1970’li yıllarda Filistin Kurtuluş Örgütü saflarında savaşa tanıklık eden araştırmacı, yazar Faik Bulut, Filistin mücadelesini ve Türkiye’nin konuya ilişkin tarihsel tutumunu Yurt gazetesine değerlendirdi. Türkiye'nin Hamas'la olan ilişkisini değerlendiren Bulut, "AKP politikası, Müslüman Kardeşler örgütüne yakın bir düşünce taşıyor. HAMAS da Müslüman Kardeşler örgütünün Filistin'deki bir kolu olduğu için ilişkiler derinleşti," dedi. Bulut, İsrail ile Türkiye'nin ilişkilerinin hiç kesilmediğini de hatırlatarak, İhsan Sabri Çağlayangil'in deyimini kullanarak, "'Gizli flört İsrail'le, açık muhabbet Filistin'le' diyebiliriz" diye belirtti.

Faik Bulut'un Yurt gazetesinden Taylan Kesanbilici'ye verdiği söyleşi şöyle:

Çok kısa aralıklarla sıkça dünya gündemine oturan meselelerden bir tanesi de Filistin mücadelesi. Bu nedenle öncelikle Filistin sorununun ortaya çıkışından biraz bahsedebilir misiniz?

Fransız Devrimi'nden sonra Avrupa'da milliyetçiliğin ortaya çıkmasının ardından ister istemez orada yaşayan Yahudi cemaatleri arasında da milliyetçilik belirmeye başladı ve Avrupa'daki çeşitli ülkelerin milliyetçileri, Yahudileri hedef alan birçok siyasi hukuki, hatta katliama varan faaliyetlere giriştiler. Bolşeviklerin, Sosyalistlerin, Komünistlerin ön planda olduğu dönemde 'ulusların kendi kaderini tayin hakkı' tartışılırken, Doğu Avrupa'daki bir Yahudi topluluğu olan 'Bund' da kendi kaderlerini tayin hakkından bahsediyor. Ama Lenin olsun, Rosa Luxemburg olsun inanç üzerinden bir tayin hakkı olamayacağı yönünde fikir beyan ediyorlar. Yahudiler özetle Kautsky'nin, “Geri kalmış ülkelere medeniyet götürülebilir” tezini de öne çıkararak geri kalmış bir Filistin'e uygarlık götürme temalarını işliyorlar.

Siyonist hareketin önde gelenleri Yahudilere bir yurt edinme yönünde Bassel'de 1890'ların sonuna doğru bir Siyonizm kongresi topluyorlar. Fakat “Bu yurt neresi olsun?” yönünde tartışmalar sürüyor. Mesela Uganda diye düşünüyorlar, Latin Amerika'da Arjantin gibi yerleri düşünüyorlar. Bu fikirlere rağbet edilmemesinin nedeni ise Musevilerin, Romalılar döneminde sürüldükleri ülkeye, yani Filistin'e dönmek ve kutsal şehir olan Kudüs'e dönmek isteği. Bund denen örgüt 1. Dünya Savaşı öncesinde orada, toprak satın alarak, kendilerine model çiftlikler, model üretim bölgeleri yapıyor. 1. Dünya Savaşı olunca, yani ülkeler bölüşülürken bu durum özellikle İngiltere'nin de işine geliyor. Çünkü İsrail'in olacağı bir Filistin, Hindistan'a uzanan hat üzerinde bir güvenlik karakoludur ve geçiş noktasıdır. 1916'da Balfour Deklarasyonu'na uygun olarak da 'yurtsuz bir halka, halksız bir yurt' sloganı altında Filistin'i uygun görüyorlar. Hem Yahudiler buraya göçüyorlar hem de İngilizler tarafından göçleri teşvik ediliyor.

2. Dünya Savaşı'nda Yahudilerin, Hitler tarafından katledilmesi olayı da ön plana çıkarılarak dünya çapında bir propagandayla İsrail devletinin kuruluşuna zemin hazırlanmış oluyor. 1948'de Milletler Cemiyeti tarafından Filistin topraklarının, Filistin ve İsrail olarak ikiye bölünmesine onay veriliyor. 1967'de bir savaş yaşanıyor, savaşta Arap ülkeleri yeniliyor ve Arap ülkeleri yenilince 1948'de alınan toprakların yanı sıra 1967'de de Filistin'in bütün toprakları İsrail'in işgali altına girmiş oluyor.

PARÇALANMIŞ FİLİSTİN

Tüm Ortadoğu ülkeleri İsrail’i lanetlediğini söylerken Filistin'in, sürdürdüğü mücadelede yalnız kalışını nasıl değerlendirmemiz gerekir? Buna sebep olan nedir?

Filistin tarihi olarak 'Biladi Şam'dır. Bizde Şam sadece Suriye'nin başkenti olarak geçer ama Osmanlı dönemine baktığınızda Şam eyalettir. Bu eyalet Ürdün'ü, Filistin'i, Lübnan'ı, Suriye'yi kapsar. Ama tarihi bağlar nedeniyle Filistin ile Ürdün coğrafi anlamda da, sosyolojik anlamda da neredeyse iç içedirler. Gazze tarihsel olarak daha çok Mısır'ın özerk bir eyaleti durumunda kalmıştır. Bir defa böyle bir parçalı durum vardır.

