Demokrat Yargı Eşbaşkanı Orhan Gazi Ertekin Hürriyet’ten Çınar Oskay’ın sorularını yanıtladı ve 30 soruda yargı savaşını anlattı:

Bugün Türkiye hukukun ortadan kalktığı bir ‘doğa durumu’na döndü. Kavganın merkezi yargı. Önümüzdeki dönem, savcılar-yetkiler-tutanaklar savaşlarıyla geçecek. Herkes tuttuğunu yargılamaya çalışacak. Kesin olan bir şey var: Bu maç berabere bitmeyecek. Hepimizin olan biteni anlamak, geleceğimize sahip çıkmak zorundayız. Demokrat Yargı Eşbaşkanı Orhan Gazi Ertekin ile kapalı kapıların ardında neler yaşandığını ve toz dumanın içinden nasıl bir iktidar çıkacağını konuştuk.

Bilal Erdoğan’a yönelik ikinci operasyon durdurulacak mı?

Operasyonlar, Cemaat’in Erdoğan’a top atışlarıydı. İkinci atıştan sonra düşmanlar kol mesafesinde olduklarını fark etti ve süngü savaşı başladı. Tüm devlet kurumlarında göğüs göğüse çarpışmalar sürecek. Operasyonların geleceğini iktidar katındaki iç savaş belirleyecek.

Başbakan ‘İstiklal Savaşı’ diyor. Bu iş nereye gider?

İktidar cephesinin parçalandığı yerde tek kural vardır: “Hattı müdafaa yoktur. Sathı müdafaa vardır. Ve o satıh bütün vatandır”.

Taraflar vatanın bütün satıhlarında saldıracak. ‘Tutanaklar Dönemi’ne giriyoruz. Tutanaklar, yetkiler yarışacak. Ast-üst ilişkilerinde bu günlere uyumla gelinmişti. Şimdi hepsi sorgulanıyor. Anlaşılan, herkes tuttuğunu soruşturacak ve yargılayacak.

Başsavcı Turan Çolakkadı hükümetin tesiri altında mı?

İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyük illerin Cumhuriyet Başsavcılığı görevleri iktidarın stratejik geleceğine dair konulardır. Asla siyasi müdahale dışı bırakılmazlar. Bunlar Erdoğan’ın yargıdaki gücü ve tesirinin tek tezahürü. Yani bu biraz naif bir soru.

Savcı Akkaş’ın basına bildiri dağıtması doğal o zaman. Örtbas edileceğini düşündü.

Her ikisi de haklı ve haksız. Soruşturmanın dış müdahaleden uzaklaştırılması, popüler bir linç alanı kurularak şüphelilerin ‘paralel ceza sistemi’ içinde yargılanmasını haklı çıkarmaz.

İnsanları mahkemelerde yargılayacak mıyız, amiyane tabirle şehir meydanında ‘asacak’ mıyız? Son altı yılın hikayesi budur. Başsavcı Çolakkadı’nın dikey müdahalesi de sorunlu. “Yargı bağımsızlığını tehdit ediyor” suçlamalarıyla başa çıkması gerekecek. Dolayısıyla, Savcı Akkaş önemli bir avantaj elde etti.

Çolakkadı’nın, yani bir Başsavcının Adalet Bakanıyla nasıl bir ilişkisi vardır? “100 kez görüşmüşüzdür” dediği bir kişiden ayrı hareket edebilir mi?

İstanbul Başsavcısı ile Adalet Bakanı arasında bir ‘kırmızı telefon’ hattı vardır. Her acil durumda ilişki kurulur. Başsavcının baskı altına gireceğini düşünmek yargıyı hiç tanımamaktır. Çünkü, zaten ikisi ortak ve beraber düşünür. Talimata gerek yoktur.

Peki sizce Cemaat neden ikinci ve daha etkili operasyon için hükümetin gardını almasını bekledi?

Cemaat’in hedefi doğrudan Erdoğan ve yakın çevresi. Ama bir anda imha etmeyi düşünmüyor. Bunu isteseydi, operasyonları tüm Ak Parti belediyelerine yayar, kesin çöküşü sağlardı. Erdoğan’ın kendiliğinden teslim olmasını istiyor.

Peki bu kişilerin, örneğin Savcı Akkaş’ın Cemaat mensubu olduğunu düşünüyor musunuz?

