Cemalettin Efe - Peter Haumer / Demokrat Haber

DİSK Bölge Temsilcisi ve Birleşik Metal-İş yöneticisi Ayhan Ekinci ile son dönemde Bursa’daki metal işçilerinin mücadelesi üzerine konuştuk...

    •    Ön görüşmemizde işçilerle görüşmemizin mümkün olamayacağı söylendi, neden? Bunun bir açıklaması vardır, herhalde...
Hükümetin yoğun baskısı, işverenin ve Türk Metal’in tehditlerine karşı örgütlü arkadaşlarımızı koruma altına aldık. Onlarla görüşme ortamlarımızı ve ilişkilerimizi gizli tutarak 2017'de toplu sözleşme hakkımızı kazanmaya çalışıyoruz. Bu nedenle hem işçileri tehlikeye atmamak, hem de toplu sözleşme hakkını elde etmek için sendika olarak prensip kararı aldık ve işçileri kimseyle buluşturmayı düşünmüyoruz.



    •    Bursa’da, Renault’da grevleri, diğer olayları anlatabilir misiniz?
Türkiye’deki işçi ayaklanması hak aramadır aslında. Bu mücadele geçtiğimiz yılın bahar ayında başlamadı, 1982’den beri sürüyor. Mesela geçen yıldaki hareketlilikten iki yıl önce de BOSCH örgütlenmesi vardı. İşçilerin iki üç yılda bir ayaklanmasının nedeni ise 80 İhtilali’nden bu yana, işçiler özellikle de metal işçileri, devlet tarafından gösterilen sendikanın eliyle hapsolmuş durumdadır. Bu sendika “sarı sendika”dır. 80 İhtilali’nde paşaların bile göz dikemediği işçi haklarına “sarı sendika”yla birlikte saldırıya geçtiler.

Buna tepki 1998'deki hareketlilik oldu. Biliyorsunuz, Türkiye’de sendikalı olmak için notere gitmek gerekiyor. 1998’de işçiler toplu olarak notere gidip o “sarı sendika”dan istifa ettiler; ama bir gün sonra işveren ve hükümet yetkilileri, işçileri tehdit ederek yine aynı sendikaya üye olmak zorunda bıraktırdılar. Olmayanları işten çıkardılar. Örneğin, İtalyan sermayeli TOFAŞ, bin kişiyi işten çıkardı, RENAULT, o dönemde çok fazla işten çıkarma yapmasa da bu durum, işçiler üzerinde ciddi bir baskı oluşturdu. 2010 yılında biz DİSK-Birleşik Metal-İş sendikası olarak grev kararı aldık.

    •    2010’daki bu grev nerede oldu?
Türkiye genelinde 40 bin çalışanı ilgilendiren bir eylemdi ve Birleşik Metal-İş’in üyeleriyle olacaktı. İşverenler sendikanın yönetimiyle diyaloga geçtiler. Ücretlere ek zam alarak protokol imzaladık ve greve çıkılmadı. En son üç fabrika kalmıştı ama onlarda anlaşama olmayınca burada grevi uyguladık.

Alman BOSCH’un şöyle bir sözü vardı: “Güvenimi kaybedeceğime, paramı kaybetmeyi yeğlerim” diye raklam yapan Alman Bosch yönetimi 4 bin işçiyi sendikamıza üye yapmamıza rağmen hiç de bu söze uygun davranmadı ve işçiler için ‘ikna odaları’ kurdular. Bu odalarda “ya bu sendikadan istifa edersin ya da seni işten atarız” diyorlardı. Mesela kendi fabrikasında çok çalışmasından dolayı posta başı, grup başı yapılmış kişilerin yetkilerini aldılar. Çeşitli psikolojik baskılar uyguladılar. Sonuçta mahkemelik olduk ve mahkemede 5 bin kişilik fabrikada yaptıkları sahtekârlıklarla 70 üyesi olan Türk Metal yetkili sendika oldu. Türkiye'deki uygulamaya göre yetkili sendikanın yaptığı toplu sözleşmeden başka sendikaya üye işçilerin yararlanması için dilekçe vermesi ve dayanışma aidatı ödemesi gerekiyor. Bunun üzerine işçiler bizim sendikayla birlikte eyleme geçtiler.

