Türkiye’de “milli ve yerli” hayatlar inşa etmek için 15 Temmuz kalkışmasını bir lütuf olarak gören müslüman, muhafazakar, milliyetçi kesimler (akp, mhp, vp, bbp ve türevleri) 20 Temmuz 2016 tarihinden bu yana hummalı bir çalışma içindeler. Ülkeyi parsel parsel paylaşarak bir şirket yönetir gibi yöneten bu elitler için olmazsa olmaz olan şey, bütün bu gasp ve talanlarına karşı hiçbir şekilde bir itiraz geliştirmeyecek bir sistem inşa etmek.

Böylesi bir sistemin inşası için, hiçbir şekilde kendi başına bağımsız düşünemeyen, her türlü baskı ve şidete karşı boyun eğen, günün her sabahında önlerinde buldukları khk’lara selam duran, haksızlık ve baskılara karşı yüzünü önüne indirerek; “buna da çok şükür, padişahım sen çok yaşa!” diyerek biat eden bir toplum lazım.

Ancak ellerindeki bütün şiddet, medya, akademi, basın, yayın, ordu, polis, mafta, ‘muteber yurttaş’ tekeline rağmen birileri çıkıp “yok bu iş böyle olmaz” diyebiliyor. Tabi bu durum çok zorlarına gidiyor, nefes alma aralıklarına bile el koydukları bir toplumda nasıl olur da birileri çıkıp hala “olmaz!” diyebiliyor?

Ama oldu işte üniversilerine “intihal” yaptığı kanıtlı reis bir kayyum atanmasına karşı Boğaziçililer onların bu keyfi ugulama ve baskılarına karşı “OLMAZ!” dediler. “OLMAZ!” dedikleri için daha gün ışımadan yüzlerce zırhlı polis koçbaşları ile öğrencilerin kapılarına dayandı. Sandılar ki korkacaklar, sinecekler, “biz ettik siz etmeyin” diyecekler. Ama olmadı.

Biat etmeyişlerini hayretle karşılayan polisler bir eylemde;” terbiyesizlik etme! Aşağı bak!” dediğinde; “Aşağıya bakmayacağız”! diyerek kurulan tek cümle ile bütün karizmaları çizildi. Olacak gibi değildi, öfkeliydiler, mutlak iktidarlarına nasıl birileri “hayır’ diyebiliyor, hızlıca ve telaşla cümleler kurmaya başladılar; “Boğaziçili azgın sapkınlık”, “4 LGBT sapkını”, “öğrenci misiniz, terörist misiniz?” vb...

En iyi bildikleri dil buydu; nefret, linç, ötekileştirme, şiddet çağrısı yapmak!

Onlar şiddet, baskı ve terör ile istediklerine ulaşabileceklerini düşündükçe boğaziçililer “İyiliğimizi istiyorlar, vermeyeceğiz!” diyerek itirazlarını sürdürdüler. Çünkü bu iktidar elitleri ile büyümüşlerdi, on sekiz yıldır bunların yönettiği ülkenin nereden nereye geldiğinin en iyi tanıklarıydılar. Bütün imkansızlıklara rağmen içlerindeki naif, serbest, kışkırtıcı, özgürlükçü çocuğu yaşatabilmişlerdi. “Başörtülü bacılarımı üniversitelerden kovdular” yalanını en çok da onlar biliyorlardı: “Devlete değil yalnızca Allah’a kul olduğumuz ve tek otorite onu bildiğimiz için buradayız”! dediler.

İnanç onların tekelindeydi, nasıl olur da başörtülü birisi çıkıp bu cümleleri kurabilir diye polis, savcı, siyasetçi, mafya hemen videolar hazırladı. Şiddetin her türlüsünü ustaca kullanmak uzmanlık alanları da olsa, olmadı, tutmadı yaptıkları video. Yüzlerce site, televizyon, gazete sayfaları ile 7/24 konuştular, yazdılar, bağırdılar, hat bildirmek istediler, aldıkları cevap: “Bizi, size koşulsuz itaat edenlerle karıştırmayın. Siz padişah değilsiniz, biz de tebaanız değiliz” oldu.

Aslında bütün hikayenin düğüm noktası da burasıdır. Hiç olmadığı kadar Türkiye’de her şeyin ellerinde olduğunu biliyorlar. En çok zorlandıkları zamanlarda; İnsanlığın mukaddes değerlerine yönelik hiçbir saldırıyı ve aşağılamayı kabul edemeyiz. Bu alçak provokasyonu şiddetle kınıyoruz. Görünen ve görünmeyen sorumlulularının bir an önce ortaya çıkarılmasını bekliyoruz”, diyerek yardımlarına koşan aslan sosyal demokratlar da olsa bu kez yol alamıyorlar.

Bugün; Boğaziçi artık sadece bir üniversite, buradaki direniş de kayyuma karşı bir direniş değil, “milli ve yerli” imalatını tamamlayarak 2023 tarihinde mutlak ikdidarlarını saltanat ile taçlandıracaklara karşı bütün farklı inanç, kültür, dil, kimlik, cinsiyet ve cinsel yönelimden insanların bir arada, birbirine benzemek zorunda kalmadan eşit ve özgür yaşama umut ve mücadelelerinin bir adresidir.

Cumhurunbaşı tarafından “...olan kişinin karısı….” denilerek bir kez defa hedef alınmasına rağmen sukunetini koruyarak; “En güzel direniş kalbi temiz tutmak!” diyenlerin daha da çoğalacağı bir Türkiye ancak ve ancak biat etmemekten geçer.

“Zulme ve baskıya boyun eğmeyeceğiz. Aşağı bakmayacağız!”