Burak Eldem / Demokrat Haber İstanbul

 

Mayıs ayının ilk günü, biri yaklaşık 120, diğeriyse en az 2500 yıllık iki köklü ve önemli geleneğin buluştuğu çok özel ve çok anlamlı bir tarihe işaret ediyor takvimlerde. Emekten, paylaşımdan, dayanışmadan, eşitlik ve adaletten yana olanlar için 1 Mayıs, sistemin efendilerine “Biz buradayız ve sizle mücadelemizde her zamankinden daha kararlıyız” mesajının bir ağızdan ve olabildiğince etkili biçimde verildiği, uluslararası dayanışma günü. Kelt kökenli kadim geleneğin izleyicilerince Beltane ya da Beltaine olarak adlandırılan “Mayıs Günü” kutlamalarıysa, yaşamın ölüme galip geldiği ve doğanın yeniden uyanışına güneşin karşı konmaz ışıklarının eşlik ettiği “Yaz Başlangıcı” onuruna düzenleniyor. Birbirinden ne denli farklı görünürse görünsün, her iki anlayış da bir direnç ve dirilişin altını çiziyor aslında: Evrendeki değişim süreçlerini engelleyemez, önüne geçemezsiniz!

 

1 Mayıs, dünya sosyalist ve anarşistleri için her zaman yılın en önemli günü oldu; kimi dönemlerde de siyasi konjonktürün getirdiği yüksek tansiyon nedeniyle sokaklarda ve meydanlarda haykırılan direniş ve dayanışma sloganları, bambaşka bir anlam kazandı. Çarlık Rusyası’nda, Şubat Devrimi’ne dek 1 Mayıs toplantıları yasaktı ve bu nedenle illegal olarak düzenlenen gösteri ve eylemler, devrime giden yolda mücadele kararlılığının haykırıldığı kilometre taşları niteliği taşıyordu. 1930’lar Almanya’sında Nazi iktidarı, 1 Mayıs’ın gücü ve etkisinden o denli tedirgin oluyordu ki, “devletleştirilmiş” bir “ulusal işçi bayramı” icat ederek sosyalist ve komünistler üzerindeki baskısını artırdı; aynı yöntemi İtalya’da Mussolini de izledi. Latin Amerika askeri diktatörlükleri için 1 Mayıs her zaman “korkulu rüya” olurken, tüm yasaklamalara karşı düzenlenen illegal eylem ve gösteriler, direniş ruhunu güçlendiren kritik unsurlara dönüşüyordu.

 

Türkiye’de 1976’da Taksim Meydanı’nda kitlesel coşkuyla kutlanmaya başlayan 1 Mayıs, dönemin MC Hükümeti ve yükselen faşist dalgaya karşı direnişin doruğa çıktığı gösterilere sahne oldu; zaten bu nedenle de 1977’de sahneye konan “derin provokasyon” aracılığıyla 1 Mayıs’a gölge düşürme ve “korkulan gün” haline getirme stratejisi izlendi egemenlerce. CHP azınlık hükümetinin iktidarda olduğu 1979’da, İstanbul’daki 1 Mayıs gösterilerini engellemek için kentte “sokağa çıkma yasağı” ilan edildi; yasağa rağmen sokağa çıkıp eylemi gerçekleştiren yüzlerce sosyalist tutuklandı. 12 Eylül dönemi boyunca yasak olan 1 Mayıs gösterileri, sert önlemler ve basın üzerindeki yoğun sansüre rağmen, ülkenin birçok kentinde “korsan eylemler” ile ses bulmaya çalıştı.

 

Bugün 1 Mayıs, küresel düzeyde yine oldukça kritik bir dönemde, egemen sisteme karşı direnişin ateşleyicilerinden biri olarak farklı bir anlam kazanmış durumda. Amerika’da bir yılını geride bırakan ve bu süre içinde yerel sınırları aşıp tüm dünyada hızla yaygınlaşan küresel anti-kapitalist hareket Occupy Wall Street, haftalar öncesinden 1 Mayıs’ı “ülke çapında eylem günü” ilan etti.

 

Birkaç gündür sosyal medyada, Occupy hareketinin 1 Mayıs için hazırlattığı afişleri paylaşıyor ve twitter'ın 140 karakterlik sınırları elverdiği ölçüde, "genel grev" hazırlıklarından söz ediyorum. Yaklaşık bir yıl gibi kısa bir süre içinde Amerika'daki muhalefetin çehresini hatırı sayılır biçimde değiştiren Occupy hareketi, bugün Avrupa, Asya, Okyanusya ve Güney Amerika'daki birçok ülkeye de sıçrayıp, hızla büyüyen bir "sokak inisiyatifi"ni biçimlendiriyor artık. Başlangıçta "naif ve çocuksu" bulunan ve "ideolojik arka plan eksikliği" nedeniyle sol çevrelerde kuşkuyla bakılan bu yeni muhalefet, doğrudan sistemin kalbini hedef alan, finans-kapital'e yönlendirdiği etkili eylemleriyle yıl başından bu yana "yeni sol" arayışların da ilgisini üzerinde toplamış durumda. Bu yılki 1 Mayıs ise bu gelişen inisiyatifin belki de en büyük sınavlarından birine sahne olacağa benziyor; çünkü Occupy, "sendikal bürokrasi"yi devre dışı bırakarak, doğrudan "bireyleri eyleme çağıran" kapsamlı bir genel grev hazırlığında. Eğer başarıya ulaşırsa, bu, Amerika tarihinde bir ilk olacak.