Her girişimden sonra bir Pensilvanya’dan, bir Başbakanlık konutundan demeç geliyor. Medyadaki taraftar tepkileriyle uyum sağlıyor. Bir taraf operasyondan sonra “Ocaklarına ateş düşsün”; diğer taraf “İnlerine gireceğiz” diyor. Teknik direktörlerin oyuncularını seyrettiği heyecanlı bir futbol maçıyla karşı karşıyayız. Uyumlu ve tutarlı takımlar oldukları çıplak gözle bile anlaşılıyor. Bu sanırım sorunuza cevap olacaktır.

Hükümetin yargıya direnmesi suçluluk psikolojisiyle mi açıklanmalı? Yoksa başka şansları yok muydu?

Erdoğan, yapması gerekenlerin tam tersini yapıyor. Buna Gezi’de başladı. Onu kurtaracak tek şey meşruiyet ve geniş bir cephe oluşturmak ama o bir tür ‘Putinizm’i tercih ediyor.

IV. Murat gürz ve topuzla ülkeyi yönetiyordu. Gürzü ve topuzu nereye vuracağını gösteren hafiyelik örgütü vardı. Erdoğan’ın elinde sahici olup olmadığı belli olmayan bir topuz var ki o da Cemaat’in elinde. Topuzu nereye vuracağını gösterecek devlet kadrosu, hafiyelik örgütü de yok. Yolsuzluklar konusunda eli kolu bağlı. AK Parti bu konuda ANAP’ı bile çoktan geçti. Bu nedenle hukuk ve yargı karşısında kırılgan. Varlığını sadece siyasal liderliğine borçlu. Şimdi onun çöküşüne de tanık olduğumuz için tepkiler mantıksal örgüden dışarı taşıyor.

Madem Savcı Akkaş’ı Cemaat’çi bellediler, neden yaptırım uygulanmıyor da başka davaya veriliyor? Ya aynı sebeple sürülen polisler?

Erdoğan, sadece ‘panik tepkileri’ veriyor, rakiplerini zayıf yerlerinden uzak tutmaya çalışıyor. Bu çatışmadan sağ salim çıkarsa hesaplaşmaya girişebilecek. Şu aşamada polis ve savcıların soruşturmadan uzaklaştırılması bile büyük kazanç.

Erdoğan’ın Reza Zarrab ve Halk Bank Genel Müdürü hakkında söylediği kucaklayıcı sözleri nasıl değerlendiriyorsunuz?

Kendi savunmasını da bu kişilerin üzerinden geliştirmek zorunda. Çünkü bu kişilere sorulan her sorunun Başbakan’a yönelik müstakbel sorular haline geleceği anlaşılıyor.

Bu, iktidar kanadının savunduğu gibi ‘polis ve yargı cuntasının hükümete karşı darbe girişimi’ mi?

Hayır. Darbe girişimleri dışardan gelir. İktidar kendi yarattığı şiddet ortamıyla yüzleşiyor. Bu da onu sadece mağdur değil aynı zamanda fail haline getiriyor. Hükümet aydınlarının bu yaklaşımları sığ ve iki yüzlü. Ayrıca bu bir darbe ise en az altı yıllık geçmişi var. Hükümet taraftarlarının daha ciddi bir hesaplaşma geliştirmeleri gerekiyor. Bunlara kimse inanmaz. Sadece Kadir İnanır!

Zekeriya Öz’ün bu iki büyük soruşturmada öne çıkmasının sebebi ne?

Batı’daki derin devlet soruşturmalarında savcılar kamuoyu ile sıkı bağlar kurmuş, popüler kabul görmüşlerdir. Biz, savcı Doğan Öz’ü buna dahil edebiliriz. Buna karşılık Zekeriya Öz, tesbihiyle, raconlarıyla biliniyor. Kapasitesi ve cesaretinden gelen bir anlama sahip değil. Ama Erdoğan’a yönelik hamlede en önemli avantaj. Çünkü geçmişte çok sıkı destek verdiği bir savcıya derin bir çelişki yaşamadan karşı koyması çok zor.

Aziz Yıldırım ve Çetin Doğan, şike ve Balyoz davaları geçersiz sayılmalı diye başvuru yaptı. Ergenekon için benzer bir durum söz konusu olur mu?

