Emperyalizmin özgürlüklerle, demokrasiyle, insan haklarıyla hiçbir şekilde en ufak bir ilgisinin olmadığını tüm dünya insanlığı Bolivya örneğinde kavramış oldu. Zira, Honduras'la başlayan, Brezilya, Paraguay, Venezuela ile devam eden ABD destekli darbeler (veya daha kibar tabirle müdahaleler) zincirinin son halkası Bolivya oldu. Hemen belirtelim ki, ülke tarihinin ilk yerli başkanı olan Evo Morales'in istifasıyla sonuçlanan siyasi süreç çok açık bir ABD darbesidir. Latin Amerika halklarının geleceğine, onların siyasi iradelerine yönelik saldırının bir parçası olan söz konusu bu darbe, Bolivya'da bugüne kadar oluşabilmiş halktan yana ilerici alternatif güçleri yıkma girişimidir. Bu girişimin destekçileri ise, ABD işbirlikçisi sözde muhalefet, satın alınan ordu ve paramiliter silahlı çetelerdir.

Her ne kadar uluslar arası, (diğer adıyla) batı medyasında darbenin gelişi Bolivya'nın meşru başkanı Morales'e karşı toplumsal öfkenin sokağa yansıması olarak gösterilmeye çalışılsa da, toplumda çok ciddi bir infial söz konusu değildi. Çünkü halktan yana yapılan iyileştirmeler, yoksulluğun %65'lerden %30'lara düşüşü bu görüşümüzü doğrular nitelikte. Sokakta aslında olan ABD destekli çetelerin, ağırlıklı olarak Bolivya'nın asıl yerlilerine, Morales ve partisi Bolivya Sosyalizme Doğru Hareketi (MAS) destekçilerine yönelik şiddet eylemleriyken, Morales karşıtı halkın demokratik gösterileri olarak yansıtılmaya çalışıldığını ifade etmek gerek. Bu anlatının yeni olmadığını biliyoruz. Ortadoğu'dan Latin Amerika'ya oradan Doğu Avrupa'ya emperyalizm, çıkar çatışması yaşadığı tüm iktidarlara karşı bu tarz söylemi kullandı, hatta söylem bazında kalmadı, işine yarayacak gerekçeler (!) üretmeye çalıştı. Örneğin, Ukrayna'da silahlı neofaşistlerin hareketi için 'AB demokrasisine özlem' tanımı kullanıldı. En son Suriye'de halkların birbirine kırdırılmaya çalışıldığı herkesin malumu. Buradan emperyalizmin hedef aldığı tüm iktidarların hatasız olduğu sonucu çıkmamalıdır. Ancak bir ülkenin kendi sorunlarını yine o ülkenin demokratik, meşru unsurları ile çözmesi yoluna girmesi ile, emperyalist güçlerin o ülkede kendi lehine iktidar değiştirme olayı çok farklı şeylerdir.

Darbeyi kimse açık olarak savunmaz. Yani darbeyi gerçekleştirenler hiçbir zaman darbe yaptıklarını asla kabul etmezler. Demokrasiyi veya daha basit tanımla bozulan kamu otoritesini yeniden tesis etmek için olağanüstü önlemler aldıklarını söylerler. Bu amaçlarını gerçekleştirmek için halk desteği yaratmanın çabası içindedirler. Ancak 2000'li yılların başlarından itibaren neoliberal rüzgarı dinmiş durumda. Çöküşe geçmiş, topallayan kapitalizmin halklara sunacağı hiçbir yalanı dahi kalmadı. Kapitalizmin dünyanın hiçbir yerinde bugün yaşanan ekonomik ve toplumsal krize karşı bir atımlık barutu kalmamıştır. Dolayısıyla emperyalizm çareyi, toplumsal manada da liberal demokrasi masalı iflas ettiğinden dolayı dünyanın hemen her yerinde kendine çözüm olarak, hedefine aldığı ülkelerde toplumun en geri bilinç düzeyindeki (lümpen) kitleleri harekete geçirmek suretiyle silahlı paramiliter çeteler oluşturarak 21. yüzyıl faşistlerini yaratmakta buluyor. Bu yüzden de emperyalizmin mazlum halklara yaptığı her siyasi müdahalesi o ülkede kaos, bunalım, ekonomik ve siyasi istikrarsızlık, neticede maddi manevi yıkımla sonuçlanıyor.

