Geçen pazar her çevrenin ilgi duyduğu Fenerbehçe Spor kulübünün kongresi yapıldı. 20 yıllık anti-demokratik bir yönetim, aslında tek kişi yönetimi hezimete uğrayarak devrildi. Sadece FB taraftarları değil birçok değişik kesim oh çekti.

Ben de 6 yaşından beri FB’ye sempati duyarım. FB’ye sempatim ilkokul sürecimde koyu Atatürkçü olmam ve Atatürk’ün de FB’li olduğunu bir yerlerde okumuş veya duymuş olmamdandı. Ortaokul sürecimde artık Kemalizmden uzaklaşmıştım. Çetin Altan’ın makaleleri tiryakisi olduğum yazılardı. John Steinbeck’in Gazap Üzümleri, Bitmeyen Kavga isimli kitapları, Mihail Şolohov’un romanları o yıllarda tanıştığım kitaplardı.

Ortaokul son sınıfta artık kendimi Marksist diye tanımlıyordum. Oysa iyi bir marksist olmak o kadar kolay değildi. Kemalizmden tamamen kopmama rağmen Fenerbahçe sempatim devam etti. Lefterli, Can Bartulu, Şeref Haslı yıllarda birkaç kez maça da giderek onların şık, zarif, ustalıklı ve centilmence oyunlarını da seyretme fırsatım oldu. Lakin son yirmi senedir TV’den dahi izlemiyorum.

Son 20 yıllık FB yönetimi tamamen tek kişi yönetimi oldu. Başkan her yere, her şeye ayar vermeye, gözdağı vermeye 20 yıl efor sarf etti. Basına, diğer takımlara, kendisini eleştirenlere çattıkça çattı. Kendini kulübün tek sahibi ve dokunulmaz kurtarıcısı zannetti. Hiç hata yapmadığını, hataların ve başarısızlıkların sorumlusunun hep kendisi dışındakiler olduğunu herkese inandırmaya çalıştı. Hatta kendi futbolcularına bile en yumuşak tabirle sert bir amir gibi davrandığı, antrenörlere bile baş antrenörlük yapmaya çalıştığı yazıldı, çizildi. Aslında son 20 yılda kulübün futbol açısından ahım şahım bir başarısı da olmadı. Bu genel kurulu da alsaydı, karar vermiştim, artık FB sempatizanı değilim diyecektim. FB sempatisini tabir caizse boşayacaktım. Neyse ki daha demokratik davranacağı, kendisini kulübün üstünde görmeyeceği umudunu şimdilik veren bir değişiklik oldu.

Kuşkusuz futbol artık kapitalizmin cankurtaran simitlerinden. Toplumun apolitikleşmesinde de hep müstebitlerce kullanılan bir araç. Yeni başkan bir burjuva. Ben şahsen hiçbir alanda burjuvazinin egemenliğini, şefliğini istemem. Ama yine de burjuvazinin hakikisi, hotzot lumpen burjuvaziden hayırlıdır.

Müstebitliğin, diktatörlüğün her türlüsü kötüdür. En tehlikelisi de siyaset alanındaki, toplum yönetimindeki despotluktur. Diktatörlük latince dikte kökünden gelir. Dikte, "bir başkasına o anda söyleyerek yazdırma" ise de siyasal alanda diktatörlük kelime anlamı kadar basit ve masum değildir. Diktatörlüğün tarihsel mazisi MÖ 4. yüzyıla dayanmaktadır. O yüzyılda Roma’da günümüz diktatörlüğünden farklı bir diktatörlük anlayışı vardı. Savaş ve iç karışıklık gibi olağanüstü hallerde senato konsüllerden birini 6 aylık bir süre için diktatör olarak seçiyor ve bu süre zarfında son derece yetkili bir konsül diktatör olarak yönetiyordu. Özel durum normale kavuşunca da diktatör yönetimine son verilir ve yeniden hükümet kurulurdu.

Günümüzdeki diktatörlüklerden farklı olarak Roma diktatörleri sınırsız güç ve yetki ile donatılmazlardı. Yönetimleri esnasında yaptıklarından dolayı da sorgulanırlardı.

Günümüz diktatörleri için anayasal ve yasal sınırların bir önemi yoktur. Seçimle dahi gelseler genelde mevcut hukuki yapıyı işlevsiz kılar ve kökten değişikliklere giderler. Anayasayı kısmen yada tamamen iptal eder veya askıya alırlar. İstedikleri yasaları bizzat dikte ederler. Diktatörleri diktatör yapan iktidara nasıl geldikleri değildir. Darbe ile de gelebilirler, seçimlerle de gelebilirler. Onlara göre hesap sorulamayacak, denetlenemeyecek, ülke için neyin iyi neyin kötü olduğuna ancak kendileri karar verecek kutsal varlıklardır. Ahir zaman mehdileridir.

Çoğu kez diktatörlük, despotizm, tiranlık, totalitarizm kavramları aynı anlamda kullanılmaktadır. Kuşkusuz çok ortak, benzer yönleri vardır. Ama özdeş değillerdir. Diktatörlük erkin kimin elinde ve nasıl kullanıldığını açımlar. Totalitarizm ise devletin toplumun tüm alanlarına, ünitelerine nüfuz etmesini açımlar. Demokratiklik iddia eden çoğu rejimler dahi zaman zaman totaliter karaktere bürünebilir. Ayrımları ne olursa olsun tüm çeşitleri de özgürlüklerin düşmanıdır. Ezilenlerin, sömürülenlerin, halkların, azınlıkların, çocukların, kadınların, ekolojik değerlerin, estetik toplumsal mal varlığının mezar kazıcısı, demir ökçesidir.

24 Haziran çok önemlidir. Ya özgürlüklerin ilk ciddi başlangıç adımı, ya diktatörlük diyeceğiz. Sol iddialarla boykot veya bağımsız adaylık ortaya koyanlar bir kez daha düşünmelidirler. Normal bir süreçte değiliz. Filozof Levinas’ın sorumluluk anlayışını bir kez daha ciddi ciddi yudumlasınlar. Gün iktidara inat HDP etrafında kenetlenme günüdür. Levinas’ın dediği gibi ilk felsefe sayılan etiğin kalkış noktası ben değil, ötekidir. Egolojinin yeri ve zamanı hiç değildir.