Hiç kuşku yok. Geçmişte siyasete darbeler yön verirdi, şimdi davalar. Son altı yılda nasıl darbe planlarını soruşturduk, ıslak imza aradık… Bundan sonra dava planlarının ıslak imzalarını araştıracağız. Şike davasını kimin imal ettiğini sorgulayacağız. Aynı şekilde Balyoz, İlker Başbuğ, Ergenekon, KCK, ÇHD davalarını da…

Cemaat’in Oslo görüşmeleri sonrası verdiği MİT tepkisinin esas sebebi neydi?

Cemaat’in, Türkiye’de en zayıf olduğu yer Kürtlerin yaşadığı coğrafya. Orada Kürt hareketi ve AK Parti’nin yerel tabanı tarafından engelleniyor. Bu siyasi gücünü azaltıyor. İlk saldırının temel sebebi bu. Kuşkusuz MİT’in ele geçirilmesi de bu operasyonlarını kolaylaştıracaktır.

MİT’i ele geçirmek, Başbakan’ı gözaltına almak istediler mi gerçekten?

Başbakan için çok erkendi. Fakat, Hakan Fidan’ın o zaman tutuklanacağı konusunda en küçük kuşkum yok.

Cemaat Başbakan’ın son operasyonlara tepkisini (yüzlerce polisi kovması, yeni kolluk yönetmeliği, dosyaların savcılardan alınması) önceden hesap etmiş midir?

Emniyet ve yargıdaki planlar Cemaat’e aittir. Başbakan ciddi inisiyatif alamaz. Kime dayanacağını bilemez. Erdoğan önündeki adımı; Cemaat onlarca adımı görür.

Fakat entelektüel güç anlamında hükümet gibi sorunları var. Sonraki krizleri buradan doğacak. Tek bir ciddi entelektüelleri yok. Kendini geliştiremiyor. Ama işlevsel bir makine gibi işini yapmaya devam ediyor. Sonuç, ilk anda Cemaat kazansa da Türkiye karşısında sonradan kolay yenileceği gerçeğidir.

Cemaat iktidara açıktan savaş açacak kadar güçlendi. Doğrudan siyasi aktör olabilir mi? Fethullah Gülen Türkiye’ye döner mi mesela?

Geldiğimiz nokta, zaten gerçek iktidarın ve adeta ‘gerçek başbakanın’ Gülen olduğunu açığa çıkardı! Bakanları değiştirme yetkisi ona ait! Erdoğan Bayraktar perdeyi tamamen kaldırdı. Herkesin ortada dönen kahramana madik attığı bir sahnenin ortasındaymışız! Gülen’in ülkeye dönmesi meselesine gelince, bence hala bir tedbir sürecindeler. Yeni iktidar siyasi bir tekel olamayacak. CHP, MHP, BDP gibi partilerle uzlaşmak zorunda. Cemaat için uzun ince bir yol devam ediyor.

“Ergenekon kurgulanmış bir dava” dediniz... Neye dayanarak?

Tarihimizden iyi tanıdığımız bir tür “taklib-i hükümet” davasıdır. Yüz yıldır iktidarlar, muhaliflerini “Hükümeti yıkmaya teşebbüs edecekler” diye yargılaya gelmişlerdir. Solcular, komünistler, Aleviler, gayrimüslimler Ergenekon davasının mağdurları değil, araçları olarak tasvir edilmişlerdir. Mağdurlar ise hükümet ve Cemaat… Birazcık Türkiye tarihi bilen herkes bu kurguya güler!

Yeni süreçte daha totaliter bir rejimle karşı karşıya kalma ihtimalimiz var mı?

Uyanık olmazsak ilginç ittifaklar üzerinden failleri değişerek geçmiş iktidar yapıları devam ettirilebilir. Fakat, şu bir gerçektir ki artık dindarları, Cemaat’i, Kürt hareketini, Kemalistleri, solcuları, Alevileri yok etmek mümkün değildir. Bunlardan herhangi birisi siyasal iktidar hesabına katılmadığı takdirde siyasal krizlerden kurtulamayacağımız kesindir. Gezi ve Kürt siyasetinden sonra kimse totaliter rejim kuramaz. Yaşadığımız günlerde de gördüğümüz üzere Tanrı hala bizden yüz çevirmiş değil. Yoksa herkesin kendi kazdığı kuyuya düştüğünü görebilir miydik hiç? Bu cemaat için de ibret olsun!

