“Bir insan her zaman hikâye anlatıcısıdır; kendi hikâyeleriyle ve başkalarının hikâyeleriyle çevrili yaşar; başına gelen her şeyi onlar aracılığıyla görür ve hayatını anlatıyormuş gibi yaşamaya başlar.”
                                                                               Jean Paul Sartre

Hasan Kıyafet üzerine söz almak, yaşayan bir tarih üzerine durup yeniden düşünmek anlamına gelir. Hasan Kıyafet, tarihimizin hem en yakın tanıklarından, ağır mağdurlarından hem de sözünü ve eylemini sakınmadan her dönem öne çıkan, mücadele eden ve bir edebiyat damarının sembolü haline gelen öznelerindendir. Sosyalizm ve daha güzel, daha özgür bir dünya mücadelesinin bu mütevazı emekçisi üzerine birçok açıdan söylenecek sözümüz vardır elbet. Ancak Ansan’ın Hasan Kıyafet Öykücülüğü çerçevesinde düzenlediği etkinlikte Bir Hikâye Anlatıcısı Olarak Hasan Kıyafet’i anlatmak istiyorum.

Öykü ve öykücü patlamasının yaşandığı günümüzde geriye dönüp bu alanda emeği olan ve getirdikleri yeniliklerle öykücülüğümüzde bir değer yaratabilmiş ustaları yeniden gündeme getirmek, onların güncel ile olan bağlarını tartışmak çok önemli bir çabadır. Bu alanda en çok söyleyecek sözü olan Hasan Kıyafet gibi kıymetli öykücülerimizin yapıtlarının kapsamlı incelemelere ve tartışmalara konu olması da çok önemlidir.

Hasan Kıyafet’in sınıfsal vurguları yüksek ama estetikten de taviz vermeyen, halk söyleyişleriyle modern anlatı tekniklerini bir araya getiren hikâyeciliğinde pek çok ilki başlattığını biliyoruz. Toplumcu Gerçekçi çizgide geliştirdiği edebiyat damarı, hem güncel hem de tarihsel değerdedir. Özellikle teknolojiyi/tekniği ve toplumsal dönüşüm süreçlerinde değişen ekonomik ve sosyal hayatı işleyen öyküleri bazı ilkleri de başlatmıştır.

Tekniğin ve Teknolojinin Hikâyeye Girmesi

Baraç ve Radar gibi öyküleriyle ilk kez öyküye teknolojiyi ve teknolojiyle birlikte değişen insan-toplum ilişkilerini ve bu değişimlerin yarattığı sınıfsal çatışmaları işlemiştir. Birçok öykücünün anti-feodal metinler yazdığı dönemde Hasan Kıyafet metinlerinde anti-kapitalist bir perspektif geliştirmiş, karşı çıktığı kapitalizmin yerine yeni bir düzen önermiştir. Bu anlamda kapitalist üretim ilişkilerinin hayatın her alanında hükmünü sürdürmeye başladığı Türkiye’nin bütün toplumsal ve sınıfsal dinamiklerinde gözle görülen dönüşümü erkenden fark eden ve bunu edebiyata yansıtan Hasan Kıyafet’in bu çabasına ilk dikkat çeken ustalardan biri Hasan İzzettin Dinamo’dur.

Bu etkinlikte Hasan Kıyafet’in anlatıcılığından söz etmek istiyorum. Hasan Kıyafet’le uzun yıllara yayılan dostluğumuz vesilesiyle ondaki müthiş anlatıcının yakın tanıklarından biriyim. Bir halk ve devrim bilgesi olarak sadece dilin olanaklarını kullanmıyor, bütün kadim anlatı geleneklerini hazmetmiş ve içinden gelmiş olduğu kültürün bütün inceliklerini kullanmakta ustalaşmış olan Hasan Kıyafet’i dinlediğinizde, kendinizi onun anlattığı hikâyelerin bir parçası olmaktan kurtaramazsınız. Çünkü onun hikâyelerinin dinleyicisi değil konuğu olursunuz.

