Gazeteci Celal BaşlangıçÖzgür Gündem Gazetesi ile dayanışmak amacıyla "Genel Yayın Yönetmenliği" yapan ve tutuklanan Şebnem Korur Fincancı, Erol Önderoğlu ve Ahmet Nesin'i köşesine taşıdı. 

Celal Başlangıç, “Özgür Gündem Gazetesi ile dayanışmak amacıyla "Genel Yayın Yönetmenliği" yapan üç "nöbetçi gazeteci"nin  tutuklandığı gün değildir.

“Şebnem Korur Fincancı, Erol Önderoğlu, Ahmet Nesin değildir o gün sadece tutuklananlar; aslında bütün gazetecilerin basın özgürlüğüdür tutuklanan, daha da vahimi bütün bir halkın bilgi alma ve gerçekleri öğrenme hakkıdır” dedi.

Celal Başlangıç’ın Haberdar’da “Gazetecilerin tutuklanmaya mani bir hali yoktur Sultanım!  başlığı ile yayınlanan yazısı şöyle:

AKP'nin kapısına konmadan önce Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Söcüsü olarak bir televizyonda canlı yayına çıkmıştı Bülent Arınç.

Günlerden, geçen yılın 24 Temmuz'uydu. Yani "basında Abdülhamit sansürü"nün kaldırılışının yıl dönümü olarak kutlanan "Basın Bayramı"ydı.

Evrensel'le birlikte adını vere vere hedef göstermişti Arınç; "suç makinesi" demişti, "istersek davaya boğarız" demişti

Arınç AKP'nin kapısına konulurken, devletin Özgür Gündem'i ceza davasına boğma planı da uygulamaya konuldu.

"Çözüm süreci" boyunca hakkında neredeyse tek dava açılmayan Özgür Gündem'e yüzlerce soruşturma ve dava sağanak halinde yağmaya başladı.

Bunun üzerine 3 Mayıs 2016'dan itibaren başladı Özgür Gündem'de "Nöbetçi Eş Genel Yayın Yönetmenliği".

Bu direnişin bir yanı basın özgürlüğü için mesleki bir dayanışmaydı ama aslında halkın haber alma hakkı için, gerçekleri öğrenme hakkı için bir eylemdi.

O günden bu yana 50'yi aşkın; çok büyük bölümü gazeteci olan, sanatçılar, yazarlar, aydınlar, insan hakları aktivistleri Özgür Gündem'de Genel Yayın Yönetmenliği görevini üstlendi birer günlük.

Bunlardan 39'una "terör örgütü propagandası"ndan, "suçu ve suçluyu övmek"ten, "suça teşvik"ten soruşturma açıldı.

Altısı hakkında takipsizlik kararı verildi. Diğer altısı için ortalama 14,5 yıl hapis cezası istemiyle  dava açılıp mahkeme günü verildi (Bu satırların yazarı da dava açılan grup içindedir). Diğerleri için soruşturmanın sonucu beklenirken üç "nöbetçi genel yayın yönetmeni" hakkında tutuklama kararı verildi dün

Onun için büyük bir özenle kaydedin bu tarihi; 20 Haziran 2016, Pazartesi...

Çünkü bu aynı zamanda "neden Kürtlerin yanında durdun" soruşturmasının, "neden Kürtlerin  yanında durdun" davasına ve işte bu tarihte de "neden Kürtlerin yanında durdun" tutuklamasına dönüşmüştür.

İşin birinci yanı; AKP devletine göre, bu süreçte "Kürtlerin yanında durmak" büyük suç!

Bu iktidarın "Kürtlerin yanında durmayın len" naralanması soruşturma olarak, dava olarak fayda etmeyince, bu kez "dağılın len" hönkürmesi aşamasına geçişin ifadesidir üç "nöbetçi gazeteci"nin tutuklanması.

Yani daha net söylemek gerekirse bugün Çağlayan'daki bu üç tutuklama ile aslında 20 Temmuz 2015'de Kobane'ye Kürtlerle dayanışmak için giden 30'dan fazla gencin IŞİD bombasıyla Suruç'ta katledilmesiyle taşıdığı mesaj arasında anlayış olarak hiç fark yok.

Gelelim meselenin ikinci  boyutuna.

Bu aynı zamanda bütün muhaliflere, halkın haber alma ve gerçekleri öğrenme hakkını savunanlara, barış isteyenlere, demokrasi ve özgürlük talebinde bulunan herkese "hepinizi tutuklarım ha" parmak sallamasıdır.

Bu tutuklamanın üçüncü anlamı; toplumda çatışma noktalarını çoğaltarak yaratılacak kutuplaşma üzerinden olası bir referandumda "Başkanlık" ya da "Partili Cumhurbaşkanlığı"nın yüzde 45'lerin altında seyreden kamuoyu desteğini arttırmaktır.

Türkiye toplumunun 2013'te kitlesel olarak ölümüne karşı çıktığı bir projeyi yeniden halkın önüne dayatmanın amacı Gezi benzeri yeni bir çatışma alanı açmaktır. Daha birkaç gün önce yeniden Gezi Parkı'na Topçu Kışlası'nı, Taksim Alanı'na "Selatin Camisi"ni yapma, AKM'yi yıkma dayatması tamamen hayalindeki başkanlığı toplumsal gerginlik üzerinden gerçekleştirme planıdır.

En kesin dönüşüm tarihi 20 Haziran 2016, Pazartesi gününe not edilecek bu plan son bir haftada önce Cihangir-Firuzağa'daki "Ramazanda içki içme" saldırısıyla uygulamaya konuldu.