Cemaat ile CHP ittifakı mümkün mü? Bir centilmenlik havası var gibi…

Yeni iktidar AK Parti koalisyonunun içindeki bir unsurla dışındaki bir unsur arasından doğacak. Erdoğan ile Kürt hareketi ya da Cemaat ile CHP öne çıkan ihtimaller. Erdoğan partiyi vermemekte direnirse, AK Parti yolsuzluklarının sanıldığından çok olduğu gösterilecek, bütün kadro ve taban hedefe alınarak yıkılacaktır. Bu durumda CHP tek alternatif kalır. Gelişmeler yeni iktidarın AK Parti’nin içiyle CHP’nin içi arasındaki sahada oluşturulmaya çalışıldığını gösteriyor.

Yargıda gerçekten demokrat, vicdan sahibi hukukçular var. Kaç kişiler? Etkileri var mı? Bu olan biten karşısında ne yapıyorlar?

Yargıda herkes demokrat ve vicdan sahibidir. Bundan kuşkulanmak için bir nedenimiz yoktur. Sadece konuşmak için iktidarın değişmesini beklerler. Yani korkuyla ilgili çok küçük ve önemsiz bir sorunumuz vardır!

Erdoğan HSYK’yı çok ağır suçladı ve hedef gösterdi.

Hükümetin şu andaki en önemli stratejik müdahalesi HSYK’ya yönelik olabilir. Yani 2010’daki duruma geri döndük. Bir kez daha HSYK’yı ele geçirmek isteyecektir. Fakat, eğer aklını kullanırsa bir daha kimsenin ele geçirmemesi için çalışır. Böylece, kendi sorununu tüm Türkiye’nin sorunu haline getirdiği gibi kendi çözümünü de herkesin çözümü haline getirebilir. Yoksa bir kez daha yargı kumarı oynamış olur.

Gezi hareketi bu olayları etkiledi mi?

Gezi hareketi, Erdoğan’ın yenilgisinin ilk ilanıydı ve alternatifinin yaratılmasını önemli bir soru olarak ortaya koydu. Gezi, kendi ruhuna sahip çıkmazsa bu kez Sırrı Süreyya’nın dediği gibi ‘Ambülansın arkasından giden uyanık taksici’ler iktidarın Cemaat unsuru ile Gezi’yi devletleştirerek yollarına devam edecektir. Uyanık olmalıyız.

Erdoğan’ın gitmesi Kürtleri nasıl etkiler?

İktidardan düşerse geçici bir sorun yaşayacaklardır. Fakat kim gelirse gelsin kısmi bir fetih hareketinden sonra mutlaka barış görüşmelerine başlar.

Bir toplum, ülkesini, bir yanda devlette gizlice örgütlenen, ses-video kayıtları biriktirip insanlara şantaj yapan çetelerden; bir yanda özel hayata, kişisel özgürlüklere müdahaleden, kentleri, çevreyi talan etmeye kadar her şeyi kendine hak gören siyasetçilerden nasıl kurtarır? Özellikle devlet bu iki güç arasında paylaşılmış, hukuk sistemi de tamamen iflas etmişse? Böyle bir halkın insan gibi bir yaşam kurma şansı var mıdır?

Maalesef, AK Parti iktidarı, kendi elleriyle bir Victoria Çağı ahlakı üretti. Bu sadece AK Parti iktidarının çöküşü değil aynı zamanda 150 yıllık bir siyasi İslamcılık akımının da iflasıdır. Geldiğimiz noktada yaşadığımız bütün politik, kültürel, hukuksal sorunlar Sol’un kapsamlı bir dokunuşunun zamanının geldiğini gösteriyor.

Cemaat yargıda ne zaman örgütlendi?

1970’lerden itibaren Gülen’in stratejik eyleminin hedefidir. 1990’larda yerleşmeye başladılar. 1995 sonrası Adalet Bakanlığı merkezine kadar geldiler. Özel Yetkili Mahkemelerin kadro altyapısının örüldüğü 2004-2005’ten itibaren kararnameleri belirleyen kilit kadrolar onlar oldu. Son altı yılda Özel Yetkili Mahkemelerin uyumlu ve tutarlı kararlar üretmesinin sebebi bu kadrolar. Yeni HSYK sürecini örgütleyenler de onlar.