Bu arada 2015'te ise Türk Metal grup sözleşmesi yaparken BOSCH fabrikasında ayrı bir sözleşme imzaladı ve bunun üzerine Nisan ve Mayıs aylarında kendi üyesi işçiler bile ayaklandı. 



    •    Geçen bahardaki direnişte DİSK ne kadar örgütlüydü?
Bizim bu bölgede 1500 üyemiz vardı. Örgütlülüğü sayıyla değil de, yaptığı eylemle, mücadeleyle ölçmek gerekir. 2015 Bahar aylarında bu gelişmeler olduktan sonra, işçiler 30 yıldan bu yana grup toplu sözleşmesi içerisinde farklı sözleşme yapamazsınız, diyen kendi sendikaları Türk Metal Sendikası’na karşı çıkarak, biz de “BOSCH’daki sözleşmeyi” istiyoruz dediler. Ve Türkiye’de 40 ila 50 bin metal işçisi ayaklandı. Bunun içinde FORD, TÜRK TRAKTÖR, RENAULT, TOFAŞ, OTOTRİM, MAKO gibi birçok fabrika vardı ve hepsi Türk Metal üyesiydi, farklı sözleşme yapılabiliyormuş diye aynı sözleşmeyi istediler. Fakat üretim durmasına rağmen sermaye teslim olmadı. İşçiler, o zaman bizlerle de henüz buluşmamış oldukları için araya giren çeşitli kişiler veya kurumlar sendikayla aralarını bulmaya ve uzlaştırmaya çalıştılar. Aslında işçileri kandırmaya çalıştılar ama örneğin RENAULT’da bunu başaramadılar.

    •    Bu arada DİSK’in bu fabrikalardaki gücü neydi?
Hiç yok. Neden yok? 1982’den sonra sermaye bu sarı sendikaya bel bağlamış, bizi sokmamak için her şeyi yapıyordu. Ama Renault’daki o 14 günlük direnişten sonra fabrika yönetimi işçilerin seçtikleri sözcülerle birlikte bir protokol yaptılar. O direniş sırasında fabrikada kalan işçiler hem polise hem işverenin adamlarına karşı mücadele ettiler. Kendi güvenliklerini kendileri aldılar. Dışarıdan hiç kimseyi içeri almadılar. Emniyet güçlerini de içeri sokmadılar. Buna rağmen belli bir süre işveren su ve tuvalet ihtiyaçlarını karşıladı; ama sonra bundan imtina etti. Tuvaletleri kilitlediler, yemek ve su girişini yasakladılar. İşçiler ailelerinin dayanışmasıyla 14 gün direndiler.

    •    Yani 14 günlük direnişin ardından işbaşı yapıldıktan sonra mı?
Evet. Anlaşmanın içeriği şöyleydi:
    •    İşçiler artık işten atılmayacak,
    •    İyileştirmeler yapılacak,
    •    Biz içeri girdikten sonra kendi sözcülerimizi kendimiz seçeceğiz,
    •    Demokratik bir seçim istiyoruz,
    •    Bu kağıt üzerinde yetki sahibi görünen ama üyesi kalmayan, sarı sendika Türk Metal’in temsilcilerini istemiyoruz.
Bu protokol bizim elimizde var. İşveren bunları kabul etti. Renault Genel Müdürü’nün imzası var. Bu protokolü sendikamızın internet sayfalarında da bulabilirsiniz.