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Gezi'ye "sıfırdan tarihi bina yapma" dehasının yeniden canlanan kıvılcımlarıyla geliştirildi.

Bu planın "altın vuruşu" ise işte bir kara sayfaya özenle kaydedilmesi gereken o tarihte, 20 Haziran 2016, Pazartesi günü Şebnem Korur Fincancı, Erol Önderoğlu ve Ahmet Nesin'in tutuklanmasıyla gerçekleştirildi.

Gelelim bu meselenin dördüncü boyutuna.

Tutuklanan Şebnem Korur Fincancı, o kelepçeye uzanan elleriyle toplamıştı Cizre'deki bodrumlarda katledilen çocukların çene kemiklerini. Türkiye İnsan Hakları Vakfı Başkanı olarak sadece Türkiye'nin dört bir yanındaki değil, aynı zamanda bir adli tıp profesörü olarak dünyanın dört bir yanında o ellerini uzatmıştı işkenceyi, katliamı belgelemek amacıyla otopsi yapmak için.

Dünyanın en etkin gazetecilik kuruluşlarının başında gelen Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü'nün Türkiye Temsilcisi Erol Önderoğlu, dün kelepçe takılan o elleriyle, bitip tükenmek bilmeyen bir enerjiyle yazmıştı yıllardır Türkiye'deki basın özgürlüğü ihlallerine ilişkin raporları.

Ellerine kelepçe takılan Ahmet Nesin, sadece dünyanın en büyük mizahçılarından olan babası Aziz Nesin'in adını onurla taşımamış, bir yazar olarak da bir yayıncı olarak da o ellerle çoğaltmıştı toplumun vicdanı olmayı bilen düşüncelerini.

Gerek konumları, gerek çalışma alanları ve kimlikleriyle dün tutuklanan bu üç kişi sanki özel olarak seçilmişti. Sadece Türkiye'ye değil, Avrupa'ya da, demokratik dünyaya da "voltajı yüksek" bir parmak sallamanın tarihiydi 20 Temmuz 2016.

 Tutuklama sonrasında Çağlayan Adliyesi'ndeki polis karakolundan neredeyse güle oynaya uğurladık arkadaşlarımızı.

 Erol Önderoğlu, "Neyi, niye yaptığımı biliyorum. Vicdanım çok rahat, gerisini kendileri düşünsünler" diyordu.

 Duruşma salonundan çıktıktan sonra ortalıkta dolaşan Ahmet Nesin'e "Hocam vakit varken buradan tüy. Tutuklama çıkabilir" diye takılmıştık şaka yollu.

 Dün adliye karakolundan cezaevine gönderirken "Yapacağımız birşey, dışarıda bitirmemiz gereken bir işin var mı" diye sorduğumuz Ahmet Nesin gülerek yanıtlıyordu:

 "Hocam ben buraya hazırlıklı geldim. Tutuklanabilirim diye bütün işlerimi organize etmiştim zaten. Hazırlıksız yakalanmadım yani."

 Şebnem Korur Fincancı, cezaevinden önceki son durağı olan karakolda biz moral vereceğimize o bizi teselli ediyordu:

 "İnsan hakları vakfı başkanını tutukladılar. Umarım bu sonun başlangıcı olur."

 Bir de bu tutuklamanın işaret ettiği planın beşinci boyutu var.

 Kürt kentleri ablukaya alındı, yakıldı, yıkıldı. Hendekler kapandı, barikatlar kaldırıldı. Yani "Çöktürme Planı"nın bu aşaması tamamlandı. Şimdi ikinci aşama gündemde; Türkiye'nin batısını da kapsayacak şekilde bir çatışma ortamını yaymak; Kürt kentlerinde şimdilik kapanan hendekler, barikatlar için Türkiye'nin batısında uygun zemin yaratmak.

 Şimdi sorun gazeteciler, insan hakları örgütleri, aydınlar, ilericiler, demokratlar, sosyalistler bu ablukaya, bu "diz çökertmeye" teslim mi olacak? Yoksa üzerine yönelen saldırıya karşı büyük bir dirençle karşı mı koyacak?

 Dünden itibaren ilk gelen işaretler; tutuklamalara inat artık daha çok gazetecinin, aydının, sosyalistin Özgür Gündem Gazetesi'nde "tutuklanmaya aday nöbetçi genel yayın yönetmeni" olmaya yönelik çığ gibi yükselen talebiydi.

 Üzerimize giderek daha yoğun biçimde çullanan bu "çökmenin" boyutu daha iyi anlaşılsın diye söylüyorum.

 Dün Şebnem Korur Fincancı'nın tutuklama kararında dikkat çekici bir belirleme vardı tutanaklara geçen.

 "... şüphelinin tutuklanmasına engel bir halinin (tutuklama yasağı ve yargılama engeli bulunmaması hali gibi) bulunmadığı..."

 Eyyyy, "tutuklanmasına engel hali bulunmayanlar", ya bu kuşatmayı bütün özgürlükleri tehdit edilenlerle birlikte, hiçbir ayırım yapmadan yaracaksınız ya da köşenize sinip verilen tekmilleri kulaklarınızı tıkaya tıkaya dinleyeceksiniz:

"Bütün bir toplum kayıtsız şartsız size biat etmiş olarak emir ve görüşlerinize hazırdır, gazetecilerin tutuklanmaya mani bir hali yoktur Sultanım!