Günlerdir Türkiye ABD ilişkileri Rahip Brunson üzerinden yeni bir gerilim olarak gündemimizi işgal ediyor. Mevcut iktidar bu gerilimi anti - emperyalizm sosu ile kamuoyunu (her zamanki gibi) manipüle etmeye çalışmakta. Amerika'nın emperyalist olduğuna dünyada aklı başında hiç kimsenin hayır demeyeceği bir realite elbette. Gelgelelim her Amerika'ya karşı çıkış da emperyalizme karşı olunduğu anlamına gelmez. Emperyalistler arası çelişki ve emperyalistler ile işbirlikçileri arasındaki çelişki her zaman mevcut olduğu gibi, üstüne üstlük bu çelişkiler uzlaşmaz mahiyette çelişkilerdir. Yani çözümü zora dayalı çelişki türlerindendir. Hatta işbirlikçilerin farklı emperyalizme bağımlı olması söz konusu çelişkinin şiddetini daha da artırır.

ABD'nin dünyanın tek başına, tek kutuplu emperyalist hegemonyası artık sürdürülebilir olmaktan çıkmış durumdadır. ABD her ne kadar Çin, İran ve Rusya'ya karşı Avrupalı müttefikleri ile ortak hareket etmeye çalışsa da meselenin asıl yönü çelişkilerle ilerlediği şeklindedir. Çin ve Rus emperyalizminin gittikçe güçlenmesi, yani tek kutuplu dünyanın sona ererek çok kutuplu bir sisteme geçişi de beraberinde getirmektedir. Dünyadaki asıl gerilimin bu olduğu çok net. Bu durumun özellikle Ortadoğu'da, bölgesel manada bir paylaşım savaşı niteliğini alması, emperyalistler arası bloklaşma ihtiyacını ortaya çıkarmaktadır.

İşte bu bloklaşmalar Türkiye gibi emperyalizme bağımlı ülkelerde kendince daha özerk, çıkarlarına göre ikili oynayabilme imkanlarını sunuyor. Anlatmaya çalıştığım şu ki; Türkiye ile ABD arasındaki çelişkilerin en önemli nedeni bu. Ortadoğu'da ABD'nin dönem dönem yarattığı hegemonik zayıflıklarından kaynaklanan boşluklar Türkiye'yi yönetenlerde, ( özellikle ekonomik konudaki çöküşten dolayı ) Çin ve Rusya'ya yakınlaşmasına neden olmaktadır. Çin'den 3, 5 milyar dolar ''yardım'' talebi, Rusya'dan S - 400 füze siparişlerini bu gelişmelerin ürünü olarak görmek gerekir. Türkiye'nin öteden beri iştahla savunduğu Şangay İşbirliği Örgütü'ne üyeliği , ''diyalog ortaklığından'' öteye geçemeyerek bir türlü gerçekleşmiyor. Çünkü Şangay İşbirliği Örgütü asıl olarak Suudi Vahabi zihniyetine karşı mücadele için kurulmuştur. Dolayısıyla Rusya açısından Türkiye'nin Suriye'deki ikircikli boyuttaki tutarsızlığı, Çin cephesinde ise Uygur bölgesindeki milliyetçi yaklaşımı tam üyeliğinin önünü tıkamaktadır. Kaldı ki, ''Şangay Beşlisi'' denen Rusya, Çin, Kırgızistan, Kazakistan ve Tacikistan 'da demokrasinin, özgürlüklerin, adaletin, ve insan hakları gibi insan yaşamındaki olmazsa olmaz en temel argümanların en az mevcut olduğu bu örgüte üye olmak üye olanlara ne gibi artı sağlayacağı ayrı bir soru işaretidir ?

Kısaca özetlemeye çalıştığımız bu gelişmeler, ABD ile ilişkilerin gerilimini artırmakta, Türk hükümetine pazarlık yapabilme imkanını sunmaktadır. Böylelikle hükümet, kamuoyuna ekonomik, askeri ve siyasi olarak bağımsız politika algısını yayarak kitleleri kendi etrafında mevzi almaya zorlamaktadır. Aslına bakarsanız çok da başarısız sayılmaz. Zira, meclisteki HDP dışındaki partiler ile ''mili mutabakatı'' yaptı bile. Taze milliyetçi İyi Parti, aslan sosyal demokrat CHP, AKP ve MHP ortak açıklama yaparak ABD'nin Türkiye hükümetinin iki bakanına yönelik yaptığı yaptırım kararını ''şiddetle'' protesto ettiler (!). İktidar böylece yaşadığı ve gittikçe daha da derinleşerek ilerleyeceği belli olan yönetememe krizini ''dış güçlerin senaryosu '' iddiasıyla bir '' milli birlik beraberlik '' havasında göğüslemeye çalışıyor.

Ancak Türkiye'nin bu gerilim ve emperyalistler arası çelişkilerden yararlanarak, bağımsızlıkçı, anti- emperyalist politika izlediği yalanıyla, 'bize dış güçler operasyon çekiyor, döviz o yüzden çok artıyor, enflasyonun nedeni bu dış mihraklar'' gibi yalanlarının (uzun vadede) kamuoyunu ikna etmesi mümkün değildir. Zira Türkiye'nin içinde bulunduğu ekonomik sıkıntı bu tür palyatif taktiklerin geçersizliğini gözler önüne seriyor. Ülkede yaşayan herkes de biliyor ki, ekonomi geri dönüşü olmayan bir çöküş yoluna girmiş durumdadır. Geri dönüşü mümkün değil, çünkü ülkenin tüm ekonomik dinamikleri AKP iktidarı eliyle tasfiye edildi. Başta tütün, Sümerbank ve şeker fabrikaları olmak üzere üretim yapan önemli merkezler yok pahasına yandaşlara peşkeş çekilmek suretiyle tasfiye edildi.

16 yılık AKP iktidarı süresinde açılan fabrika olmadığını kendileri de itiraf ediyorlar. Ekonomiye geri dönüşü olmayan inşaat sektörü ve oldukça muvazaalı ihalelerle yapılan yol, köprü, hava limanı, lüks konut, ve gereksiz AVM inşaatları ekonomik durgunluğun en önemli nedenleridir.

Bu olumsuz gelişmeler sonucunda Türkiye'nin emperyalizme bağımlılığı derinleşmiş ve batık ekonomik durum ile çaresizliğe sürüklenmiştir. Çok yakın zamanda ''İMF'ye borç verecek duruma geldiğini'' diline pelesenk eden AKP iktidarı, İMF 'ye açık veya gizli olarak kredi başvurusunda bulunduğunu duyduğumuzda hiç de şaşırtıcı olmayacaktır.

Rahip Brunson olayının gündemimizi meşgul ediyor olması tam bir trajedidir. Bir din misyonerinin iki ülkenin ilişkilerinde bu kadar belirleyici olması mantık dışıdır. Halk Bankası genel müdürü ile takas argümanı da hiç inandırıcı görünmüyor. Dolayısıyla iktidarın ABD ile göstermelik kavgasının anti emperyalizmle uzaktan yakından bir ilgisi yoktur. 6. Filo'nun denize dökülüşünün 50. yılını tamamladığımız bu yılda kimin emperyalizme kararlı bir mücadele verdiğini, kimin kendini Amerika'ya beğendirmek için olağanüstü çaba sarf ettiğini tüm dünya kamuoyu biliyor.

Özetle yukarıda açıklamaya çalıştığımız noktalar göz önüne alındığında daha sağlıklı sonuçlara ulaşacağımıza inanıyorum.