Tam bir yıl önce bugündü. Günün sabahında bile gecenin neye evirilebileceği konusunda bir öngörü yoktu. 27 Mayıs günü Taksim Gezi Parkı’na harbiye tarafından dozerler girmiş ve ağaçları sökerek ‘yol genişletmesi’ yapmaya başlamış. Bunu duyan Taksim Dayanışması’ndan birkaç kişi olay yerine varmış, ‘bunu yapmaya izniniz var mı?’ diye sormuşlar ve buraya böylesi bir müdahalenin ‘yasal’ olmadığını ifade ederek fiili şekilde bu duruma müdahale etmişler. Bunun duyulması üzerine özellikle ‘kentsel dönüşüm’ talanına karşı mücadele yürüten, ekoloji mücadelesi yürüten birey ve gruplardan katılım olmaya başladı. İlerlemeyi durdurmak için bu kişiler çadırlarını da park alanına koymaya başladılar. Emek sineması işgalinde ilk duyduğum “bu daha başlangıç, mücadeleye devam” sloganı ile tam bir başlangıç gibiydi.

Üçüncü günden itibaren park içinde geniş katılımlı forumlar yapılmaya başladı. Böylesi bir forumda; “Ciddi bir durum var, yerinden ve de radikal bir müdahale. Tam olması gerektiği gibi! Acaba AKP’nin çakıldığı yer olabilecek mi?” demiştim. O günün akşamında bambaşka bir şey oldu ve R.T.E./AKP gerçek anlamı ile Gezi Parkı’na çakıldı. Bunu o alanı ilk günlerde dolduran yüzlerce insan içinde hayal eden, isteyen elbette olmuştur. Ama olacağını sanırım hiç birimiz düşünmemiştik. Kimsenin böyle bir şey beklemediği zaten zaman içinde ortaya çıkacaktı. İlk birkaç günlük direnişten sonra polis yakın mesafe gaz, jop elindeki bütün şiddet unsurları ile saldırarak bizleri eylemcileri park alanının dışarıya çıkarmıştı. Ancak istediği ‘yol genişletmesini’ de yapamıyordu, çünkü eylemciler park içinde çıkarıldıklarında da parkın etrafında toplanmaya devam ediyorlardı. Bir yerde yakın alan markajına dayalı bir mücadele hali devam ediyordu. Sosyal medya üzerinden eylemin görünürlüğü de ciddi bir şekilde artmaya başlamıştı.

31 Mayıs günü içinde İstiklal Caddesi’nden doğru birçok defa parka doğru müdahale ederek parka girme demeleri her defasında parkı kuşatan çevik kuvvet tarafından engelleniyordu. Akşama doğru kitle artmaya başladı. Bu artış öngörülen/beklenen bir artış değildi. Kitle arttıkça kitle içinde çok farklı aidiyetler de daha belirgin bir şekilde ortaya çıkmaya başladı. İlk günlerde daha çok kent/ekoloji alanında çalışma yapan grup ve bireyler, kimi sosyalist gruplar alanda bulunmasına rağmen bu defa durum tam değişmeye başlamıştı. Ellerinde Türk bayrakları, boyunlarında takım fularları ile insanlar, altı oklu chp bayrakları ile insanlar, işçi partisi, tgb bayraklı insanlar… Meydan polisler tarafından abluka içinde olmasına rağmen kitle çoğalıyordu.

Akşama doğru ellerinde başka başka bayraklar, flamalar ve sloganlar içinde on binlerce insan “bu daha başlangıç mücadeleye devam” diyerek başka bir ortaklık kurdular. Hayatının büyük bir bölümünü sokaklarda eylemler ile geçiren insanlar için bambaşka bir şeydi bu durum. Birçok sokak eylemlerimizde bize karşı müdahale edenler ile yan yana aynı sloganları atıyorduk. Yüzlerde bir şaşkınlık, zamanla bu şaşkınlık yerini biraz kaygı ile keyifli bir memnuniyete bırakıyordu. Anarşistler, Sosyalistler, Kürtler, Kemalistler, Milliyetçiler… daha öncesinde hiç yaşamadığımız, yaşamayı da tahmin etmediğimiz bambaşka bir şeyler oluyordu. Ellerinde başka başka bayraklar ile benzer bir öfke ile aynı slogan atılıyordu; “BU DAHA BAŞLANGIÇ, MÜCADELEYE DEVAM!”

