Sermaye için her şey alabildiğince serbest, emek için ise örgütlenmek yasak. Şurası açık, işsizliği önlemek siyasi bir tercihtir. Gerçekten sorunu çözmek isteyen bir siyasi iktidar çalışma sürelerini kısaltır.

 

 Türkiye ekonomisi büyüme rakamları 12 Aralık’ta açıklandı; ardından 15 Aralıkta da TÜİK işsizlik rakamlarını yayınladı.

 

Türkiye 2011'in üçüncü çeyreğinde yüzde 8,2 ile yine beklentilerin üzerinde büyüdü ve dünya ikincisi oldu. Dokuz aylık büyümede ise yüzde 9,6 rakamı ile Çin'i bile geride bıraktı. İşsizliğin yüzde 11,3'den yüzde 8,8 düştü; 536 bin kişi iş buldu yani.

 

Küresel şirketlerde danışmanlık yapan, aynı zamanda gazetelerin - dergilerin ekonomi köşelerinde yazanlar sonuçlardan memnun. Liberal ekonominin tek seçenek olduğunu düşünenlerden farklı bir değerlendirme beklemek zaten mümkün değil.

 

Türkiye'de siyasi iktidarın taviz vermeden uyguladığı ekonomik program, sermayenin uluslararası programıdır. Yaklaşık yirmi yıldır neoliberal politikalarla yapılandırılan küresel kapitalizm, kriz ve 'değişim' süreçlerini yönetiyor.

 

Siyasi iktidardan nemalanan basın kuruluşları, bu rakamları müthiş bir başarı gibi sunuyor. İktidarla çıkar çelişkisi olan, büyük sermaye gruplarına ait basın kuruluşları ise eleştirel yaklaşımları olmakla birlikte, uygulanan programın özüne itiraz etmiyor.

 

Onlar için sonuç mükemmel: Bir önceki döneme göre işsizlik azaldı, ekonomi büyüdü.

 

Oysa sermayeyi büyüten en önemli neden ucuz işgücü piyasasının oluşturulması. Toplu sözleşme hakları her düzeyde gasp edilmiş sendikalar, pazarlık gücünü kaybetmiş durumda.

 

İstihdam edildiği iddia edilen 24 milyon işçinin sadece yüzde 5'i sendikalı. Bunun da yaklaşık yüzde 73'i zaten sarı sendika üyesi.

 

ZENGİNLE YOKSUL ARASINDAKİ FARK BÜYÜDÜ

 

İşsizler, ücretlerinin artırılmasını isteyenlere karşı tehdit olarak kullanılıyor. Sahici bir büyümeden bahsedeceksek o da yoksul ile zengin arasındaki uçurumun derinliği yüzde 41,5'e varmasıdır. Türkiye'nin en yoksul yüzde 10'luk nüfusunun gelirden aldığı pay azaldıkça zenginin aldığı pay artıyor.

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması 2009 yılı verileri, nüfusun yüzde 20'lik dilimlerine göre zenginle yoksul arasındaki gelir adaletsizliği 8,5 kata çıktığını gösteriyor. Yoksulla zengin arasındaki gelir dağılımı farkı giderek büyüyor.

 

Büyüme üretim demektir. Üretim artarsa istihdam da artar. O halde 9,6'lık bir büyümenin karşılığı yüzde 8,8'e düşmüş bir işsizlik olmamalı. Kaldı ki bu rakamlar da zaten gerçeği yansıtmıyor.

 

EMEK HIRSIZLIĞI ARTIYOR

 

Çalışma sürelerinin uzun tutulması büyümenin nedenlerinden birisi.

 

Türkiye'de haftalık çalışma süreleri erkeklerde 53,3 ve kadınlarda 48,4 saati buluyor. AB'de ise erkekler 41,1 ve kadınlar 39,3 saat çalışıyor. Bu rakamlarla gösteriyor ki emek hırsızlığı artmış durumda.

 

DOLAYLI VERGİLER BÜTÇENİN YÜZDE 70'İ

 

Çalışma süreleri arttıkça istihdam edilen işçi sayısı azalır. İşsizlik büyüdükçe ücretler geriler. Kayıt dışı istihdam artar.

 

Kayıt dışı istihdam, kayıt dışı ekonominin yüksek olduğu ülkelerde mümkündür. Türkiye'de tüketici kayıt altına alınırken sermaye kayıt dışı ekonomiye yönlendiriliyor.

 

Dünyanın en ağır vergi yükü Türkiye'de, dolaylı vergiler bütçenin yüzde 70'lerini oluşturuyor. Yani bütçede yük tüketicinin sırtında.

