Ece Güneş Saadetyan / Demokrat Haber

TEKSTİLDE Z BEDEN: SURİYELİLER VE ÇOCUKLARI

Şirineveler’deyim. Daha önce Tekstil sektöründe çalışan bir arkadaşım orada Suriyelilerin çalıştığı tekstil atölyelerinin bulunduğunu, kapılarında iş ilanların olduğunu söylemişti. Zira İstanbul’da Suriyeliler, İkitelli, Bağcılar, Başakşehir gibi tekstil sektörünün yoğunlaştığı yerlerde nüfusça kalabalıklar. Dolmuştan indikten sonra etraftakilere sordum: burada tekstil atölyeleri nerede? İşaret ettikleri yöne yürüdüm. Bir binanın duvarında “eleman aranıyor” ilanını görünce “aradığımı buldum” galiba diye sevindim. Hemen binanın giriş kapısını bulup merdivenleri çıktım.

“SURİYELİLER FALAN ÇALIŞIYOR, BİLMEM DAYANABİLİR MİSİN?”

İlk kattaki tekstil şirketinde bir kadın vardı. “Eleman arıyor musunuz” diye sordum. Adımı soyadımı, eğitimimi, nereli olduğumu, nerede oturduğumu, bana soracakları tüm sorulara karşı inandırıcı cevaplar ve tavırlar hazırlamıştım. “Şöyle geç canım” dedi. Atölyenin girişindeki bir masanın karsındaki sandalyeye oturdum.

O da masanın arkasına geçti elinde sigarasıyla. “biz burada ütü paket yapıyoruz, daha önce tekstilde çalıştın mı” diye sordu. “Hayır” dedim. “Basit zaten, hemen öğrenirsin, yakın mı oturuyorsun” diye sordu. “Evet” dedim. “Ne maaş veriyorsunuz” diye sordum, “1200 liraya kadar maaş alan var burada” diye cevapladı. “Pazartesi başlarsın, bir hafta çalışırsın bakarız” dedi.

Burada “ortacı arayan var mı” diye sordum. “Üst katta gömlek yapıyorlar orası arıyor ama orada Suriyeliler falan çalışıyor bilmem dayanabilir misin” dedi, tek kaşını kaldırıp. “Peki düşüneyim” deyip konuşmayı bağlayıp zaman kaybetmeden üst kata çıktım. Akşam saati olduğu için kimse kalmamıştır diye korkuyordum ama şansım yaver gitti. Tam asansöre bir grup binerken “burası ortacı arıyormuş biliyor musunuz” diye sordum.

Asansördeki erkek, “evet” dedi. “Ben düşünüyorum” dedim heyecanla. “Pazartesi gel o zaman” dedi. “Saat kaçta” diye sordum. “Sekiz” dedi. “Adınız ne, gelince sizi bulayım” dedim “B”. dedi. Kişisel bilgilerim konusunda yaptığım tüm hazırlık boşa gitti. Adımı soran olmadı. Ben bir zerreydim... Tekstil sektöründe çalışan geçici bir işçinin yaşamını anlatan o filmin adı gibi: Zerre! Şimdi Pazartesi erkenden işe başlayacağım.

ATÖLYENİN YARISINDAN FAZLASI SURİYELİ

Pazartesi ilk iş günüm. Sabah altı buçukta kalktım. Boğazlı bir kazak ve onun üzerine kolsuz dize kadar uzun bir başka kazak ile paçaları bol bir kot pantolon giydim. Başıma da başörtüsü taktım. Evden işe gitmek için çıkarken gördüğüm komşumuzu atlattım. Otobüse benden sonraki duraktan bindiğini fark ettiğim bir başka tanıdığı da başımı öne eğerek atlattım. Böylece başımın neden örtülü olduğu konusundaki garip bakışlardan ve sorulardan kaçınabildim.

Bu kaç göç telaşı nedeniyle “acaba başımı örtmeye çok da gerek var mıydı” diye düşündüm Ancak bir iş merkezinin beşinci katındaki atölyeden içeri girince isabetli karar verdiğimi anladım. Zira atölyedeki kadınların hemen hemen hepsi başörtülüydü. Makinaların gürültüsü başlamıştı. Bu gürültüye eşlik eden bir de yüksek sesle çalan müzik vardı. Cumartesi günü adını öğrendiğim B’yi sordum, yerini gösterdiler, buldum. B beni dikiş makinalarının olduğu orta alanda bir yere getirip bıraktı. “Burada dur, S. sana bir yer bulur” dedi ve gitti. Yanımda 14- 16 yaşlarında iki Suriyeli genç erkekle beklemeye koyuldum. S. geldi beni aynı kattaki paketleme bölümüne götürdü.