Bir slogan hayat ve de sokak ile ancak bu güzellikte buluşabilirdi. Gün kararmaya başladığından istiklal caddesinin bütün sokakları gençlerin, kadınların, lgbti, anarşist, anti-militarist, sosyalist, yurtsever/sosyalist kürt, Kemalist birey ve grupların muazzam direnişine saat saymaya başlamıştı. Sokaklar doldukça meydana doğru bir müdahale gelişiyordu. Harbiye tarafından onlarca çevik kuvvet aracı, toma, panzer meydan doğru müdahale etmeye başladı. Müdahale ettikçe kitle içinde karşı koyma hali daha bir etkili şekilde kendisini göstermeye başladı. Meydan doğru İstiklal Caddesi adeta bir gaz bulutuna dönüştürülmüştü.

O gün başka bir şey doluyordu. Çevik polis gaz attıkça bu gazlar geriden geriye polislere dönüyordu. Kitle çok hızlı bir şekilde saldırı karşısında muazzam bir dayanışma ile kendi çözümlerini geliştirmişti. Eldivenler, puşiler, gaz maskeleri gazlı saldırıya karşı ilk savunma gereçleri olarak görülmeye başlandı. Ellerinde eldiven olanlar gelen gaz fişeklerini aldıkları gibi polislerin içine gönderiyordu. Özellikle de Mis ve İmam Adanan sokaklarından doğru İstiklal caddesine büyük bir enerji ile kitle akıyordu. Fransız Kültür Merkezi önüne konumlanan çevik kuvvet tek adım ileri atamıyordu. Karşılıklı gazlı saldırılar devam ediyordu. O an bir şey daha eylemcilerden/bizden yanaydı. Rüzgâr tersinden esiyordu, ya da ilk defa doğru esiyordu. Polislerin attığı gazı gelen rüzgâr onlara süpürüyordu. Artık ‘devrim için objektif ve de subjektif koşullar hazırdı.’

Kitle muazzam direnişini sürdürüyordu. Bir süre en önde çatışan, gelen gaz fişeklerini geri polislere fırlatanlar daha sonra yerlerine yeni gelenlere bırakarak daha geri çekiliyorlardı. Polis müdahalesine karşı ilk müdahale maske ve de gözlükleri ile biraz daha donanımlı ‘beyaz önlüklüler’ tarafından gerçekleştiriliyordu, durumu daha kötü olanlar kollarda taşınarak ileride korunaklı yerlerde ilk tedavileri gerçekleştiriliyordu. Daha kötü olanlar ise bir şekilde hastanelere ulaştırılmaya çalışılıyordu. Gecenin bir saatinde karşısında insan bendeni dışında hiçbir savunma aracı olamayan kitleye karşı devletin bütün şiddet unsurları geri çekilmeye başladılar.

Devrim, bir durumdan başka bir duruma geçiş, evrim, dönüşüm ise o akşam yaşanan devrimdi. Çünkü o akşam on binlerce insan iradesiyle bir şeyler yaptı. Hızlandırdı. Belli bir alanda hızlı, köklü ve nitelikli bir şekilde bir değişimi gerçekleşirdi… Uzun yıllardan sonra İstanbul’da ilk defa devletin elindeki kitleleri bastırmak amacıyla kullandığı tekel şiddeti iflas etmişti. Gazı, jopu, akrebi, toma’sı kitlenin muazzam dayanışması ve direnişi ile iflas etmişti. O gün bizler kahramanı, partisi, örgütü, lideri olamayan bir devrim yaşadık!