sınırdan, bir başka sınıra sürüklenirken, iyi ki beterini yaşamadım deyip, belki de halinize şükredersiniz.

Kim bilir? Belki de doğduğunuz topraklardan sürgün edilirken, göç kervanlarında türlü acılara katlanıp soykırım, tecavüz, işkence, açlık ve ölümle yüzleşirsiniz.

Oyun, zulüm, keder, öfke ve imanla yüklü olan bu topraklar, Kabil’in cinayet hikâyesinden beslenir. Kahkaha nedir bilmez ve asık suratlıdır.

BİR LABORATUAR ALANI OLARAK ORTADOĞU

Ortadoğu’yu bir laboratuar alanı olarak kullanan emperyalizm, Ortadoğu’yu daha fazla sömürmek için sürekli yeni stratejiler geliştiriyor.

Sömürge temelli bir siyaset güden, bölen, parçalayan ve çıkarları için her şeyi yapan emperyalist devletler, Büyük Ortadoğu Projesinin yeni versiyonu olan Arap Baharı stratejisiyle demokrasiyi yaygınlaştırmak isterken, terörizmi yaydığı için gri bir alan oluştu.

Algı operasyonlarıyla kitleleri yönlendiren küresel güç odakları, bölgedeki kukla rejimler aracılığıyla, Sünni/Şii mezhep çatışmalarını körüklediği gibi mobilize bir örgüt olan IŞİD’i, diğer grupların içinden türetip savaş sahnesine sürdü.

Batı menşeli olup Doğu’nun kodlarını kullanan IŞİD, küresel ve bölgesel güçlerden aldığı destek sayesinde, Ortaçağ’ın Moğolvari yöntemlerini devreye sokup objektifleri farklı bir tarafa çekmeyi başardı.

Cihat fikri için bir araç olarak gördüğü medya üzerinden, çeşitli katliam tekniklerini vahşice sergileyen ve bunu insanların gözüne sokan IŞİD, Ortadoğu’yu kan gölüne çevirerek, Siyasal İslam adına mezhep çatışmalarını şiddetlendirip barbarca bir misyon üstlendi.

Provokatif eylemler sonucunda cellâtlar çağına adım atan IŞİD, Irak ve Suriye’de, dini, dili, etnisitesi farklı olan halkları soykırımdan geçirdi. Böylece hem mezhep çatışmaları körüklendi hem Irak ve Suriye’de büyük bir felaket yaşandı hem de Ortadoğu’da oluşan gri alanda, yeni bir oyun devreye sokuldu.

Tam bir yol ayırımında olan Ortadoğu’da, gri alandaki boşluğu kimler, hangi şekilde dolduracak? Eksen kayması nedeniyle, Ortadoğu’nun kontrolü kimlerin eline geçecek? Emperyalist devletler, bu stratejiden nasıl bir çıkar sağlayacak?

Kurulmaya çalışılan Tahran, Bağdat, Şam üçgenli Şii kuşağından sonra, yeni bir Sünni kuşağı mı oluşturulacak? Bu kuşağın başat gücü kim veya kimler olacak?

Oyunun kuralına göre oynanmadığı Ortadoğu’da, yanlış hamleler, yanlış hamleleri doğurmaya devam mı edecek?

Bu soruların cevaplarını sonraki süreçte göreceğiz. Lakin genel manzara, iç açıcı gözükmüyor.

ZULÜM, GÖRMEYEN GÖZLERDE SAKLIDIR

Emperyalizmin ve IŞİD’in niyetini az çok sezebiliyoruz. Peki, Siyasal İslam adına insanların kafasını kesip günahın kirine bulaşanlara; insanların kanından vadiler ve cesetlerinden dağlar oluşturan IŞİD adlı küresel cihat çetesine destek veren yüksek rütbeli dindarların, ideologların, muktedirin ve Müslümanların tavrını nasıl izah edeceğiz?

Dikta rejimleri tarafından algı operasyonlarıyla yönlendirilip kullanılan Müslümanlar, televizyonda maç izleyen fanatik seyirciler gibi kendi rejimlerinden aldıkları desturla ve zerre kadar umurlarında olmayan Filistin ve Doğu Türkistan için ateşli sloganlar atarken, niçin şiddete maruz kalan diğer kavimler için dinin emirlerine göre hareket etmiyorlar?

Hiçbir insani tedaviye yanıt vermeyen ırk düşkünü dindarlar, hangi niyetle mazlum olan Kürdleri düşman kategorisine sokmaktadırlar?

Hangi din, hangi ahlak ve hangi mantık, insanlar arasında ayırım yapın ve katliamları övün diye emrediyor?

Mazlumlar, zalimler tarafından öldürüldüğü için sevinç naraları atan insanlıktan çıkmış meczuplar, hangi zalimlerin dünyevi dinine tapınıyorlar?

Mazlum bir halkı köle, ucube veya şeytan olarak adlandırıp kendi kavmini, bir başka kavimden üstün tutanların dini inancından, insanlığından, ahlakından şüphe edilmez mi?

Aslında lafı uzatmanın hiçbir manası yok artık. Çünkü din bezirgânları, ideolojik çıkar ilişkilerinden dolayı dini, dili, kökeni ve mezhebi aynı veya farklıdır diye, öteki olarak gösterilen insanları katledenlere destek veriyorlar.

Bu şekilde düşünenler, ırkçı/mezhepçi ideolojilerini İslam dininin değerlerinden üstün tuttukları için sapıttıklarını göremeyecek kadar azgınlaştılar. Bu azgınlık, tarihsel bir geçmişten kaynaklandığı gibi ideolojik öfke patlamasının ve ırkçılığın izlerini taşımaktadır. Çünkü zalimlerin zulmü, görmeyen gözlerinde saklıdır.

***

Ortadoğu dendi mi, “Suratları gergin. Suratları kararlı. Belli ki çok beklemişler. Kabuğundan çıkan bir portakal gibi gelen sabahı… Suratları gergin. Bir savaş alanına benziyor suratları. Dudakları nemli. Son defa kendi etini öpüp, yani son defa gerçek bir insan etini…” Bu cümleyi analiz ederken, Sezen Aksu’nun, “Eller günahkâr. Diller günahkâr. Bir çağ yangını bu. Bütün dünya günahkâr… Masum değiliz hiçbirimiz” adlı şarkısı, kulaklarımda yankılanıyor.

Burası Ortadoğu… Zihinde tasarlayıp klasörlere sığdıramadığınız “Stratejik Derinlik” fikirlerine ve televizyonda izlenen heyecanlı savaş filmlerine hiç benzemez.

Cebinde akrep taşıyanın, zehrine katlandığı” ve barbarlığın hükümran olduğu bu kadim coğrafyada, kimin eli, kimin cebinde pek belli değildir.

Helal ve haramın, dindar ve dinsizin, mazlum ve zalimin birbirine karıştığı bu bölgede, aniden bir katile, haine, zalime, kahramana, âlime veyahut mazluma dönüşebilirsiniz.

Nasıl olsa, uygarlığın beşiği olmakla övünen bu topraklarda, soykırım, tecavüz, işkence, sürgün ve ölüm, en sıradan alışkanlıklara dönüşmüş durumda...

Dedik ya, Kabil’in cinayet hikâyesinden beslenir buralar. Bugün IŞİD’i, yarın bir başkasını çıkartır karşınıza. Yanlış ata oynadınız mı, Habil’in felaketini kapınıza getirtirsiniz. Felaket dayandı mı kapıya, hiç acımaz. Keser nefesinizi!