Yalnız basın çalışanlarının özlük haklarını değil, gazetecilere çalışma sürecinde bağımsızlık sağlaması dolayısıyla halkın haber alma hakkını da güvence altına alan 212 sayılı yasa 4 Ocak 1961’de kabul edildiğinde gazete patronları ayaklanmıştı. 10 Ocak 1961’de ise gazeteler “üç gün kapatma kararı” bildirisiyle yayımlanmış ama aynı tarih bir direniş günü olarak da tarihe geçmişti.

Patronların boykot kararına karşı “halkın hizmetinde” olduklarını bildiren “Basın” adlı gazeteyi İstanbul Gazeteciler Sendikası ve Abdi İpekçi öncülüğünde yayımlayarak, yürüme eylemi yaparak yazı işleri müdürüyle, muhabiriyle gazetecilerin gösterdiği direniş, şimdi büyük bir dayanışmanın adı olarak anılıyor. Dayanışma zaferle sonuçlanınca bayram olarak kutlanmaya başlanan günün adı, hakların geri alınmaya çalışılması sebebiyle 1973’te “Çalışan Gazeteciler Günü” olarak değiştirilmişti.

Bugün 5953 Sayılı Basın İş Kanunu adıyla bildiğimiz yasa çalışan gazetecilere maaşların peşin ve yasal süre içinde ödenmesi, gazetecinin basın etiğine aykırı haber yapmaya zorlanması karşısında istifa ettiğinde kıdem tazminatı alabilmesi, gazeteciye şirket kârından ikramiye ödenmesi vb. gibi haklar sağlamıştı. Gazetecinin özlük haklarından bahsederken yine örgütlü mücadele adına sendika, toplu iş sözleşmesi ve grev haklarını da anmadan geçmeyelim.

Öte yandan kanun gazeteciyi fikir ve sanat işlerinde ücret karşılığı çalışanlar şeklinde tanımlamasına rağmen holding/medya patronlarının değişip dönüşen medya düzeninde özellikle de internet sitelerinde çalışan gazetecileri bu haktan yoksun bırakmaya çalıştığı, 212 üzerinden sigortası yapılanları bu statüden çıkardığı veya sigortasını bu statüyle başlatmadan yüzlerce insanı çalışmaya mecbur bıraktığı bir gerçek.

Yasa ile güvenceye alınan haklar pratikte eriyip giderken gelinen bu süreçte “çalışamayan” ya da “çalıştırılmayan” gazetecilerin oranı “çalışan” gazetecilerin oranından kat be kat artıyor. Son yıllarda işsizliğin en çok olduğu meslek gazetecilik. Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) verilerine göre sadece gazetecilik mezunlarında işsizlik oranı yüzde 19,2. 6 milyon kişinin işsiz, genç işsizliğin ise yüzde 20’lerde (DİSK) olduğu bir ülkede sayısal veriler de belki vaziyet-i ahvali anlatıyor biraz ama işsizliğin insan yaşamına yansımaları çok daha farklı.

Medya bağlamında ele aldığımızda konuyu Olağanüstü Hâl sürecinde Kanun Hükmünde Kararname ile çalıştığı kurumlar kapatılan birçok meslektaş başka başka mesleklere yönelmek zorunda kaldı. Kimi marangozluğa başladı, kimi dükkân açtı, kimi kafelerde iş buldu, kimi çağrı merkezinde çalışıyor, kimiyse açacağı kafenin hazırlığında. Kimi de artık medyada iş aramaktan vazgeçmiş, umudunu kesmiş durumda. Bir de üniversitelerin gazetecilik bölümlerinden mezun, bu meslekte az çok mesai yapmış şimdi bir çıkış yolu arayan genç gazeteciler var.

Anlatmaya çalıştığım dün gazetecilerin özlük haklarının iyileştirilmesi gerekliliğinden bahsedebildiğimiz bir istihdam edilme durumu varken bugün bu artık ya en aza düştü ya da hiç kalmadı. Kaldı ki bugün pek çok yayın organında fakülte mezunu veya işini görece iyi yapan onlarca insan asgari ya da onun da altında bir ücretle çalıştırılıyor. O maaş bile taksit taksit ödeniyor. Ve bırakın 212’den sigortayı normal sigorta bile yapılmıyor bazen.