Atölyenin neredeyse yüzde 75’i Suriyeli’den oluşuyor. Aynı katta, şöyle bir göz gezdirimi ile 150 civarında işçinin çalıştığını söyleyebilirim. Daha sonra bir çalışandan öğrendiğime göre başka atölyelerle beraber şirketin işçi sayısı 500 civarında imiş. Paketleme bölümüne geldiğimde, Türk olan R. bana gömlekleri nasıl paketleyeceğimi gösterdi. “Katlanmış gömlekleri alıyorsun masaya koyuyorsun. Yandan gömleğin boyuna uygun poşeti alıyorsun, Large ise L yazan, Small ise S yazan, Medium ise M yazan poşeti.

Poşeti havada kollarınla açıyorsun sonra hızlıca gömleğin başından geçiriyorsun. Sonra arkasını çeviriyorsun yapışkanını açıp bantlayıp yanına aldığın boş bir kolinin içine dolduruyorsun.” Sonra adımı sordu. “Z...”, dedim. Gömlekleri poşetlemeye başladım. Başta baya zorlandım, elim yavaştı. Takıldığım her yerde pratik ve hızlı olma yöntemlerini R. yanıma gelerek gösterdi. Ben de zaman içinde hızlandım.

“BİR HAFTA ÇALIŞIP GİDERSEN BİR ŞEY ALAMAZSIN”

Bu arada S.. uzaktan bana el işareti ile “sen bir gelsene” dedi. Beni atölyenin girişindeki yere çağırdı. “Açıkça konuşalım geçici misin kalıcı mısın” diye sordu. Ben de “kalıcıyım” dedim. “Çünkü bilelim ona göre” diye uyardı. Söylediğine göre çalışmaya gelenlerden bazıları birkaç gün, bir ay çalışıp ayrılıyormuş. Bunu daha önce görüntü almak için açıkça başvurduğum, masasının arkasında Osmanlı tuğrası olan, içeride Suriyeli, Afrikalı pek çok işçiyi gördüğüm bir tekstil şirketinin sahibinden de duymuştum.

Ayrıca tekstil işini fırsat bulduğunda bırakan Suriyeli arkadaşlarım da olmuştu. “Maaş ayın onunda” dedi. Ben “ne kadar” diye sordum. O da “Sen daha önce bir yerde çalıştın mı” diye sordu. “Yok” dedim. “850 Lira” dedi, “sabah 8’de başlıyor, yedeğin yoksa akşam yedi buçukta bitiyor” diye devam etti. “Sigorta yapıyor musunuz” diye sordum. “Güvenebileceğim arkamı yaslayabileceğim eleman olursan yaparız”. “Tamam” dedim. “Güvenirsem kalıcı olursan, ihtiyacın olduğunda da gelir benden istersen, bin lira iki bin lira, çalışırsın maaşından keseriz taksitle ödersin” dedi.

Ben “bir ay sonra sigorta yapar mısınız” diye sordum. “Bir ay sonra yaparım dersem yalan olur” dedi. “Mesaiye kalırsam ödeme yapıyor musunuz” diye sordum. “Kimsenin hakkını yemiyoruz, ödüyoruz” dedi. “Ne kadar oluyor” diye sordum. “Aylık maaşa göre saatlik ücretine ne düşüyorsa o” diye cevapladı. Günlüğüm yaklaşık 45 liraya geldiğine göre, günde 10 saat en az çalışacağıma göre, saatim yaklaşık 4 Lira ediyor...Sonra da bana “ihtiyacın varsa çalışırsın, bir hafta çalışıp gidersen bir şey alamazsın” dedi, mutabık olduğumuzdan, şartları kabul ettiğimden emin olmak ister gibi durdu. Ben de “tamam” dedim.

Yerime geçtim ve poşetlemeye devam ettim. Daha baştan önüme dağ gibi yığılan gömlekler bitmeyecek gibiydi. Poşetlediklerimi koliliyordum, sonra tezgaha yeni bir dağ gibi gömlek serisi geliyordu. Karşımda ütücüler ve katlayıcılar vardı. Hiç sıkılmadan mekanik hareketlerle akşama kadar nasıl böyle çalışabiliyorlardı. Nihayet 10 çay molası geldi. Yemekhaneye gittik.

