Son dönemlerde “Kürtler nerede?” sorusu sol ve muhalif olarak nitelendirilen kesimler tarafından sıklıkla dillendirilmeye başladı. Kürtlerin genel olarak Gezi eylemlerine, yolsuzluk karşıtı eylemlere ve 1 Mayıs’a beklenildiği düzeyde katılım göstermedikleri belirtiliyor.

Kendi adıma samimiyetle cevap vereceğim. Bir Kürt’ün hissiyatı olarak okuyun. Ama duygularımda yalnız olmadığımı da çevremdeki Kürtlerden biliyorum.

Gezi eylemlerine başlangıçta katıldım. Birbirinden farklı birçok kesimin aynı anda diktalaşmaya doğru giden iktidara yönelik tepki göstermesi karşısında duyduğum heyecanı da gizlemedim. İlk gün çevremdekileri eylemlere davet ettim. İkinci gün kafamda soru işaretleri oluştu. Üçüncü gün eylemleri terk ettim, dostlarımı da eylemlerden çekilmeye davet ettim. Bir etkinliğim olduğundan değil duygularımı-kaygılarımı paylaşmak adına sadece.

Üçüncü günden sonra da parka ve meydana hep gittim ama artık katılımcı değil gözlemci sıfatıyla ordaydım. Peki ikinci ve üçüncü gün ne oldu? İkinci günün akşamı insanları daha çok bir araya getiren, onlara direnme ruhu veren bazı slogan ve semboller öne çıktı. İtirazım da yok. Doğal haliyle oldu bu. Yüzlerce slogan ve bayrak arasında insanların çoğunlukla Türk ulus simgesi sloganlar ve bayrak etrafında kenetlendiğini hissettim, gördüm. Bunu deyince “ama biz de vardık” diyen çok oluyor. Evet herkes vardı, çok da güzel insan vardı ama eylemleri devam ettiren ruhu veren semboller bahsettiğim sembollerdi. Mahallelere ve diğer şehirlere yansıması böyle oldu. Bu sembollerle heyecanlanmayan katılımcı için kabulü zor olsa da olan şu: Bu katılımcılar belli yöne giden akıntı içerisinde “hayır akıntının yönü bu değil” diyerek akıntıyı güçlendiren bir konuma düştüler.

Üçüncü gün, akıntının yönünün daha bir belirginleşmesi ve “Ordu Evi’nden insanlara maske atıldı dün, gördün mü?", “Ordu süre vermiş” vb. söylemlerden sonra tüylerim diken diken olarak “buraya kadarmış” dedim. Burada önemli olan söylentilerin doğruluğu değil, insanların beklentisinin ne olduğu, onları harekete geçirenin ne olduğudur. Tüm kareleri birleştirdim ve bu akıntıda asla yer almamam gerektiğine karar vererek eve döndüm. Askerin bana-Kürtlere ne yaptığını uzun uzun anlatmayacağım zira herkes çok iyi biliyor. Herkesin çok iyi bildiğine inandığım için de eylemler sırasında “A demek ki Kürtlere neler yapmışlardır? Bu basın ne kadar yalan söylemiştir şimdiye kadar? Kürtleri şimdi anladık” gibi söylemler düşünüldüğü gibi beni sevindirmedi, aksine rahatsız etti. İnandırıcı gelmedi. Gerçekçi olmadığı da kısa süre sonra Yüksekova’da öldürülen 3 Kürt gösterici için bu kesimlerin yine sus pus olmasıyla ortaya çıktı. “Gezi ruhu”na kutsiyet atfeden kesimler “Gezi ruhu”na ne oldu diye hayal kırıklığı yaşadı. Ama açıkçası ben hiç şaşırmadım.

Neyse askere dönelim. “Mağduriyet söylemi” izlenimi vermemek için kısa keseceğim. Batılı en çok polisten çekiniyor ya bu aralar, ben askerden çekiniyorum. Dahası itiraf edeyim korkuyorum. Ninni ile değil “bak uyumazsan asker gelecek ha” diye korkutularak büyütüldük biz. Kimse niye aileleriniz sizi böyle büyüttü demesin. Çünkü gerçekten de birçok gece zebani gibi askerler evlere baskın yapıyor, korku salıyordu. Geldiklerinde onları görmeyelim, korkmayalım diye gelmemelerini de umut ederek korka korka uyuduk velhasıl. Hala korkuyorum askerden. Üstüne bir de askerlik yaptım. Asker elbisesi gördüğünde korkan birinin askerlik yapması üzerine düşünsün bir zahmet insanlar.