 

Bu gelişmeleri hızla tırmandıran etkenler, dünya konjonktürünün son 10 yılda yaşadığı değişimde saklı. Öyle bir çalkantı ki bu, direniş ve mücadeleyi yirminci yüzyıl boyunca kavranan anlamlarının ötesine taşıyıp, bir "varoluş sorunu" haline getiriyor: Uluslararası finans-kapital, çöküşte. Verili koşullarda "tedavisi" olmayan krizin faturası, artık ülke-toplum ayırt etmeksizin dünya halklarının hepsine çıkarılıyor. Eski "emperyal" modellerin yerini alan "küresel refah dağılımı" aldatmacaları, ekonomik çöküntüler nedeniyle suya düştü; artık hiçbir halk, "akşam haberlerinde sefaleti izlenip beş dakikalığına üzülünen" arka plan görüntüsü haline gelmek istemiyor. Savaş rüzgârları eskiden olduğu gibi heyecanlı yandaş kalabalıkları toplayamıyor hiçbir ülkede ve halihazırda izlenen "küçük bölgesel savaşlar stratejisi", savaşın ateşinden uzak olan Batı toplumlarında bile fena halde ters tepiyor. Bıçak her yönden kemiğe dayandı yani; bugün tanık olduğumuz zincirleme başkaldırı ve "itaatsizlik" eylemleri, 50 yıl önce "Çiçek Çocukları"nın gerçekleştirdiği naif isyandan, birçok bakımdan farklı.

 

“Arap Baharı” adı verilen toplumsal hareketlerin kısa bir süre içinde düşkırıklığına dönüşmesi, başkaldırı ruhu üzerinde olumsuz bir etki yaratmadı. Tam tersine, ayaklanmalarda dinamo rolü oynayan gençliğin ve özgürlükçü grupların sosyal medya üzerinde biçimlendirdiği yeni yöntemler, küresel düzeyde sistem karşıtı hareketler için etkili bir esin kaynağı olmaya devam ediyor. Arap dünyası ve Ortadoğu analisti Gilbert Achcar, “devrimde katalizör işlevi gördüğü halde İslamcı gruplar tarafından marjinalleştirilmeye çalışılan” genç direnişin durdurulamayacağı görüşünde. Daha önemlisi, bu ayaklanma modeli Ortadoğu ve Arap dünyası sınırlarını çoktan aşıp dünyanın birçok ülkesine yayılıyor artık. Bir başka siyasi analist, John Pilger, on yılı aşkın bir süredir Batı dünyasına sinsice egemen kılınan “terör paranoyası”nın herkesi her an “terör şüphelisi” haline getirebileceğinden söz edip, “Bu konuda ne yapmayı düşünüyorsunuz?” sorusunu yöneltiyor insanlığa. Noam Chomsky, küresel değişim rüzgârı ve direniş hareketlerini ele aldığı “Occupy” adlı kitabının çıkış tarihi olarak bugünü, yani 1 Mayıs’ı seçti; çünkü “genel grev” sözcüğünün telaffuz edilmesini bile önemli buluyor.

 

Bugün neler olacak, Occupy hareketi, hedeflediği genel grevi kısmen de olsa yaşama geçirebilecek mi? Dünyanın birçok ülkesinde “kutlanacak bayram” değil, doğrudan “direniş ve dayanışmanın simgesi” anlamını taşıyan 1 Mayıs, yeni bir “devrimci dalga”nın ilk kıpırtılarını küresel düzeyde başlatabilecek mi? Bunları hep birlikte göreceğiz. Ama sonuçlar ne olursa olsun, hem dünyanın hem de Türkiye’nin gündemi, işlerin artık “eskisi gibi yürümeyeceği” izlenimini vermeye yetecek kadar ağır ve boğucu. Var olan koşullar altında bu 1 Mayıs’ın, her ne olursa olsun, dünyanın önümüzdeki yıllarda yaşayacağı hızlı ve çalkantılı değişim sürecinin başlangıç noktasını oluşturacağını düşünüyorum.

 

Kelt geleneğinde Beltane, “yaz başlangıcı” demiştik. Eski İrlanda dilinde Mayıs anlamına gelen sözcüğün etimolojik kökeni, “ışıldayan ateş”. İlkbahar ekinoksunun yaşandığı 21 Mart ile, yaz gündönümüne sahne olan 21 Haziran arasındaki dönemin tam ortasına rastlayan Beltane, güneşin toprağı canlandırışına gönderme yapmak üzere, ateş yakarak kutlanıyor çoğu kültürlerde; tıpkı üzerinde yaşadığımız topraklardaki Hıdırellez geleneği gibi. Bakalım “doğanın uyanışını” ve “yaşamın ölüme karşı zaferini” simgeleyen o Mayıs ateşi, Occupy dalgasının da etkisiyle, direniş ruhunun başlatacağı küresel bir “işgal” için ilk kıvılcımları yaratabilecek mi?

 

https://twitter.com/#!/burak_eldem