Pazartesi akşamlarının reyting rekorları yüksek dizisi Karadayı’dan bir sahne: Karadayı lakaplı Mahir’in en küçük kız kardeşi Songül (Leyla Lydia Tuğutlu)’ün nikahı kıyılacaktır. Songül evden gelinliği ile çıkmadan önce abisi Mahir (Kenan İmirzalıoğlu) tarafından beline kırmızı kuşak bağlanır. Üç kez, incecik bele dolanan kırmızı kuşağa son derece odaklanmış olan kamera bir sonraki karede, sözüm ona modern, güçlü ve kendi ayakları üzerinde duran Feride Hakim (Bergüzar Korel)’e çevrilir. Feride Hakim, sevgilisinin bağladığı kuşağa bakarak gülümsemektedir. Düğünlerde bağlanan ‘kırmızı kuşak’ın, gelinin bekaretini simgeleyen, aile büyükleri tarafından yapılan eylem olduğunu hepimiz biliriz.

Filmin ilerleyen sahnelerinde nikah gerçekleşmez. Çünkü Songül, Osman (Osman Emir Çubukçu)’a aşık olmuştur ve artık nişanlısı Polis Yasin (Rıza Kocaoğlu) ile evlenmek istememektedir. Ağabey Mahir, babasını, ‘Dönülmeyecek bir noktada değiliz’ sözleri ile teselli eder. Dönülmeyecek yolun ne olduğunu da hepimiz biliriz.

Dizide, çalışıyor olması ve hatta bundan dolayı zaman zaman sevgilisine kafa tutmasından dolayı modern kadının yüzü olarak temsil edilen Feride Hakim’in ‘kırmızı kuşak’a bakarkenki gülen yüzü ve Ağabey Mahir’in, sözüm ona şefkatli tavrı, geçtiğimiz yıl, Kayseri Kadın Sığınma Evi’nden haber yaptırmak için gelen üç kadının hikayesine götürdü beni. Kadınların iddialarına göre, Sığınma Evi’nde bazı kamu görevlileri kendilerini erkeklere peşkeş çekiyor ve buna karşı çıktıkları için de, yasal olan barınma haklarını çeşitli resmi yazışmalar ile ellerinden alıyordu. O kadınlardan birinin söylediği söz hiç aklımdan çıkmaz; “Keşke Karadayı gelse de bizi kurtarsa…” Medyayı eğitim aracı olarak gören bir toplum için ne hazin bir sonuç…

Ve Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nün, bir iki yıldan bu yana ‘sevgililer günü’ ya da ‘anneler günü’ tadında kutlanmaya başlanması: Karadayı gibi bir kahramanın kendilerini korumasını bekleyen kadınların, bir yılda bilmem kaç (resmi rakamlara gerçeği yansıtmadığı için bilmem kaç) kadının şiddet gördüğü bir ülkede, kökeni kadın mücadelesine dayanan bir günde, partnerlerinden, gece tam 00.00’da günlerinin kutlanması ile birlikte çiçek almayı beklemeleri… Resmi kurumlar tarafından düzenlenen etkinlikler için, mutlaka çiçek baskılı ve pembemsi renklerin hakim olduğu davetiyelerin seçilmesi… Etkinliklerin neredeyse tamamında, sanki ‘güzellik baskısı’ndan haberdar olmayan, fönlü saçlarını sağa sola savuran kadınların, mutlaka ve mutlaka, kadın deyince ‘anne’ ve ‘fedakar eş’ figüründen söz etmesi…

Bütün bunların üstüne yaygın medyanın yaptığı, ‘Kadınlardan Türk Dil Kurumu'na 'müsait' tepkisi’ haberi. Habere göre, TDK’nın sitesinde müsait kelimesinin anlamının karşılığında, ‘flört etmeye hazır olan, kolayca flört edebilen (kadın)’ cümlesi yer alıyor. İngilizce’de de güçsüz devletleri tanımlarken, ‘It’ ve ‘She’ zamirlerinin kullanılması, söz konusu bakış açısının yalnızca bize ait olmadığını da belgeliyor.

Bütün bu yargıların karşısında Karadayı bizi kurtarır mı bilemiyorum ama aynı Karadayı’nın katilimiz olduğuna şüphe yok…