“Erdoğan’ın asli kadrosu Cemaat’in yedek kadrosudur. Cemaat’in kadrosuna Adalet Bakanı ve müsteşarı da dahildir. Erdoğan’ın yargıda sürekli en başa dönmesinin temel sebebi bu” yorumunu yapmıştınız. Bu ne demek?

Bu durum, Erdoğan’ın yargıdaki hamlelere karşı çok zayıf olduğunu ve kendi kadrolarının bile rakiplerinin kadrosu olarak çalıştığını gösteriyor. Gerçek trajedisi budur. Düşüşü 2010 HSYK seçimlerinde Adalet Bakanı Sadullah Ergin başlattı. Ergin’in stratejisi Cemaat’e tamamen teslimiyet üzerine kuruluydu.

Yargı ne oranda Cemaat’in elinde? Anayasa Mahkemesi? Danıştay? Yargıtay?

Yargının kadro tabanı açısından Cemaat’in topu topu yüzde 15’lik bir temsil alanına sahip olduğu söylenebilir. Buna karşılık stratejik noktaların çok önemli kısmı onların elindedir. HSYK, bugüne kadar tamamen onlar tarafından yönlendirildi. Birkaç cılız ses dışında bir şey duyulmamaktadır. Yargıtay ve Danıştay da Cemaat’e tabidir. Nitekim Yargıtay’daki seçimlerde Hükümetin adayı ancak dördüncü olabilmiştir. Anayasa Mahkemesi'nde ise etkisi fazladır.

Ergenekon, Balyoz ve rüşvet operasyonlarında aktif davranan yargı unsurları Deniz Feneri’nde nasıl bir tavır takındılar? “İlk şüphe burada doğdu” diyorsunuz.

Hükümet HSYK’nın kendi elinde olduğunu zannediyor ve rahat uyuyordu. Fakat Cemaat, bütün davaları ayarlarken Deniz Feneri dosyasına müdahale etmedi. Bu, savcıların rahat çalışmasını sağladı. Deniz Feneri davasında yargı süreci normal işledi. Ta ki hükümet HSYK’dan müdahale talep edene kadar. O aşamadan sonra HSYK’nın hükümetten bunun karşılığı ne aldığını merak etmek lazım.

Hükümet kontrolü nerede kaybetti?

Kazanmadı ki kaybetsin. Hükümet taraftarlarının Cemaatçilere olağanüstü bir güveni vardı ve bu güven 7 Şubat sonrası bile sarsılmadı. Daha bir ay öncesine kadar böyle bir çatışmanın olamayacağına yemin edebilirlerdi. Buna karşılık Cemaat’in bu saldırıya yıllardır hazırlandığı çok belli.

Yaşadığımız, ‘hukuk öncesi’ süreçtir. Herkesin herkesin düşmanı olduğu, herkesin kendi yerini diğerine karşı koruduğu bir dönem. Vahşi hayat belgesellerinde rastladığımız şeyin aynısıdır. ‘Doğa durumu’ olarak telakki edilmiştir. Bundan sonra bir hukuk alanı doğup doğmadığına bakabileceğiz. Şimdilik kimse hukuktan bahsetmesin!

Bu krizde biz yurttaşlar müdahale edip geleceğimizi elimize almazsak yeni bir Yeşil Gece daha yaşayacağız. 2010’da olduğu gibi, geçmişin yöneticileri düzen değiştiğinde bile geleceğin yöneticileri olacak. Bu işe dur diyecek olan şey Gezi hareketi/ruhudur.

ORHAN GAZİ ERTEKİN KİMDİR?

Gaziantep Hakimi- Siyaset Bilimi Doktoru/ Demokrat Yargı Eşbaşkanı

Master tezini ODTÜ’de ‘1944 Yargılamaları, Türkçülüğün Dönüm Noktası’ başlığıyla; doktorasını Anti-terör Mevzuatı üzerine Mülkiye’de yaptı.

‘Yargı Meselesi Hallonuldu’, ‘Türkleşmek, İslamlaşmak, Memurlaşmak’, ‘AK Parti, Cemaat ve Yargının Hikayesi’ ve ‘Türkiye’de Yargı Yoktur’ kitapları var.

Yakında ‘Eşeğin Gölgesi Davaları’ başlığıyla yeni kitabı yayımlanacak.