Belki de emek sömürüsünün üzerini örtmek için diyorlar ki iletişim fakültesi gazetecilik bölümü mezunları gazeteciliğin pratiğine dair hiçbir şey bilmeden geliyor. Fakültelerde daha çok işin teorisinin üzerinde duruluyor; gazetecilik öğrencilerinin haber toplama ve yazma derslerinde yazdıkları haberlerin yayımlanacağı üniversite gazeteleri rektörlükler tarafından daha çok protokol haberciliğine zorlanıyor; hatta o fakültedeki öğrenciler arasında kendi işine yabancı olanlar, gündemi dahi takip etmeyenler, gazete okumayanlar ve hatta dördüncü sınıfa gelip de doğru dürüst haber yazma becerisini kazanamayanlar da olabilir. Ancak bir genelleme yapmak, hiçbir şey bilmeden geliyor demek de kibrin başka bir hâli.

Üniversitelerin gazetecilik bölümlerinde derslerin “yeni medya” tanımlanarak yeniden düzenlenmesi, uygulama derslerinin artırılması, iletişim fakültelerinin yayın kuruluşlarıyla işbirliği yapması ilk bakışta göze çarpan ve su götürmez gerçekler. Şunu da bilmek gerek: Gazetecilik tam anlamıyla fakültede öğrenilen bir meslek değil! Bu meslekte bir zamanlar mesleği gerçekten gönendiren usta-çırak ilişkisi vardı. Neden onun bugün ortadan kalktığından da bahsetmiyoruz? Stajını kâğıt üzerinde yapan ve miskinlikle bununla övünen çok insan tanıyorum ama staj dönemlerinde mesleki kıdeme sahip bazı insanların stajyerlere önyargıyla baktığından söz eden pek çok arkadaşım da oldu. Daha ilk gün neden gazeteci adayları bu meslekten caydırılmaya, soğutulmaya çalışılıyor? Stajın amacı bile artık ortadan kalkmış durumda. Diğer meslek dallarında durum nedir, âfâki bilgilerle yargıda bulunmak doğru olmaz ama gazetecilikte, mesleğe ilk adım olarak bilinen staj, karnesi iyi olanlar için neden sürekli iş hâline dönüşmeye vesile olmaktan uzak?  

Niye? Bu soruları gündeme getirmek bugün fazla mı lüks bilmiyorum ancak soruların yanıtları yıllar içinde gazeteciliğin geldiği noktada, medyanın son yıllarda iyiden iyiye artan dijitale dönüşümünde, medyada yeni iş pratiklerinin henüz sınıflandırılamamasında, internet gazeteciliğinin veya yeni medyanın genel ve güvenceli bir istihdam biçimi yaratıp yaratamayacağının belirsizliğinde aranabilir pekâlâ. Orada aranabileceği gibi yine herkesin işini kaybetmekle yüz yüze olduğu veyahut hapisle cezalandırma ile karşı karşıya kaldığı, yayın kuruluşlarının egemenin iki dudağı arasından çıkan sözle kapatıldığı “olağanüstü” baskı rejiminde aramak da pek yanlış olmayacaktır.

Gazeteciler bugün mesleğini icra ettiği için ya cezaevine yollanıyor ya dışarıda güvencesiz çalışmak zorunda bırakılıyor ya da ekmeksiz kalıyor, ekmeksiz… Gazeteciliğin artık bir suç unsuru olarak görülmesi çalışan gazetecisinden çalışamayanına direkt veya dolaylı herkesi etkiliyor.

Artık yeter diyoruz. Medya üzerindeki baskıya son verin, gazeteciler üzerinden elinizi çekin. Medya patronları, ticari zarara uğramamak için kalemine sadık gazetecileri kurumlardan uzaklaştırmanın, demokratik bir geleceğin teminatı olan gazeteciliği gözden çıkarmanın, televizyonlarda gerçeği eğip bükerek vermenin hem mesleği hem de memleketi nerelere getirdiğinin farkında mısınız?

İnsan ve toplum var olduğu sürece gazetecilik; ama onu matbaanın icat olmasıyla, ulaşım olanaklarının gelişmesiyle kitlesel hâle getiren, şimdilerde fazla bir ömrü kalmadığı söylenen kâğıt baskıyla, ama internet yaşamımıza girdiğinden beri dijital yayımcılıkla devam edecektir kuşkusuz. İmkânsızlıklar bazen yeni çıkış yolları da yaratabilir. En karanlık zamanlar güneşin doğmasına en yakın vakitlerdir. Geçmişte “halkın hizmetinde” bildirisiyle sembolik olarak ama direngenlikle “Basın” adlı gazeteyi çıkaran meslek erbaplarının o günkü sloganı ise hâlâ bâki: Simidimiz ve hürriyetimiz için…