ABD, Kanada ve AB emperyalizmi için Bolivya gibi küçük bir Latin Amerika ülkesi neden bu kadar önemli acaba? Soruyu şöyle de sorabiliriz; Şu an itibariyle neden ciddi bir halk desteği olmayan, temelde darbeci asker ve polisin zoruna dayanan bir iktidar değişikliği ABD, Kanada ve Batı emperyalistleri için bu kadar önemli? Çünkü yönetime en meşru şekilde, seçimle halkın % 70 desteğini alarak gelen Evo Morales başkanlığındaki MAS, emperyalizme tehdit oluşturabilecek bağımsız, halkçı (kamucu) bir politik programı başarılı bir şekilde sürdürmüştür. MAS bu program dahilinde çoğunluğu Amerikan olan madenden telekomünikasyona kadar birçok sektörde ülkeyi iliğine kadar sömüren şirketleri kamulaştırmış olması ABD, Kanada ve AB emperyalistlerini kudurtmuştur. Öyle ki, sadece darbeye neden olan sürecin başlangıcı sayılan 23 Ekim gecesi, Tesla ve Panasonic hisselerinin borsada tavan yapması bile birçok şeyi açıklamaya yetiyor. Çünkü bu iki şirketin ortak özelliği lityum madenine olan ihtiyaçları. Başkan Morales ise o akşam lityum madenlerini kamulaştıracağını açıklamıştı. Lityum madeni kullanılan telefon pilleriyle elektronik arabalara olan talebin 2025 yılında iki katına çıkacağı bilinen bir gerçek. Dünyadaki lityum madeninin %70'nin Bolivya'da bulunduğunu da belirtelim bu arada. Bolivya, lityum madeninin yanında Avrupalı ve Amerikalılar için çok önemli olan kalay ve gümüş yönünden de çok zengin bir coğrafyaya sahip bir ülke. Tek başına bunlar bile emperyalistlerin Latin Amerika'ya yönelik müdahaleleriyle geçen yılları özetlemeye yeter.

Emperyalistlerin blok olarak Bolivya'yı darbeyle kontrol etmek istemelerindeki en önemli nedenlerinden biri de, (merkez sol da olsa) solun Kolombiya ve Arjantin'deki seçim başarısı, Brezilya'da eski başkan Lula'nın serbest bırakılması ile büyüyen Güney Amerika'daki sola dönüşünün ortadan kaldırmak istemelerindeki ısrarlarıdır.

Bolivya'da katledilen Che'yi gönlünde yaşatan Bolivya halkı emperyalizme teslim olmayacak. Arjantinli efsanevi devrimci Comandante Ernesto Che Guevara'nin içtiği purosundan çıkan duman kadar değeri olmayanlar Bolivya'yı esir alamayacak.

Yazımızı bugünlerde Bolivya'da darbeye karşı cesurca meydanları dolduran milyonlara cesaret ve güç vererek onların moral değerlerini artıran Devlet Başkan Yardımcısı Alvaro Garcia Linera'nın darbeye karşı konuşması ile sonlandıralım:

''Önümüzde zor zamanlar var, fakat devrimciler güçlerini zor zamanlardan alır. Biz bununla doğar, bununla kuvvetleniriz. Biz yerin derinliklerinden gelenler değil miyiz? Biz neoliberalizm çağında zulmedilen, işkence edilen, hakir görülenler değil miyiz? Biz bedenlerimizle hala 1980'lerin ve 1990'ların mücadelelerinin izlerini, yaralarını taşıyoruz. Ve bugün eğer, seçici olarak, bir süre daha seksenlerin, doksanların, iki binlerin mücadelelerine devam etmemiz gerekecekse, başımızın üstüne. Devrimciler bu yüzden vardır. Mücadele etmek, kazanmak, kaybetmek, tekrar ayağa kalkmak, tekrar mücadele etmek, tekrar kazanmak, tekrar kaybetmek ve yeniden ayağa kalkmak için. Ömrümüzün sonuna kadar yazgımız budur. ''