Gelenler yanlarında getirdikleri peynir ekmekleri yiyordu. Midem kazınıyordu çünkü sabah işe yetişmek için kahvaltı etmemiştim. R’ye “burada yiyecek bir şeyler alabileceğimiz bir yer var mı” diye sordum “Market var” dedi ama ben beş kat aşağı inip gelene kadar mola bitecekti. “Ben sana bir şey ayarlarım aşağıya inince” dedi. Çayımızı içerken fark ettim ki kadınlar öndeki uzun masaya otururken, arkadaki kalan tüm masaları erkekler doldurmuştu.

“S’Yİ GÖRDÜĞÜN ANDA SUSACAKSIN”

Çay molası bitip aşağıda atölyede yerimizi alınca R. bana cevizli ve üzümlü yuvarlak ekmeğinden getirdi. “Bunu”- poşetleme yaptığımız masayı işaret ederek- “altına çömelerek ye” dedi. Ekmeğimden iki lokma aldıktan sonra ayağa kalkıp ekmeği sarıp çantama koyarken, R. bana “ye, ye, S... burada olmadığı sürece her şeyi yapabilirsin” dedi.

Zira S.. sık sık atölyede teftişe çıkıyordu, “ama S’yi görünce konuşuyorsan bile susacaksın” diye uyarmayı da ihmal etmedi R. Ben de böylece çömelerek ekmeğimi bitirdim. Bu arada S’nin teftişi yanında atölyenin her tarafı kameralarla izleniyordu. Bir kamera da tam benim ensemde duruyordu hatta. R. beni kameralar konusunda da uyardı.

“MADE IN TURKEY, MADE BY SYRIAN REFUGEES”

Yanımda gömleklere etiket basan Suriyeli N. vardı. Gömleklere bastığımız etiketlerin üstünde D adlı, 100 milyon dolarlık satış hacmi olan namlı bir şirketinin adı ve 25 lira taksitli fiyatı, 27,99 lira peşin fiyatı yazıyor. “Made in Turkey” yazıyor ama “Made by Syrian refugees” yazmıyor tabi... R. bana gömlekleri poşetlerken üzerinde fazla ip varsa toplamamı, gömlekte kumaş defosu varsa kenara ayırmamı söyledi. R’nin yanında 9 yaşında N gömlekleri poşetliyordu.

N’ye neden okula gitmediğini sordum. Azerbaycanlı imiş, “burada okul bana yasak” dedi. Çalışanlar arada birbirleri ile paket lastiği fırlatma oyunu oynuyorlar, S ortalıkta yoksa tabi. N de bu oyuna katılıyor bazen. Ama işler yavaşladığında R onu uyarıyor, “oyunun sırası değil, hadi al şunları poşetle” diyor.

ATÖLYEDE SURİYELİLER İÇİN ARAPÇA MÜZİK ÇALIYOR

Atölyede sürekli yüksek sesli müzik çalıyor. Çalan şarkılar Türkçe, Arapça ve Kürtçe. Öğrendim ki ütüleme bölümün arkasındaki müzikçalara herkes kendi harici belleğini getirip takıyormuş. Sırayla bu müzikler çalıyormuş. “Biji Biji YPG” de çalıyor, İbrahim Tatlıses, Hande Yener. De. Arapça ise en sık çalan şarkı “Nura Lipset Tennura”. Hep beraber kardeşçe gömlek üretiyoruz, hep beraber sömürülüyoruz. Sanırım gizli fotoğraf çekmek, görüntü almak çalışırken mümkün olmayacaktı. Hiç durmadan ellerimi kullanıyordum, S sürekli geziyordu, arkamda kameralar vardı. Bir ara poşetlediğim gömleklerin birinin fotoğrafını çekmeye çalıştım. Suriyeli F. yanıma geldi, “fotoğraf niye” diye sordu, “anneme göstermek için” dedim.