Konu dağılmasın. Unutmadan bu baskınlardaki semboller ile Gezi eylemlerinde çoğunluğun etrafında kenetlendiği sembollerin aynı olduğunu belirtmeme gerek yok sanırım. Kadıköy’de “bakın Medeni Yıldırım için nasıl yürüdük”, “daha ne istiyorsunuz” tadında bir güzel gözümüze sokulan eylemdeki sembollerin de aynı olduğunu söyleyelim. Ve tam da bu nedenle lütufmuş gibi yapılan bu eylem kadar hiçbir eylem karşısında kendimi bir Kürt olarak aşağılanmış hissetmedim. Sahi Medeni Yıldırım niye öldürüldü? Tam da o malum sembol orada dalgalansın diye öldürülmedi mi? İşin özü bu değil mi? İnsanlar o karakolların niye yapıldığını zannediyor acaba? Kürt meselesinin ne olduğunu düşünüyor? Şimdi Medeni için yürürken elde o sembol olur mu? El insaf! Maktulün cenazesinde katilin sembolünü taşımaktır bu diyeyim siz de ne hissettiğimi anlayın. Bir de üstüne “Medeni için Kürtler eylem yapmadı, biz yaptık” demezler mi! Hakikaten yaptınız, ne yaptığınızı bilmeden yaptınız. Gezi Parkı’ndaki Medeni fotoğraflarının üzerine de tabi aynı sembol yapıştırıldı. Gezi şehidi olmayanı “Gezi şehidi” diye sahiplenmek olsa olsa Gezi için şehidi araçsallaştırmak değil midir? Medeni’yi Medeni olarak, Kürt’ü Kürt olarak sahiplenmedi kimse. Bir güzel Türkleştirildi, öyle sahiplenildi. Berkin’in de Kürt ve Alevi olduğunun üzeri örtüldü. Aman kimlikleri ön plana çıkarmayalım, eşitlikçi olalım. İyi de bu insanlar zaten en çok kimliklerinden dolayı öldürülmüyor mu? Bir de kimliklerini sakladığınızda otomatikmen Türk kimliğine geçiş yapıyorlar. Çünkü baskın olan ve solcu çoğunluk tarafından da kabul edilen kimlik “Türk”. Kimi bunu farkında olarak kabul ediyor kimi farkında olmadan. O yüzden onlar için yapılan cenaze törenlerinde birden Türk bayrağı ortaya çıkıyor. Park forumlarında da yine bayrak altında “hepimiz ezildik, yok birbirimizden farkımız” tarzında her şeyi eşitleyen üstenci bir dilin kullanıldığına şahit oldum. Hak-hukuktan bahseden yok.

Velhasıl tüm bu olanlardan sonra ben bu sol-muhalefet içerisinde kendimi bulamadım. 17 Aralık ise farklı bir mevzu. Özetle bunca sorunumuz varken para için eylem yapmak içimden gelmiyor. Saçma geldiğinin farkındayım. Ama evim yakılmışken “evimdeki param çalındı” demenin garipliği bu. Bir çalışan olarak maaşım arttırılsın diye eylem de yapmıyorum. Sendika eylemlerine farklı taleplerle veya öylesine katılıyorum. Çünkü eylem yapacaksam bundan önce eylem yapacağım bana daha çok dokunan dünya kadar sorunum var. Roboski için doğru düzgün eylem yapamamışken veya yaptığımız hiçbir ilerleme sağlamamışken “maaşım arttırılsın” demek utandırıyor beni. 50 lira için yola düşmüş o çocuklar devletin savaş uçaklarıyla bombalanmışken maaşım 50 lira artsın diye eylem yapamamak, yaparken yüzün kızarmasıdır bu. Hepsi bu. Kimse hortumlanan emeği için, maaş için eylem yapmasın demek değil bu. Benim önceliğim, hissiyatım farklı. Örnekleri uzatabilirim. Evim, köyüm yakılmışken ve ben evimi koruyamamışken bir sinema salonunu korumak için eylem yapamam. Fazlasıyla lüks. En azından şimdilik öyle. Çok mu anlaşılmaz bu? İnsanların genel olarak emeğinin karşılığını alması için, sinema salonunu, parkları korumak için eylem yapması önemlidir. Ama illa benden de bu beklenmesin. Yaşanmışlığım başka.

1 Mayıs’a da katıldım. Tüm katılımcıların yaptığı gibi o sokak, bu sokak Taksim’e çıkmaya çalıştım. Sonuçsuz bir şekilde evime döndüm. Sembol taşımadım. Belki bu yüzden varlığım hissedilmedi. Ayrıca Kadıköy’de sembol taşıyan Kürt gencinin başına getirilenden sonra istesem de sembol taşır mıyım ayrı bir konu. Ama itiraf etmeliyim ki 1 Mayıs’ta da heyecanlanmadım.