    •    Şu anda Renault’da durum nedir?
2015 Temmuz ayından bu yana. Renault yönetimi ile diyaloga geçtik. İlk üç görüşmede birbirimizi tanımaya çalıştık, ne istediğimizi anlattık. Dördüncü toplantıda Renault Yönetimi şunu söyledi: “Biz fabrika içerde muhatap olacağımız insanlar istiyoruz.” Şimdi sarı sendikanın temsilcileri var ama üyesi yok denecek kadar az, ancak 200 üyesi var. Beş bin kişinin çalıştığı işyerinde bunları temsilen 12 temsilci var. Biz de atama yapmayız işçilerin kendileri temsilcilerini seçer, dedik. Uluslararası ilişkilerden de biliyoruz ki, mesela Fransa’da sendika temsilcilerinin dışında işçi temsilcileri de var. Biz de kendi üyelerimiz olmalarına rağmen, Birleşik Metal-İş Temsilcisi denmesin, bunun yerine İşyeri İşçi Temsilcisi densin, ama bu 4 bin kişinin fabrikada sözcüsü olsun, dedik. Bu önerimiz çerçevesinde Renault Yönetimi’yle mutabakat sağladık. Seçim günü olarak 29 Şubat 2016 tarihini belirledik. Buna göre 5 işverenden, 5 sendikadan sandık görevlisi tayin edilecekti. Bir noter hazır bulunacak, bunun yanı sıra Fransa’dan uluslararası sendikal kuruluş Indisturiall’'dan da bir gözlemci olacaktı. Bütün bu konular üzerine anlaştık.

İşverenle yaptığımız bu anlaşmayı işçilere aktardığımızda sendikal örgüt deneyimsizliğinden kaynaklı bazı noktalar üzerine tartışmalar yaşandı. Biz sadece bizim üyemiz 4 bin kişi değil, Türk Metal'e üye olanlar da dahil, bütün işçilerin oy kullanmasını istedik.

İşçiler önce olmaz dedi ama uzun tartışmalar sonucunda ikna ettik. 12 temsilci bizden, 2 tane de dayanışma grubundan olacaktı. Ayrıca bir gün sonra, 1 Mart 2016’da da beyaz yakalılar, yani memurların seçim yapmasında mutabık olduk. Bu arada işçiler iki aydan beri fazla mesaiye gitmeme hakkını kullanıyorlardı. İşçiler biz sendikacıları da yönlendirerek, artık farikada sekiz saatlik çalışma sürecine girme kararı almışlardı. Hafta sonu toplantılarında alınan bir kararla ise uzun bir süreden beri fabrikaya girip çıkışlarda iki vardiya birden helikopter alanında toplanıp, işi sekteye uğratmadan orada slogan atarak, haksızlıklara karşı yasal tepkilerini gösteriyordu. 28 Şubattan sonra bu eylemlerine de son verme kararı aldılar.

İşçiler 28 Şubat gece 24 sabah 08 vardiyası için iş başı yapacaktı ama Renault Yönetimi bu vardiyayı iptal etti. Teknik nedenler gösterildi ama asıl amaç seçimlerin yaptırılmamasıydı. Ve hemen ardından 10 arkadaşımız işten atıldı. Saat 16-24 vardiyasında bir 10 arkadaşımız daha işten atıldı. Aynı gün fabrika önünde anayasal hakkımız olan bir basın açılaması yapmak istedik. Polis fabrika önünde muazzam bir önlem almış, işçileri fabrikanın girişine bile yaklaştırmıyordu. Yol kenarında toplanarak fabrika önüne gitmek isteyince polis müdahale etti. Yoğun gaz bombaları ve gözaltılar oldu. Benim de içinde olduğum 24 arkadaş bir gece nezarethanede kaldık. Ertesi gece çıktığımız mahkemede serbest bırakıldık.

Bu arada Renault Yönetimi ile yaptığımız bu anlaşmayla ilgili olarak hükümet de devreye girdi. İşin başka bir boyutuna geçtik. İşveren yetkilileri Ankara’ya çağrıldı. Çalışma Bakanı, Ticaret ve Sanayi Bakanı ile görüşmeler yaptılar. Renault’da seçim yapıldığı takdirde, bunun diğer fabrikalara da emsal teşkil edeceği söylenerek, bu seçimin yapılmaması için baskı yapıldı.