Ortadoğu ülkelerinin kurtarıcı güç olmamalarının iki nedeni vardır. Birincisi, bağımsız bir Filistin devletini istemiyorlar, toprakları zaten paylaşılmıştır. İkincisi ise bağımsız bir Filistin devletini isteseler de zaten karşılarında Fransa ve İngiltere gibi büyük güçler vardır. O bakımdan Arap ülkeleri çok söz söylemişlerdir ama hiçbir şey yapamamışlardır. Tersine Filistinlilerin felaketine yol açanlardan birisi de Arap yönetimleri olmuştur.

Ortadoğu’da böyle bir süreç yaşanırken, Türkiye geçmişten bu yana Filistin meselesine dair nasıl bir konum aldı?

Aslında 1948'de Türkiye İsrail'i tanımaya onay vermiştir. Bu da normal. Çünkü o zaman Türkiye daha çok Batı ile işbirliği halindedir. Özellikle NATO'ya girmesinin ardından zaten Batı'nın bütün jeopolitik siyasetlerini benimsemiş durumdadır. Tabi buna rağmen Türkiye nispeten tarafsız kalmayı, mesafeli kalmayı tercih etti. Fakat İsrail ile Türkiye'nin ilişkileri hiç kesilmedi. İhsan Sabri Çağlayangil'in deyimiyle, “Gizli flört İsrail'le, açık muhabbet Filistin'le” diyebiliriz.

AKP'nin 12 yıllık icraatlarına gelecek olursak, Filistin'e ilişkin siyasette daha çok HAMAS'ı kayıran bir politika görülmüştür. Gazze'ye yönelik geçmişteki saldırılara baktığımızda, AKP'ye yakın İnsan Hak ve Hürriyetleri İnsani Yardım Vakfı (İHH) gibi örgütler vasıtasıyla yardımlar teşvik edilirken, Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK), Türk Tabipleri Birliği (TTB) gibi örgütlerin desteklerinin önü mevzuat bakımından kapatılmıştır. Bu aynı zamanda 'insani' adı altında 'islami' bir politikanın güdüldüğünü gösteriyor.

AKP politikası, Müslüman Kardeşler örgütüne yakın bir düşünce taşıyor. HAMAS da Müslüman Kardeşler örgütünün Filistin'deki bir kolu olduğu için ilişkiler derinleşti. Türkiye, tipik Osmanlı bakış açısıyla bunların abisi, hamisi olma konumunu devam ettiriyor. Bunların dışında Sezai Karakoç'un, İslam Konfederasyonu diye bir tezi vardır. İslam Konfederasyonu'nu hayata geçirmenin bir parçası olarak Filistin'e destek verildi. Tabi bu ciddi bir romantizmdi. AKP dış politikasını yönetenler Ortadoğu'daki girift, karmaşık ilişkiyi iyi kavrayamadılar ve Ortadoğu'ya romantik bir şekilde daldılar. Bu nedenle orada ciddi bir başarısızlığa uğradılar.

Ayrıca AKP'nin üçlü bir politikası olduğunu seziyorum. Birincisi, Filistin'e yardım adı altında yaptıklarına eyvallah diyebiliriz ama bu yardım tek yanlıdır ve oradaki islami kesimin ön plana çıkmasını, güçlenmesini hedefleyen bir yardımdır. İkincisi, Hamas'ı siyasi nedenle ya da askeri nedenle Türkiye'nin adına vurucu güç olarak kullanma mantığı son derece yanlıştır. Üçüncü olarak da Filistin halkına yardımları öne sürerken bir yandan da Filistin'e ciddi bir politik destek sunulmadığını görüyoruz. Açıkçası Amerika'nın, İsrail'e verdiği askeri desteğe mutlak karşı çıkmadan, İngiltere'nin bu konudaki politikasını reddetmeden sizin Filistin'in yanında olmanız hiçbir şey ifade etmez.

ÜÇ NEDENLE ORTADOĞU

Ortadoğu'daki genel hareketliliğin ve savaş halinin uzun yıllar devam edeceğini öngörebilmek mümkün. Bu öngörünün nedenini siz nasıl açıklıyorsunuz?

Aslında emperyalist ülkelerin, sömürgeci ülkelerin öteden beri yürüttükleri politikaların olumsuz sonuçları patladı. Hala Ortadoğu’da olan biten şeyler Amerikan politikalarının, İngiliz politikalarının devamıdır. Dolayısıyla bu işin baş müsebbibi bu politikalardır. Diğer bir sebep de yer altı kaynaklarının, yani petrolün, bu bölgede olmasıdır. Hem bölgesel devletlerin hem de dünya çapındaki devletlerin bölüşüm kavgaları burada yaşanıyor. Tabi bu işi sadece sömürgeciliğin üzerine yıkamayız. Çünkü bir başka neden de bu bölgeye Safevilerden, Selçuklular, Osmanlıdan kalan olumsuz mirastır. Bu miras da mezhepler kavgasıdır, dinler kavgasıdır.

Bunların ötesinde başka bir noktayı da iyi görmek lazım. Ortadoğu’da savaşlar artık bir devletle diğer bir devletin doğrudan savaşması şeklinde olmuyor. Mesela bugüne bakarsak Kürtler bir yanda, Şiiler bir yanda, Sünniler bir yanda, IŞİD bir yanda, Saddam’ın ordusu bir yanda… Durum o kadar karışık ki bunu yalnızca bir devlet mantığıyla baktığınızda anlayamazsınız.