Başbakan Recep Tayip Erdoğan partisinin Ankara mitinginde konuşuyor; “Yarın İstanbul mitingimiz var. Taksim Meydan, boşaldı boşaldı. Boşalmadığı takdirde, artık bu ülkenin güvenlik güçleri orayı boşaltmayı bilir” diye yaptı son açıklamasını. Bunun üzerinde birkaç saat geçmeden talimatı alan polis kuvvetleri akrep, panzer, TOMAlar eşliğinde Taksim Meydan ve de Gezi Parkı’nı dolduran insanlara tüm vahşeti ile bir kez daha saldırdı. Önceki gece sabah kadar park alanında yüzlerce eylemcinin katılımı ile forumlar yapıldı, bu forumlarda eylemin nasıl devam edeceği üzerinde yoğun tartışmalar yaşandı. Bu tartışmalarda direnişe devam kararı çıktı. Parka açılan bütün barikatlar kaldırılmıştı gün içinde, Gezi Parkı’na çıkan bütün engeller ortadan kaldırıldı, merdivenlerdeki bayrak ve flamalar eylemciler tarafından kaldırıldı. Park içi dışında bütün alanlar bir yerden yeniden düzenlenmiş oldu.

Bu hafta sonunun etkin kitle katlımı ile daha sakin geçeceğine dair genel bir algı vardı. Hükümet ve de Vali’nin görüşmeleri sonucu eylemlilik halinin yeni bir sürece gireceği de anlaşılıyordu. Özellikle de hükümetin son birkaç gündür çeşitli biçimlerde alana çeşitli müdahalelerini yakından görüyorduk. Bir şekilde çeşitli yöntemler ile içerideki dayanışmayı kırmaktı hedefleri. Ancak umduklarını bulamamış olmalılar ki bir kez daha bildikleri yönteme başvurdular. Bu müdahale ile bizler bir kez daha devletin nasıl bir şey olduğunu deneyimledik. İktidar ve hırsın birleşmesi hali ile karşımızda bu ülkenin Başbakanı duruyordu. Bizlere bütün öfkesi ve enerjisi ile Devlet denilen sistemleştirilmiş terör örgütünün ne olduğunu, ne olmadığını bir kez daha gösterdi.

Dün gece bizler devletin nasıl bir şiddet tekeline sahip olduğunu, bunun da bir başbakanın gurur ve kibri ile birleştiğinde nasıl yakıcı/yıkıcı bir enerjiye dönüşeceğini yaşadık. Ankara’da topladığı kalabalık ile coşan Tayip Erdoğan, “ustalık dönemim” diye ifade ettiği üçüncü iktidar döneminde 20. Gününe giren Gezi Parkı eylemlerine karşı kullandığı şiddet ile devletin nasıl bir terör örgütü olduğunu bir kez daha gösterdi. Devletin insanlık üzerindeki nasıl bir şiddet tekeli olduğunu hemen hemen bütün Kürt çocukları bilir. Özellikle de 90’lı yıllarda doğan Kürt çocukları daha 3-5 yaşlarından itibaren köylerinin, evlerinin, hayvanlarının, dere ve de ormanlarının devlet tarafında nasıl imha edildiklerini gördüler. Devletin algısında bir gerçeğin “düşman” olarak görülmesi durumunda nelerin yaşanacağını Kürt çocukları bilirdi. Ancak özellikle de Türkiye’nin batısından doğru insanlar başka bir hayat yaşadılar bu süreç içinde.

Dağda hayvanlarını otlatırken, sokaklarda oynarken yaşamlarını yitirdiler, sakat kaldılar. Onlar bu vahşeti yaşarken kendi tv ekranlarında izleyen çocuklarda bugün benzer bir gerçeğin parçası oldular. Bir hafta önce böylesi bir şeyin ne kadar mümkün olacağını sormaları durumunda kimse sokakların bugünkü halini tahmin edemezdi. Devletin Kürdistan’da özellikle de son 30 yıllık şiddetini görmek istemeyenler için artık başlarını çevirebilecekleri bir yer yok. ‘Devlet işte buymuş’; İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Eskişehir, Dersim ve Mersin sokaklarında 90’lı yıllarda doğan bu coğrafyanın bütün genç insanları şimdi bir arada. Hepsinin de öfkesinin kaynağında devletin zorba yaklaşımı var.

Bir şekilde buluşması zor görülen gençliğin bu buluşma ile insanlar artık yaşama birlikte başka bir yerden bakacaklar. Onlarca yıldır buluşmayan bu nesil artık birlikte. Nasıl bir hayat istediklerini sokaklardan doğru çağırıyorlar. Çünkü diğer iletişim alanları kapalı. Kendisine mutlak bir iktidar alanı sağlayan Başbakan, her şeyin de en doğrusunu bildiği ve de devletin bütün imkânı ile kendisini ifade ettiği için başka bir şeye ihtiyaç olduğunu da düşünmüyor. Sahip olduğu bütün iletişim kanallarından doğru 27 Mayıs tarihinde başlayan Gezi Parkı direnişini de en doğru biçimde okuduğunu düşünüyor.

Ancak Tayip Erdoğan gibi düşünmeyen yüz binler/milyonlar günlerdir sokaklarda. Sokaklardan doğru gelişen bu tepki ve öfkeyi görecek gibi değil. Aksi durumda gece sokakları, meydanları, otoyolları, otobanları dolduran bu kitleye düşmanca davranmazdı. Bu iktidar “ben yüzde elliyim” demekle bir gerçeği ifade ediyor olabilir, ancak diğer yüzde elliyi de bu kadar düşmanlaştırmakla artık başka bir gerçeğin de parçası olduğumuzu gösterdi. Büyük ustalık da birbirlerinden bu kadar farklı olan insanları bir araya getirebilmektir. Bunu da ancak “usta” bir Başbakan gerçekleştirebilirdi. Demokrasiyi, hukuku, insan hakları ve evrensel değerleri, özgürlükleri sadece kendisi için okuyan bir söyleme sahip. “Milli iradeye saygı” mitinginde haklın diğer yarınsın da kendisi için millet olmadığını da göstermiş oldu.

Artık meydanlarda karşı cevaplar sunmanın bir anlamı/gereği kalmamıştır. Acil şekilde sokaklardaki seslere kulak vermeli. Yoksa!

Yoksa artık sandıklar da kendisini kurtaramayacaktır. Sokaklar başka bir hikâye yazmaya başladı. Artık bu ülkenin “terörist” ve “çapulcu” gençleri, çocukları, kadınları kendilerinin hikayelerini yazmaya başladılar; en büyük ortak talep; Özgürlük!