24 Nisan’a daha bir duygu yoğunluğuyla katıldım. 1 Mayıs’a katılanlar niye 24 Nisan’a katılmıyor diye düşünüyorum uzundur. Onca insanın acısını hissetmeyenin işçilerin-emekçilerin acısını hissedebileceği bana inandırıcı gelmiyor. Onca insanın hakkından bahsetmeyenin işçilerin-emekçilerin hakkını önemseyeceğini düşünmüyorum.  Veya düşünse, önemsese bile burada ciddi bir sorun görüyorum. Bana “milliyetçi” diyenin bu eylem ayrımında tam da “milliyetçi” duygularla hareket ettiğini hissediyorum. Sonuç olarak 24 Nisan’a, Roboski eylemlerine katılmayıp da 1 Mayıs’a katılanlara karşı kendimi küskün hissediyorum. Oysa 1 Mayıs’a katılır gibi 24 Nisan’da Taksim’e aksaydı insanlar Erdoğan’ın taziye mesajını daha ileriye taşıyabilir ve diğer sorunların da çözümü için iktidarı zorlayabilir, kapıyı aralayabilirdi belki. Ama kimse katılmadı. Kimsenin katılmıyor olmasına üzüldüm ama yine de  “niye katılmıyorsunuz, nerdesiniz?” diye her eylem öncesi oklarımı onlara çevirmedim, çevirmiyorum.

Ve şimdi evimdeyim, işimdeyim. Duygusal olarak da Kurdistanda Rojava’dayım. Hani bu devletin tüm gücüyle boğmaya çalıştığı yerde. Verdiğim vergilerle ve tabi sizin vergilerinizle kardeşime kurşun sıkılan yerde. Önemsediğim eylemlere katılıyorum. Kendimi bulamadığım eylemlere katılmıyorum. İnsan sayısı kadar farklı yaşanmışlıkların olduğunun bilincindeyim. Ne acıları yarıştırıyorum ne de kimseyi suçluyorum. Kim kendini nerde buluyorsa oraya, o eylemlere katılsın. Kimse de bana “nerdesin, niye bu eylemde yoksun?” demesin. Bir gün hissedersem katılırım. Ama önce kendi eylemlerime katılmam, kendi sorunlarımı çözmem, kendi travmamı atlatmam lazım.

İsteyen Mehmet Altan gibi “iktidarla anlaştılar, işbirliği yapıyorlar, kendi özerklikleri için diktatörlüğe sebep olacaklar vs.” desin. Ama şunu da bilsin ki o iktidar her şeye rağmen böyle diyene Kürtlere yakın olduğundan daha yakın. Mehmet tüm yaşadığı zorluklara rağmen bu devletin bir vatandaşıdır ama ben değilim. Bunu çok iyi biliyorum. Devlet her gün bunu hissettiriyor bana. Mehmet “kaçakçılık” yapsa bile bu devletçe bombalanmaz. Merak etmesin. Bu devlet dini kimliği de belli olan “ırk” temelli bir devlettir. Kime nerde nasıl davranacağını çok iyi biliyor. Gizli belgelerinde herkesi numaralandırmış olmasından biliyor. Gezi eylemlerinde öldürülenlerin tümünün Alevi olması bu bilmenin sonucudur.  Numaralandırmada en üstlerde yer alan kesimlerden biri de Kürtlerdir. Devlet bugün Kürtlerle görüşme yapıyorsa Kürtlere hayran olduğundan değildir bu. Kürtlerin verdiği mücadelenin sonucudur. Mehmetgiller de mücadele versin ve iktidarla “müzakere” yapacak güce kavuşsun. Bunu Kürtlerden beklemesin. Bu kadar umutsuz olup Kürtlerin hazır gücüne konacağına Türkler için umut yaratsın. Kürtler öyle yaptı. Ve hiç merak etmesin Kürtler özerk olarak Mehmet’e şu an verebileceğinden daha çok destek verebilir. Ve şu da var ki Mehmet iktidar karşıtı her eylemi onaylayabilir ama Kürtler tam da devletin bahsettiğim özelliklerinden dolayı o eylemin hangi yöne gidebileceğinin kaygısını taşır. Örneğin ulusçulukları-ırkçılıkları iktidardan bile daha belirgin olan CHP ve Cemaat’e yarayabilecek eylemlere Kürtlerin çekinceli yaklaşmasından daha doğal ne olabilir?

Tüm bu yazdıklarım duygusal kopuş olarak okunabilir mi? Evet. Ama sorumlusu ben değilim. Bundan rahatsız olan dönüp aynaya baksın. Tamirini de kendinde arasın. Bu tamir de öyle bir haftalık, bir aylık eylemdeki “anlık farkındalık” ile olacak iş değil. Yıllara yayılan emek gerektirir.