Yeni yıl yolsuzluk ve rüşvet dosyalarındaki halktan gizlenmek istenen belgelerin imha kararı ile başladı... Tabii öncesinde 4 eski bakan hakkındaki malum oylamadan sonra...

Yolsuzluk yaptıkları iddiası ile yargılanması beklenenlere uygulanamayan yasalar, belgelerin imhası için gerekçe arayanların ihtiyacına yaradı.

Türkiye, 2015 yılına yeni bir hukuk skandalına imza atılarak girdi anlayacağınız...

Yasaların eksikliğinden çok nasıl yorumlandığı ve uygulandığı sorusu bir kez daha aklımızın bir köşesine derinlemesine yer etti...

Elbette, eksik olan daha yasalar vardı...

Güvenlik Paketi adı altında yürütmenin isteklerine cevaz verecek yeni yasalar yolda...

Valilere olağan üstü yetkiler, jandarma güçlerinin şehir merkezlerinde kullanılması, polise izin almaksızın 48 saat gözaltı yetkisi bunlardan bir kaçı...

Bütün bu hazırlıklar, daha önce hukuk sistemini özünden baltalayan müdahalelerle zaten bağımsızlığını büyük ölçüde yitirmiş, denetim yapamaz hale gelmiş temel kurumlarla birlikte tam bir hukuksal çöküntüye uğradığımızı anlatıyor...

Sırada Anayasa Mahkemesi ve Başkanı var...

Yolsuzluk soruşturmasının önünü kesmek için AKP'li vekiller ve yandaş basın üzerinden Anayasa Mahkemesine yapılan saldırıyla hukuk devletinin nasıl canına okunduğunu gördük...

Hedef, iktidarın tek başına aldığı kararları ve meclis çoğunluğuna dayanarak çıkaracağı yasaları engelleyemeyecek şekilde yetkisi sınırlanmış bir Anayasa Mahkemesi...

Görünen manzara insanı dehşete düşürecek bir manzara gerçekten...

Özel hayata müdahale, eğitim sisteminde islami anlayışa yönelme, basın ve haberleşme özgürlüğüne son verme, gazetecileri sindirme, korkutma, çevrecilere tahammülsüzlük gibi bir yığın adalet ve hak kavramından nasibini almamış uygulamaları saymayı gereksiz buluyorum...

Türkiye AKP iktidarıyla giderek geriliyor, ayrıştırıcı ve kışkırtıcı, güvensizlik, endişe yaratan sorumsuzca tutumlar nedeniyle toplumsal hayat derinden sarsılıyor...

Bu işin sonunu merak etmeyen, nereye gidiyoruz demeyen, iktidar partisinin taraftarları arasında bile bu soruyu sormadan edemeyen kalmadı diyebilirim...

Ellerindeki iki kozu kendi lehlerine çevirmeye gayret ediyorlar...

İlki Cemaat ile kavgaları...

Düne kadar el ele , kol kola becerdikleri işleri unutup "kandırıldık" diyenler, şimdi ortaklık bozulunca darbe bahanesine sarılıp ülkede kendileri gibi düşünmeyenleri hain ilan edip, canını okumaya çalışıyorlar...

Hukuk ilkeleri, özgürlükler çiğnenirken paralel devlet, darbe girişimi, hıyanet gibi gerekçeleri muhalefet edenlere saldırmak için kullanıyorlar...

Ana muhalefet partisini de, liberalleri de, hatta Gezi olaylarını da aynı çembere dahil ediyorlar...

Paralel devlet dedikleri Hizmet hareketini temel hak ve özgürlükleri yok etme pahasına kontrol altına aldılar gibi gözüküyor...

İkincisi Çözüm Süreci...

Çözüm sürecinin başında yaratılan ve toplumun geniş bir kesiminden destek alan iyimser hava giderek dağılıyor.

Sürecin yönetimi, sürecin önüne geçiyor.(Cengiz Çandar)

Sürecin başarısızlığını kimse istemiyor ama belli ki bu bu başarı AKP için farklı hedeflere tekabül ediyor...

Sürecin devamından duyulan endişe sürecin müzakere gücünü riske atarak barışı bozacak, tekrar şiddet unsuruna çağrı çıkartacak bir eğime doğru kayıyor...

Bundan herkesin zarar göreceğini, ama en çok da barışçı demokratik mücadeleye olan güvenin sarsılacağını söylemek yanlış sayılmamalı.

Süreci yönetirken müzakerenin yasal zeminini kurmak, meclisin katılımını kolaylaştırmak, beklenen hedefleri açıkça kamuoyu ile paylaşmak konusundaki siyasi çekinceler AKP tarafının sorumluluğuna giriyor. Bu konuda bilinçli olarak siyasi hesaplarına uygun adımlar ve beklentilerle davranıyor hükümet tarafı.

Sürecin kendisini bu nedenle başarısızlığının önüne koyuyor, sonucu gizlemeye çalışıyor.

Ama bir yandan da muhalefete ve muhataplarına karşı kendi durumunu sürecin devamlılığı adına bir avantaj olarak kullanıyor...

HDP bu durumu sabırla izliyor...

Görüşmeden kaçan taraf da olmak istemiyor...

Ama, AKP'nin görüşmeleri baltalayan falsolarına tepkisiz kalmayı da ilkelerine sığdıramıyor...

Öte yandan da yaklaşan seçim nedeniyle AKP'ye karşı solun bütünselliğini sağlayacak bir önderliği radikal demokrasi mücadelesinin gereği sayıyor...

Bu konudaki farklı görüşler, eleştiriler, gruplaşmalar malum....

Bu konunun tartışmasını yapacak değilim burada...

Ama iyimserliğimi çoğaltacak adımların atılmış olmasını da göz ardı etmekten yana değilim...

BHH ve HDP arasında eyleme dönüşmesi kaçınılmaz gibi gözüken birlikte hareket etme isteği AKP iktidarının zayıflatılmasını kolaylaştıracak bir dayanışmaya doğru kaymaya başladı...

Hatta bu konuda sosyal demokratları da etkilemeye başladı desem çok mu hayalci davranmış olurum?

Çetin Altan'ın dediği gibi, enseyi karartma zamanı değil.