Her gün haber bültenlerinin servis ettiği ölüm haberlerinin, duygularımız üzerinde yarattığı derin tahribatla kaleme alıyorum bu yazıyı.

Ölümlerin, katliamların sıradanlaştırılmak istendiği, yaşantımızın bir parçası haline getirildiği, en büyük felaketlere bile ‘normalmiş’ gibi bizi alıştırmaya çalışan zihniyetlere inat yazıyorum.
 
Ve diyorum ki; bizi hissizleştiremeyeceksiniz!

Çünkü hissizleştirilen toplumun her bir bireyi olmak, hunharca yaşanan ölümlere alışmak, katliamların sıradanlaştığı bir dünyayı benimsemektir.

Vahşice katledilen her insanın acısını kalbinde hissetmemek, duygusuz ve hissiz katillerin meşrulaştırdığı katliamlara ortak olmaktır.

İnsanları dillerine, dinlerine ve ırklarına göre ayrıştırıp, ötekileştiren zihniyetlere sormak istiyorum; Duygusuz, hissiz ve içi boşaltılmış bir insan olmak size neyi ifade ediyor?

Berfo ana’yı ifade etmediği kesin.

80 yaşındaki Berfo ana. Hani şu her Cumartesi, Galatasaray meydanın da ellerinde çocuklarının resimleri ile, kayıp çocukları için oturma eylemi yapan annelerden sadece biri olan Berfo ana. Yıllarca öldürülen oğlunun kemiklerin kendisine teslim edilmesi için, çalmadık kapı, gitmediği kurum bırakmayan ve bu yolda ölen ana. Bir gün oğlu dönerde evini tanımakta güçlük çekmesin diye on yıllar boyunca evinin duvarlarının rengini değiştirmeyen Berfo ana.

Peki ya Ankara’da, Gata önünde, DNA testi için kan vermeye giden ve doktora ‘’saçları da yanmış mıdır? Yanmamışsa ben kokusundan tanırım evladımı’’ diye soran ana.

Hala kıpırdamadı mı insan olan tarafınız? O halde devam edeyim yazmaya.

‘’Çocuklar ölmesin maça’da gelsin’’ pankartını açanlara ceza verip ‘’Aşk Bodrum’da yaşanıyor’’ pankartına sessiz kalanlara sormak istiyorum;

"Ez qurbana birîna tebîm” (‘’Yarana Kurban Olayım Senin’’) diyerek, oğlunun vurulmuş cesedinin başında haykıran, ağıt yakan anne’nin çığlığı size bir anlam ifade ediyor mu?

Etmiyorsa hala, İnsanlık adına yüksek bir yer bulun ve atın kendinizi aşağı. Merak etmeyin, kimse ağlamaz arkanızdan!
 
Bunca felaketlere maruz kalan insanların yaşadıkları, kalpsiz ve duygudan yoksun yaratıkların, savaş çığırtkanlığındaki cırtlak sesleri kısmamışsa, İnsanlıkları sorgulanmalı.

Biliyorum, ne sokak ortasındaki cansız bedeni sergilenen Taybet ana, nede yedi gün boyunca sokak köpekleri ve vahşi hayvanların annesinin bedenini parçalamasın diye yedi günün, yedi asır kadar bekleyişi süren oğlu Mehmet’in hisleri sizin için bir anlam ifade etmiyor.

Anlatmaya ve yazmaya devam etmeli. Duygusuz ve kalpsizlere inat!

Anlatmalı. Derin dondurucuda cesede bekletilen 10 yaşındaki Cemile’yi.

Anlatmalı keskin nişancıların hedefi olan üç aylık Miray bebeği.

Anlatmalı aynı bebeği barışı simgeleyen beyaz bayraklarla hastaneye yetiştirmeye çalışırken vurulan dedeyi ve neneyi.

 Anlatmalı o beyaz bayrakların, çocuklara kefen olarak biçildiğini.

Hacı Lokman Birliği, çıplak bedenleri sergilenen kadınları anlatmalı.

Duygusuz ve hissizlerin kalpleri parçalanıncaya kadar anlatılmalı.

Anlatmalı, bizi hissizleştirmeye çalışanlara inat!