Muktedirlerin ülkeyi tımarhaneye dönüştürdüğü Türkiye’de, vicdandan, adaletten, eşitlikten bahsederken, çocuklarımız için güzel bir gelecek tasarladığımızı düşünüyoruz. Çocuklarımızın geleceğini düşünürken, adalet, eşitlik, kardeşlik, laiklik, dindarlık vs. gibi kavramları da mutfaktan eksik etmiyoruz.

Kavramların içini yeterince doldurmadan konuştuğumuzdandır, bir türlü anlaşamıyoruz. Anlaşamadığımız için bağırıyor, birbirimizi kırıp hakaret ediyor ve tartışmayı şiddet boyutuna taşıyabiliyoruz.

Bazen bel altından birilerine vurmaya çalışırken, çürümüş sistemin içinde, çürük bir vicdanla baş başa kalıyor ve ihtiraslarımız, tutku ve arzularımız için ötekilerin hayatlarını söndürmekten geri durmuyoruz. Sonra adalet, eşitlik, vicdan vb. ülkülerden bahsederken, tekrardan bir başkasını ötekileştirip yok etmeye çalışıyoruz.

Bu döngünün içinde dönüp dolaşırken, vicdanlı bir anne, vicdanlı bir baba, vicdanlı bir siyasetçi rolüne bürünüyoruz.

İnsanlara işkence edilirken, insanlar yargılanırken, tacize uğrar veya öldürülürken rahatça yatağımıza girip bugün de bana bir şey olmadı diye dua ediyoruz.

Peki, çocuklarımıza kıymaktan ne zaman vazgeçeceğiz? Sahiden itiraf etmek, çok mu zor? Suratımızda yalanlardan örülü olan parçalanmış haritayı birilerinin görmediğini mi düşünüyoruz?

Başkalarının çocukları öldürüldüğünde içimiz hiç sızlamıyor, vicdanımız hiç ayaklanmıyor mu?

Yaşanan onca hukuksuzluk, zulüm, arsızlık, hırsızlık, ölüm gibi olaylar, vicdanımızda çatlaklar oluşturmuyor mu?

Yarın bizim çocuğumuz faili meçhul bir cinayete kurban gider, bedeni bir bombayla parçalanır veya hiçbir suçu yokken hapse atılırsa ne yapacağız? Korkunç bir şey değil mi? Böyle bir şeyi düşünmek dahi istemiyoruz.

Peki, çocuğumuz keyfi olarak tutuklanıp veyahut kazara öldürüldüğünde mi vicdanımız ayaklanacak?

Vicdan, bize bir tekme atıldığında mı, çıkarlarımız zedelendiğinde mi, bize eziyet edildiğinde mi uyanır?

İnsanlar birer seri katile dönüştüğünde, hiçbir şey olmamış gibi yolumuza devam etmek midir vicdan? Vicdandan vazgeçmek, bu kadar kolay mıdır?

Yıllar sonra, çocuklarımızın yüzüne hangi suratla bakacağız? Vurdumduymaz bir insan olarak yaşamaya devam ederek, çocuklarımızın gözünde korkak, duygusuz ve yalancı biri olarak anılmak utanç verici olmayacak mı?

Artık, vakit geçiyor. Şöyle olsa, böyle olsa, eğer, meğer, keşke gibi laflarla geveleyip düzlüğe çıkamayız. Çünkü yaşanan onca kötülüğe bizatihi sebep olduğumuz ve çürümüş bir vicdana sahip olduğumuz için vebalimiz artıyor. Vebalimiz arttığı için günahlarımız, ihtiraslarımız ve hatalarımız artıyor. Dolayısıyla sorumluluklarımızı yerine getirmediğimiz ve yaşanan acılara göz yumduğumuz için suçluyuz.

Evet, suçluyuz. Çıkarlarımız için başkalarının çanağından nemalandığımız ve zalimlerin safında yer alıp biat etmeyi bir alışkanlık haline getirdiğimiz için suçluyuz.

Hala öğütme vasfı gören devletlû zihniyetler için önemli insanlar olduğumuzu düşünüp başkalarının defterini dürdüğümüz için suçluyuz.  

İnsanlar, gözümüzün önünde yok edilirken suskun kalıp onları önemsemediğimiz için küstahça söylevlerden vazgeçmeyip ötekine diş bilediğimiz ve şiddetin felsefesini özümseyip çirkinleştiğimiz için suçluyuz.

Başkalarının sırtından geçinip onlara attığımız onca kazıktan, haklarımızı gasp edenlere karşı bir korkak gibi sinmekten dolayı suçluyuz.

6 yaşındaki çocuklarla evlenilebileceğini söyleyen din profesörlerine ağızlarının payını hukuken vermediğimiz ve onları hala dinleyip baş tacı ederek onayladığımız için suçluyuz.

Tapındığınız muktedirlere biat edip ahlak düşkünü ahlaksızlarla aynı safta yer almayı sürdürdüğümüz; ırkçı söylemlerde bulunup yeni efendilerin ve yeni sloganların peşinden koşturduğumuz için suçluyuz.

Hukuku ayaklar altına alanlara hayranlık duyup onları cezalandırmayan keyfi hukuk sistemine tapındığımız için suçluyuz.

Aynı sahne, aynı maske, aynı kostüm, aynı rol, aynı repliklerle hareket ettiğimiz için suçluyuz.

Kısacası, gırtlağımıza kadar boka battığımız için suçluyuz. Şayet bulaştığımız bütün suçlardan arınmak istiyor ve dili, dini, rengi, fikrinden dolayı hiç kimsenin ötekileştirilmediği ve özgürce yaşayabileceğimiz bir ülkede nefes almak istiyorsak; hem kendi özel tarihimizde, hem de soluk aldığımız coğrafyada hayatın keşfine yeniden çıkıp, yeni ve temiz olan bir sayfayı, bir ihtimal açabiliriz.

Yeni bir sayfayı açmak için hayatımızı cehenneme çeviren efendilere, toplumun genel çıkarlarını gözetmekten ziyade, devletin kaynaklarını babalarının tapulu malı gibi kullanıp yağmalayan vatanperverlere ve insanları zekâ özürlü olarak gören toplum mühendislerinin miadı geçmiş düşüncelerine hayır demeliyiz!

Bu dindardır, laiktir, komünisttir, bölücüdür diye ayırımda bulunan ötekileştirici düşüncelere, egemenlerin hukukunu korumak için çırpınıp evrensel hukuk ilkeleri karşısında körleri ve sağırları oynayan yargı erkine, ırkçılığa, işkenceye, siyasal soykırıma, insanların algı dünyasını felce uğratan ve çocuklarımızı katleden zihniyetlerin delilik ülküsüne hayır demeliyiz!

Toplumun zihnini şekillendirip gardiyanlığa soyunan ve ellerini henüz yıkamamış olup “gündelik çarmıha germeler karşında bizi, elimizi yıkamaya davet edenlere hayır diyoruz… Dünyayı bitimsiz bir kışlaya çeviren güçlülerin intihara varan egoizmine hayır… Onursuzluk karşısında, sefalet ve yalan karşısında boyun eğmekten başka çaremiz yok,” diyenlere hayır diyoruz. “Biz korkuya hayır diyoruz. Söyleme korkusuna, yapma korkusuna, olma korkusuna hayır…"