Atölyede ütücülerin yanında çalıştığımız için çok sıcak, ben de kalın giyinmişim, baya terledim. Çalışanlar ellerindeki yarım şişelik su pet şişelerine sibilden su dolduruyor. Benim yok. R öğle arası aşağıdaki marketten bir su almamı, sonra bitince sibilden doldurmamı söyledi. Yazın çok daha sıcakmış. Şimdiki sıcağı düşünürken hayal edebiliyorum. Derken saat 12 oldu. Öğle yemeği molası, tekrar yemekhaneye çıktım. Mönü de patetes yemeği ve bulgur pilavı var. Sıraya girdim. Birlikte çalıştığım diğer kadınlar benden önce gelmişti.

Sırada hiç kadın kalmamıştı. Erkekler bana ön sıradan yer verdiler, “beklerim sırada” dedim ama ısrar ettiler. Ben de önce geçtim. Yemeğimi bitirdikten sonra markete inip hemen su aldım. Atölye dönüşünde F. masanın altına yığılmış karton kutuları ve poşetlerin üzerine oturmuş, Arapça müzik dinliyordu. Yanına oturdum. Afrinliymiş. Bana telefonundan Afrin’in fotoğraflarını gösterdi. Öğle molası da bitti, tekrar çalışmaya başladık. S. bizim bölüme geldi. Bana “etiketlemeyi de öğren” dedi. Suriyeli N.’nin yanına geçtim, bana etiketlemeyi öğretti.

ÇOCUKLAR GÜNDE 10 SAAT AYAKTA, AYLIKLARI 500 LİRA

Etiketlediğim gömlekleri 9 yaşındaki N’nin önüne koymak hiç de kolay değildi. Ama yaptım. N başlarda “yoruldun mu” sorumuza gülerek “hayır” yanıtını veriyordu saatler ilerledikçe ise biz sormadan “kollarım ağrıyor” demeye başladı. Düğmeleme bölümünde, etiket hazırlama bölümünde çok fazla Suriyeli çocuk var. 9 ile 14 yaşları arasında. Aylık 500 Lira alıyorlar. Onlar da bütün gün ayakta, düğmeleme yaparken oturdukları bir sandalye yok.

Sürekli aynı renkteki gömlekleri poşetlemek ya da etiketlemek çok sıkıcı. A’ya “başka renkte biçimde gömlekler gelmiyor mu” diye sordum. Gelmiyormuş. Bari önüne gelen gömlekler bu mekanik hareket içinde değişse istiyor insan. Sağdan gömleği al masaya koy, soldan poşeti al, iki elinle çırp aç içine hava doldur. Sonra yanlarından gerdir, gömleğin üzerinden hızla geçir, tersini çevir, poşetin yapışkanını aç, yapıştır, koliye koy. Böyle 5 koli yaptım. XXS, XS- S, M, L, XL, XXL, 3XL. Gömlek bedenleri böyle, buradaki bedenler ise hangi harfe sığar? Kelimenin başka anlamıyla Sıfır Beden! Saat 16’da ikinci çay molası geldi.

ATÖLYEDE YENİ BİR DİL: TARZANCA

Molayı çalan zil sesinden anlıyoruz. Tekrar yukarı çıktık. Sıraya girip çayımızı aldık. Aslında sürekli ayakta durmaktan bacaklarımda derman kalmamıştı. Molada biraz uzatıp dinlenmeye çalıştım. Arkadaşlar “alışırsın” dediler, onların bacakları artık ağrımıyormuş. 15 dakika sonra mola bitti ve gömlekleri etiketlemeye başladım. Bu arada Suriyeli N. dün akşam Suriye’de Rusların bir okulu bombaladıklarını anlatıyordu. Yakında izin alıp kısa bir süreliğine Suriye’ye gidecekmiş. “Tehlikeli değil mi, korkmuyor musun” diye sordum.

Yine de gideceğini söyledi. Dillerimiz farklı ama öyle böyle, işaret, vücut dili ve sezgilerimiz yardımı ile anlaşıyoruz. Benim bildiğim birkaç Kürtçe kelimenin de faydası oluyor. Zira atölyede Suriyeli Kürtler de var ve N de onlardan biri. Gerçi hiç Kürtçe bilmeyen R ile kadınca dedikodu bile yapıp, gülüşebiliyorlar arada. Masanın üstüne bile telefonumuzu koymamız yasak. Ben gizli çekim yapmaya ön hazırlık yaparken beni uyardılar, telefonunu al oradan diye.