Bir Hikâye Etme Ustası Olarak Hasan Kıyafet

Walter Benjamin “Hikâye Anlatıcısı” adlı denemesinde hikâye anlatıcısının hayatımızdaki hükmünün ortadan kalktığını söylerken, esas nedenin deneyimin değer kaybetmesi olduğunu söyler. Hızın, televizyonun ve bilişim teknolojilerinin hâkim olduğu bir dünyada insanlar hikâye anlatıcılarının yaşamımızdan çekilmesinin ve bunun yarattığı korkunç boşluğun farkına varamıyor. Bu açıdan bakıldığında bir şeyi layıkıyla hikâye edebilen insanlara giderek daha az rastladığımızı, hikâye dinlemek istemekten söz edildiğinde utanıp sıkılanlara ise daha çok rastladığımızı yazan Benjamin hiç de haksız sayılmaz.

Hasan Kıyafet sözün değerini bilen ve sözü deneyimle bütünleştirerek büyüleyici bir anlatıma dönüştüren, belki de bu türün yaşayan son örneklerinden olan bir söz ustasıdır. Masal, fıkra, darbımesel, sinema ve tiyatro gibi anlatı sanatlarının bütün inceliklerini bilen ve bunu anlatılarında ustaca kullanabilen Hasan Kıyafet, bu yönüyle eski dengbêjleri ve köy masalcılarını anımsatsa da, esasta o modern bir hikâyecidir.

Hikâye ve Hayat

İnsan neden hikâye anlatır? Neden hayatımız çepeçevre hikâyelerle örülü olduğu halde yine de anlatıldığında bir hikâyenin içine girebiliyoruz? Bir hikâyeyi gündelik hayatın akışından farklı kılan şey nedir?

Hikâye, zaman ve hayatla en güçlü bağ kurma yollarından birisidir. Hem bir deneyimin aktarılması gibi bir işleve sahiptir, hem eğitici ve bilgilendiricidir hem de bireylerin ve toplumların bir tür anlatısal bellek oluşturma pratiğidir. Hayatı çoğaltmak ve zenginleştirmek için, olayları ve insanları hikâyelere mal etmek gerekiyor.

Hikâye etmek, Hasan Kıyafet için hem estetik bir uğraştır hem de bir deneyimi paylaşmaktır. Hikâye ederken çocukluğunun büyük yoksulluklar ve yokluklar içinde geçen zamanlarını yeniden (ama bir tarihin parçası oldukları bilincini ıskalamadan) üretirken, aynı zamanda dilin bütün inceliklerini ve sözlü anlatımın zaman zaman detaycı bir hal alan canlılığını kullanmaktadır. Batı’da farklı formlarda yaşayan ama esasta Doğu’nun kadim sanatlarından biri olan hikâye anlatıcılığı Hasan Kıyafet’te hem Doğu hem de Batı’nın inceliklerini birleştiren bir bilgeliğe dönüşmüştür.

Yakın dostlarından birisi olma onuruna eriştiğim Hasan Kıyafet bana hem karlı ve geçilmez kış gecelerinde bize masallar, hikâyeler anlatan dedemi anımsatıyor hem de hayatımın vazgeçilmez bir parçası haline getirdiğim edebiyata olan aşkımı tazeliyor. Onun hikâyelerindeki sahiciliği, kendi hayat hikâyemle, içinden geldiğim dünyanın gerçekleriyle bağ kurmasından anlıyorum en çok. Dilin inceliklerini bilmesinden ve kullanmasından çok, insanın acısını kendi acısıymış gibi, bu coğrafyadaki bütün o ıstırapları, komiklikleri, yoksunlukları, eziyetleri kendisi yaşamış gibi anlatmasından anlıyorum ben. Bu durum, Hasan Kıyafet’in hem bu tarihin aktif bir öznesi olmasından hem de bütün bunları anlatma arzusundan doğuyor. Çünkü Hasan Kıyafet’e göre her insan bir öyküdür ve öyküsü anlatılmamış olan insan eksik kalmış, tamamlanmamıştır.

Selam olsun Hasan Kıyafet’e.