TÜİK’in açıkladığı verilere göre, 2018 yılının üçüncü çeyreğinde ciddi bir daralma yaşandı. GSYH 2017’nin son üç ayına kıyasla %3,2, üçüncü çeyrekten dördüncü çeyreğe ise %2,4 oranında azaldı. Bu şekilde iki çeyrek üst üste daralan, sanayi üretimi ve talepte büyük bir çöküş yaşayan Türkiye ekonomisi resesyona (Mahfi Eğilmez’in ifadesiyleyse ‘slumpflasyona’) girmiş oldu. Türkiye’nin krizi yine devletin kendi kurumu tarafından tescillendi. 2018’in yıllık büyüme oranı ise %2,6 olarak hesaplanıyor. Hâlbuki Damat Bakan Albayrak’ın şaşaa ve gülücükler ile açıkladığı YEP’te (Yeni Ekonomi Programı), bu oran %3,8 olarak tahmin edilmişti. Gerçekleşmede tahminler önemli ölçüde şaştı. Sanayi üretimimiz ise Ocak ayında yıllık bazda tam %7,3 düştü. Anlaşılıyor ki zor günler çoktan geride kaldı, artık daha zor günler bizleri bekliyor...

Dünyanın en önemli yatırım bankalarından biri olan JP Morgan, Türkiye’nin 2019 büyüme tahminini düşürdü ve Türkiye’de zayıf büyüme nedeniyle 2019 yılı büyüme rakamlarını %1,2’den %0,9’a revize etti. BBVA Araştırma Birimi ise bu yıl için büyüme beklentisini %1 olarak açıkladı. Kısacası 2023 yılında dünyanın en büyük 10 ekonomisi arasına girmeyi amaçlayan Türkiye, değil gelişmekte olan ülkeler kadar, gelişmiş ülkelerin bile çok gerisinde büyüme rakamları yakalayabiliyor. Kişi başına gelirimiz 2008-2018 yılları arasındaki 10 sene içerisinde 10.600 dolardan 9.600 dolara geriledi. Hatta bir başka hesaplamaya göre, 4 milyon Suriyeliyi de ekleyince, 9.180 dolara kadar geriliyor. AVM Ciro Endeksinde ise Türkiye 71. sıraya kadar düştü. Dünyanın tam 70 ülkesi Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarından daha yüksek satın alım gücüne sahip.

Dillere destan bir Gezi iddianamesi hazırlanmış olduğunu gördük. Bu sözde iddianamenin her sayfasını “Öyle olduğu anlaşılmıştır… Böyle olduğu görülmüştür...” şeklinde oldukça soyut, hatta ruhani tümceler süslüyor. Üstelik tescilli Fetö yargıç ve savcıları tarafından hazırlanan ve hazırlayanların şimdi ya firari ya da hapiste olduğu eski iddianame ve içerisinde bulunan deliller, öğeler, unsurlar “kıymetlendirilmiş”. Yani alenen ve açıkça eski suç unsurları, birtakım yeni suçlamalara zemin hazırlamak için ve tamamen aynı yöntemler uygulanarak yeniden kullanılmış.

Erdoğan ne demişti daha iki sene önce; “Bedelini ödeyecekler... Bunlar (Avrupa ülkeleri) birbirlerini ısırmazlar!” Fakat aynı zamanda sırf seçimi kazanma amacıyla son hafta yaşanan ve yaşatılan, gerilim oluşturma ve pompalamayı hedefleyen, insan sesiyle ezanı bastırama tuhaf iddiasıyla Müslüman’ı Müslüman’a kırdıran hareket, operasyon ve provokasyonlar da bizzat Erdoğan’ın sözleri ve yönlendirmesi ile ortaya çıktı ve sürdü. Bu ülke nereye gidiyor ve 31 Mart’tan sonra yine bu vatan toprakları içerisinde biz bize kalmayacak mıyız? 85 bin üyesi olan Diyanet İşleri sendikası baştan sona kışkırtma kokan tuhaf açıklaması vasıtasıyla (Bahçeli’nin tarzı ile söylersek), ne yapmak istemektedir? Bu arada, MHP (ve Cumhur İttifakı) Kozan Belediye Başkan Adayı Nihat Atlı’nın “Rabbimin izniyle, analarını belleyeceğiz” açıklamasından sonra belki biraz fazla nazik ve naif kaçacak ve Bahçeli’nin “Kemal, Meral, Temel, hepsi beş harfli olması dikkat çekiyor” beyanının ardından biraz da yetersiz kalacak ama, Türk milliyetçiliğinin yüz karası ve en omurgasız siyasetçi Bahçeli’ye Farabi’nin sözleriyle seslenmek ve kendisine bu şekilde tavır takınmak lazımdır; “Uzun konuşanları, kısa dinleyin...”

Transparency International adlı kuruluşun demokrasi sıralamasına göre, Türkiye “özgür olmayan ülke” kategorisinde yer aldı. Avrupa ve Amerika’daki 140’a yakın liderin konuşmalarındaki popülist söylemlerin izini süren Küresel Popülizm Veri Tabanına göre son döneminde “sağcı liderlerin en popülisti” oldu. Erdoğan 3 solcu ve popülist Latin Amerika liderinden hemen sonra ve eski Venezüella lideri Hugo Chavez ile aynı sırada yer aldı. Bundan dolayı da Erdoğan’a “Yeni Sultan” adı takıldı ve adeta 21. Yüzyılın bir “popülizm havarisi” ilan edildi. CNN International 2 sene kadar önce her önüne gelene dava açan ve kafayı takarak şahsi meselesi haline getiren Erdoğan hakkında şu yorumda bulunmuştu: “… perhaps nothing is more fragile than President Recep Tayyip Erdoğan’s pride” (belki de hiçbir şey Erdoğan’ın gururundan daha kırılgan değil).

Bu arada, Avrupa Parlamentosu (AP) Türkiye ile müzakerelerin askıya alınmasını öneren raporu kabul etti. Bu raporun onaylanmasıyla, Avrupa Parlamentosu ilk kez üyelik sürecindeki aday bir ülke ile müzakerelerin askıya alınması çağrısı yapmış oldu. Oysa Erdoğan Ak Partiyi kurarak siyaset macerasına AB ile ilişkileri sağlamlaştıracağı ve iyileştireceği vaadi ile çıkmıştı ve ilk senelerde bu yönde de hareket etmişti. Hatta iktidara geldiği ilk ziyaret durağı Brüksel olmuştu. Fakat heyhat, şimdi devran döndü, dünya yerinde duruyor ve ülke baştanbaşa değişti. Maşallah olmayacak dedikleri 3Y (Yasaklar-Yolsuzluk-Yoksulluk) bu topraklarda hiç şahit olunmadığı ölçülerde şahlandı. Stefano D’Anna’nın da isabetle yazdığı gibi; “Beter bir dünya yaratıyorsun, sonra kendi yarattığın eserinden dehşete düşüyorsun!”

Bazen de şöyle düşünüyor insan, Sabahattin Ali’nin “İçimizdeki Şeytan” eserindeki ifadesiyle; “Etrafımız o kadar çirkefle dolu ki, temiz kalmak için bir tek çare kendi dünyamıza çekilmek ve muhitle, hiç olmazsa manen, alakamızı kesmektir..."