 

Adaletten, eşitlikten bahsetmek mümkün değil. Büyümeden istihdam edilen 24 milyon 749 bin kişi pay almıyor. Sosyal Güvenlik Kurumu'nun Ekim 2011 verilerine göre sayısı 9 milyon 850 bine ulaşan emekliler pay almıyor. Bu demektir ki sokaktaki vatandaşla büyümenin ilgisi yok.

 

Maliye bakanı Mehmet Şimşek ise halka tasarruf, sermayeye teşvik politikalarını öneriyor. Sermaye için her şey alabildiğince serbest, emek için ise örgütlenmek yasak. Sendika kurmak işten atılma sebebi, itiraz etmek tepki göstermek suç.

 

Şurası açık, işsizliği önlemek siyasi bir tercihtir. Gerçekten sorunu çözmek isteyen bir siyasi iktidar çalışma sürelerini kısaltır.

 

TÜİK'in Eylül verileriyle hazırladığı "Mevsim etkilerinden arındırılmamış temel işgücü göstergeleri" tablosunda işsiz sayısı 2 milyon 398 gözüküyor. Bu rakamaı ne kadar komik olduğunu söylemeye her halde gerek yok; sadece Kamu Personeli Seçme Sınavı'na (KPSS) üniversite mezunu bir milyon kişi giriyor. İşsiz öğretmenlerin sayısı üç yüz binden fazla.

Bu dönemde istihdam edilenlerin oranlarına bir bakarsak, maliyet içinde yok sayılan yüzde 14,4 aile işçisini TUİK'in hesaba katmadığını görürüz; ama bunların yüzde 90'ını kadın ve çocuk emeği oluşturur.

 

Geri kalan için veriler şöyle:

 

* Yüzde 71'i erkek nüfustur.

 

* Yüzde 58,5'i lise altı eğitimlidir.

 

* Yüzde 61,7'si ücretli, maaşlı veya yevmiyeli,

 

* Yüzde 24'ü kendi hesabına veya işveren,

 

* Yüzde 14,4'ü ise ücretsiz aile işçisidir.

 

* Yüzde 59'u 10 kişiden az çalışanı olan işyerlerinde çalışmaktadır.

 

* Yüzde 3,2'sinin ek bir işi vardır.

 

Yukardaki veriler bir geçeği daha ortaya çıkarıyor, emekçileri yüzde 59'unun işyerlerine sendika giremez ve iş güvenceleri yok. Çünkü işten atılan bir işçinin işe iade davası açabilmesi için işyerinde en az 30 çalışan olması gerekiyor.

 

Bu durumda iş güvencesi olan 3 milyon 64 bin 980 işçi kalıyor geriye. Kamu işçisi yani kamuya ait şirketler, üniversiteler, belediyeler bankalarda çalışanlar bu rakama dahil.

 

Tabloyu doğru kabul edersek 21.684.000 kişinin iş güvencesi yoktur. Var olanların da iş güvencesi kaldırılmak isteniyor.

 

RAKAMLARIN DİLİ

 

İnşat ve tarım işçilerinin ise büyük bir bölümü geçici işçi statüsünde. Temmuz - Ağustos - Eylül dönemi mevsimlik işçileri kapsıyor. Aşağıdaki tablo bu nedenle yanlış. Sadece genel bir yaklaşım sunabilir.

Bir ülkede işgücüne katılma oranı yüzde 50,4 ise istihdam oranı da yüzde 46'lar da gözüküyorsa nüfusun yaklaşık yarısına yakını çalışıyor olmalı. Bunların yaklaşık yarısı sigortalı. Sigortalıların da büyük bir bölümü asgari ücretle çalışıyor. (Asgari ücret 599,20 TL)

 

Bu yanlış rakamlar bile göstermektedir ki; sermaye aşırı büyümesini karın tokluğuna çalışanlara borçludur. Artı değer sömürüsü çoğaldıkça, sermayenin ekonomisi büyüyor.

 

Ekonomideki büyüme rakamları açıklandığı zaman ortaya çıkan yanılgı şu: İfade edilen Türkiye yurttaşlarını ekonomisi mi, milli gelir mi arttı? Alım gücü mü yükseldi? Enflasyon mu düştü? TL değer mi kazandı?

 

Ekonomideki büyümeye buradan bakmalıyız. Çünkü sermaye büyüyen ekonomisinden halka pay vermez.

 

Ücretler artmadı, enflasyon yükseldi, alım gücü azaldı. TL değer kaybetti. Yani toplamda halkın ekonomisi yüzde 9,6 büyümedi.

 

Türkiye'de faaliyet gösteren küresel şirketlerin ekonomisi büyüdü.

 

* Sami Evren, 2. ve 4.dönem KESK Genel Başkanı

(bianet’te yayınlanmıştır)