Cari açığımız 60 milyar dolara dayanmışken, bütçe açığımız 100 milyar liraya koşarken ve yine dış borç stokumuz 500 milyar liraya yakınken, sadece Mayıs 2019’a kadar Türkiye’nin bankaları ve şirketleri 70 milyar dolar borç ödemesi yapmak zorundayken, Merkez Bankasının net döviz rezervi sadece 21 milyar dolar (30,6 milyar dolarlık net rezervin 9,6 milyar doları altın rezervi). Bu rezerv ile piyasaya nasıl, ne kadar ve nereye kadar müdahale edebilir? İnsaflı ekonomistler halen ‘kriz’ yerine ‘darboğaz’ ifadesini kullanıyorlar ve derhal alınacak yapısal önlemler ile durumun daha da kötüleşmesinin önüne geçilebileceğini vurguluyorlar. Doğrusu sabahtan akşama komplo teorilerini tekrarlamak ile gerçekleri göremeden her sıkıntıyı dış güçlere bağlamak arasında bir mutedil yol izlemektir.

Hormonlu büyümenin yavaşlaması ve hatta 1-2 çeyrek eksi büyüme görülmesi, Türk ekonomisinin biraz olsun kendine gelmesini sağlayabilir. Her şeyden önce, Merkez Bankasının bağımsızlığı yeniden tesis edilmeli ve Merkez Bankası da kemerleri sıkarak ekonomiyi düze çıkarmak üzere elinden gelen bütün fırsatları değerlendirmelidir. Bu yılın sırf ilk çeyreğinde yabancılar borsada işlem gören şirketlerden 771 milyon dolar çektiler. Bunun etkisiyle Türk borsasındaki değer kaybı %18, bankacılık endeksindeki erime ise %33’e ulaştı. Borsa İstanbul Başkanı Himmet Karadağ Şubat 2018 gibi borsamız 118 bin seviyelerindeyken, borsamızda halen büyük bir potansiyel olduğunu ve yükselişin kaçınılmaz olduğunu ifade ediyor ve “yabancı yatırımcı Türkiye’ye güveniyor” diyordu. Sonrasında borsamız tam 30 bin eridi. Karadağ’ın ifadeleri de şu yönde değişti: “İçimizde çok hain var”, “Spekülatörler endeksi aşağı çekmeye çalışıyor”, “Oyuna gelmeyin”, vs. Eminim bütçe açığının seçim ekonomisi nedeniyle geçen yıla göre %83 oranında artmasının ardında da dış güçler, masonlar ve ateistlerin önemli bir payı ve rolü vardır...

Türk piyasasına yabancı güveni tümüyle kaybolduğu için, Türk Lirasının erimesi sürüyor. Oysa Erdoğan öncesi dönemde yıllık milyar dolara bile ulaşmayan yabancı yatırım, 2007’de 22 milyar dolara çıkmıştı. Reis’in bitmek tükenmek bilmeyen restleşmeleri, dikleşmeleri, ayarları, azarları ve tehditleri, Batı dünyası ile aramızda görünmez fakat gayet derinden hissedilen bir duvar ördü. “Schengen” diye çıktığımız yolda, “Shangay’ (beşlisine) girmeye razı olduk. Financial Times “Yatırımcılar Erdoğan’ı cezalandırırken, Türk Lirası Türkiye’deki krizin keskin ucunda ve yüksek enflasyonu kontrol alma konusundaki siyasi irade eksikliği ortaya çıkan kaygıları arttırıyor” diye yazarken, Commerzbank analistleri “TL’de kriz daha yeni başlıyor” uyarısında bulunuyorlar.

16 yıllık Ak Parti döneminde üretim, gelişim ve teknoloji yerine, inşaat odaklı hormonlu büyümeye odaklandık. Öyle ki, Almanya’da 3.000 ve tüm Avrupa genelinde toplam 25.000 müteahhit varken, Türkiye’de bu sayı (sırf kayıtlı olanlar) tam 330.000. Biraz parası, öngörüsü ve çevresi olan kişi, grup ve kümeleşmeler, çok fazla eğitime ve teknik bilgiye ihtiyaç duymaksızın, kısa sürede inşaat ve yapılaşma sektöründen çok büyük kazançlar sağladılar. Kamu İhale Kanununda yapılan yüzlerce değişiklik ve tadil ile dev devlet ihalelerinin, niteliğe ve deneyime bakılmaksızın, yalnızca yandaşlara peşkeş çekilmesinin önü açıldı. Bunun sonucunda, Türkiye’nin inşaat sektörü zenginleşirken, belirli bir siyasi görüşü benimseyen ve temsil eden sermaye odakları refah ve varlıklarını katladılar.

Sayıları kimilerine göre sadece 30-40 milyon olan, kimi kaynaklara göre ise 300 milyonluk ABD nüfusunun dörtte birini oluşturan Evanjelistlerin Amerika ve dünyanın politikalarına bu kadar hâkim olması bizde nedense istihza ile karşılanıyor ve konuşuluyor. Hâlbuki benzeri bir acı deneyimi daha çok kısa bir süre öncesine kadar yaşamış bir ülkeyiz. Sempatizanları birkaç milyonu ve faal mensupları birkaç yüz bini bulmayan “fetö” maalesef Türkiye’nin son 40 yılına damgasını vurdu ve şekillendirdi.

Neredeyse 100 senedir aynı döngülerin içinde debelenen, başarmak istedikleri ve başaramadıkları hiç mi hiç değişmeyen, kutuplaşma ve ayrışma atmosferinden bir türlü yakasını kurtaramayan bir ülkedir Türkiye... Bu acı sonucu sınırlarımızın dışına bağlamak ise işin en kolayı ama aynı zamanda bu döngünün devamının da garantisi... “Ya bir yol bulmak ya da bir yol açmak” kavşağında bulunuyoruz...