DÜNYA YANSA ATÖLYEDEKİLERİN HABERİ OLMAZ

İş esnasında tüm bağlantı kesiliyor. Yani savaş çıksa, dünya yıkılsa haberimiz olmaz. Sadece sabah dolmuşta aşırı yandaş bir radyo kanalını açıldığı dolmuşta haber! dinleyebildim. Biri şöyleydi: Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı çalışan anneler için devrim gibi bir politika üretmiş. Anneler çocuklarının okul çıkış saatinde işten ayrılabilecekmiş. Diyelim çocuğu saat akşam 4’te okuldan çıkıyor, çalışan anne de işe ona göre erken gelip o saatte işten çıkma hakkı kazanacakmış.

Şimdi o haberle burada yedeklerle mesaiye kalan, 12 saat ayakta çalışan anneleri ve çocukları zihnimde biraraya getirince “yalan” diyorum. Bunu düşünürken de atölyede İbrahim Tatlıses’in “Yalan” şarkısı çalışıyor.

‘PATRON’ ÇALIŞMA HIZINDAN MEMNUN DEĞİL

Saat altı gibi işler hızlanmaya başlıyor. Yedek bırakmamak için. Yedek bırakınca malum mesai uzuyor. Yedek demek poşetlenmemiş, katlanmamış, etiketlenmemiş, birikmiş ütülenmiş gömlek demek. Sanki müzikler de hareketlendi. Motive etmek için midir nedir. Ben de hızlandım. Benim yanımda çalışan katlamacının yedekleri var. 16 yaşında, adı A. Suriyeli. 700 TL maaş alıyor. Sürekli mesaiye kalıyor, ne kadar hızlı katlarsa katlasın, hep yedeği oluyor.

S geliyor zaten “Ne bu yedekler, nasıl çalışıyorsunuz” diye çıkışıyor A’ya. Ki gözlerim şahit, çay ve yemek molası hariç A tuvalete bile gitmedi, su bile içmedi. A. “Ben kalıyor mesai, halim harap” diyor. N, yardıma koşuyor yanına etiketlemeyi bırakıp, gömlek katlıyor. Ben de N’nin açığını kapatmak için daha bir asılıyorum etiketlemeye var gücümle. Etiketlemede hızlandım ama benim etiketleme makinam hep tutukluluk yapıyor. N. ile S’ye söylüyoruz “bu bozuk” diye, “bunlar güzel” diye cevaplıyor. Kaç paralık şeyse, biri bozuk iki makina ile ikimiz etiketlemeyi bitirmeye çalışıyoruz. Saat yediye doğru yaklaşırken artık ayakta zor duruyordum.

Hatta zaman zaman yere çöküp bir iki dakika dinlendiğim oluyor. Suriyeli işçiler çalışırken çok titiz. Kalite kontrolden geçen gömlekler üzerinde illa ki hata buluyorlar. Bu kadar maaşa bunca saat emeğe oradaki tüm Suriyeli çalışanların işlerine gösterdikleri itina takdire değer. N. gömlek etiketlerini ben masa üstünde dağınık koyunca tek tek hepsini yeniden düzenliyor. Yedi buçukta zil çaldı. Bazıları hemen elindeki işi bıraktı. Biz kararsızdık, yedeğimiz var mı yok mu? R . “mesaiye kalacak kadar yedek yok” dedi, paltomu giydim ve çıktım. Bitmiştim. Dolmuşa bindiğimde yaşlıca bir amcaya kalkıp yer veremedim, ayağa kalksam düşeceğimden korktum çünkü, kusura bakmasın.

ÖLSEM PATRONUN HABERİ OLMAZ

Eve geldiğimde saat akşam 9’du ki bu mesaiye kalmamış halimdi. Yapılacak tek şey ertesi gün için dinlenmekti... ama yarın işe gitmediğimde S, adımı bilmediğinden “nerede o kız, gelmedi mi” diye soracak. Belki öldüm ama haberleri bile olmayacak. ‘Patron’, “işte yine bir hafta çalışıp dayanamayıp kaçanlardan” diye düşünecek.

Bu gözlemleri kimliğimi gizleyerek yapabilme imkanı bulabildim. Elbette böyle olsun istemezdim. Kısa süre birlikte mesai yaptığım Suriyeli işçi arkadaşlardan güleryüz, anlayış, yardım gördüm. Hepsinin mücadelelerine ve emeklerine hayranlık dolu bir saygı duyuyorum.