    •    Bu baskı kesin mi, yoksa bir söylenti mi?
Hayır, hayır belgelenebilir bir şey bu. Genel başkanımız bir randevu alıp bakanlığa gitti bakan; “Evet, biz Renault yöneticilerine bu seçimi yapamazsınız, bunu yaptığınız takdirde diğer işyerlerine de emsal teşkil edeceğini söyledik” demiş yani. Cumhurbaşkanı biliyorsunuz geçen 8 Mart Dünya Kadınlar Emekçiler gününde bu sarı sendikanın düzenlediği kadınlarla ilgili toplantıda bir konuşma yaptı. DİSK’e ve Birleşik Metal –İş gibi sendikalara saldırdı. Bundan da demokratik işleyen bir sendikal sürecin kalıp kalmayacağıyla ilgili ciddi kaygılarımız var.

    •    Son eylemlerden sonra 12 Mart 2016 itibarıyla kaç kişi işten atılmış durumda?
29 Şubat ve 1 Mart tarihlerinde bizim basın açıklamamızdan sonra 20 işçi kıdem tazminatsız atıldı.

    •    1 Mart 2016 dan itibaren işçiler tekrar fabrikada işbaşı mı yaptı?
Evet. Şimdi fabrika 1 Marttan sonra tekrar işçileri çağırdı ve çıkış saatlerini değiştirdi. 08.00-16.00 vardiyasının o tarihten itibaren çıkış saat 16.00 yerine 14.00’e alındı. Aynı şekilde 16.00 -24.00 vardiyasının da çıkışını saat 22.00’ye aldılar. Neden? Çünkü iki vardiya yan yana gelmesin karşılaşmasın, diye

    •    Şu anda toplam kaç işçi işten atılmış durumda?
Şu anda tazminatsız işten çıkarılan ve bir de şu idari izine gönderilenlerinlerin toplam sayısı 300’e yakın. Ama kaçı tazminatlı, kaçı tazminatsız ve kaçı idari izinli şu ana kadar belli değil. Onlarla ilgili yasal mevzuat çerçevesinde Birleşik Metal-İş’ten avukat arkadaşlarımız dosyalarını tamamlayıp önümüzdeki hafta gerekli davaları açacaklar.

    •    İşveren ve hükümetin ortak tutumunun yaratığı bu gerilimle önümüzdeki süreçte ne olur?
Bundan sonraki süreçte ne olur ne biter kestirmek zor... Ama önümüzdeki süreçte Türkiye’de işçi sınıfı ciddi bir mücadele sürecine girecektir, Bu süreçte bizim hızla örgütlenmemizi tamamlamamız ve sermayeye karşı bir ortak mücadele takvimi çıkarmamız gerek. Buradaki bir işçi mücadele içindeyse, Fransa’daki işçiyle kol kola girmesi lazım, ya da İtalya’daki işçiyle yan yana olması lazım, Alman Bosch işçisiyle birlikte olması lazım.

    •    İşçilerin başka ne tür sorunları var?
İşçilerin yüzde 80’nin bel fıtığı, boyun fıtığı ve fazla ayaktan durmaktan varisleri var. O kadar yoğun bir çalışma temposu içindeler ki neredeyse hepsi sakat. Çalışma koşullarının iyileştirilmesini talep eden sendika temsilcileri ve işçiler işten atılıyorlar. Artık mesele sadece ücret meselesinden çıkmış en temel ihtiyaçların karşılanması için; bir bardak su içebilmek meselesine dönüşmüştür.

    •    İşçilerin yaş, kadın erkek oranları hakkında bize bazı bilgiler verebilir misiniz?
Çalışan işçilerin yüzde 80’i 35 yaşın altında. 40 yaşının üzerinde çok az insan var. Kadın çalışan oranı % 10 civarında. Beş bin kişi de 500 kişi kadın ya var ya yok.

    •    Son olarak ne söylemek istersiniz?
Renault’da çalışanlar sadece bu bölgeden değil, Türkiye’nin dört bir yanından gelmektedir. Çeşitli farklılıklara rağmen birlik ve bütünlüklerini sağladılar. Sonuç olarak, bizde şöyle derler: “Göz renklerimiz farklı olsa da gözyaşlarımızın rengi aynıdır”. İnsanlar evine ekmek götürmek istiyor, mesele budur.