Erdal Doğan / Demokrat Haber

Sanırım bu kez barış yavaş yavaş örülecek.

Ancak kaygımı ayakta tutan BDP ve PKK içinde ve çeperindeki dost, heval sıfatlarıyla kümelenmiş Özel Harpçi kadroların süreci baltalama olasılıkları. Boş bir kaygı değil bu. Ne de olsa bu ülkede Türk ve Müslüman nüfustan daha çok İttihatçı ve Kemalist var.

En önemli şans olarak gördüğüm husus ise az biraz Öcalan'ı tanıyabilmiş isek; O'nun öğrencilik yıllarından itibaren çeşitli nedenler ile de olsa bu devleti en iyi tanıyan 1968 kuşağı liderlerinden olduğudur. Bu şansı sağlayan bu tanımış olmanın bir dönem ile sınırlı kalmamış oluşu ve kesintisiz biçimde bugüne değin sürmüş olmasıdır.

Bir başka şans olarak gördüğüm husus ise; hem Öcalan'ı hem de ortamı rahatlatan en önemli etkenin her yeri kuşatan o eski “devlet” temsilcilerinin azımsanmayacak bir kısmının bugün Ergenekon davasından ve Balyoz’dan tutuklu ya da tutuklu-hükümlü olarak kovuşturuluyor olmalarıdır.

Ergenekon yargılamalarının en ön önemli askeri ve sivil sanıklarının bazılarının 1990’lı yıllardan ve özellikle de Öcalan’ın İmralı'ya konulduğu 1999'dan 2010 tarihine kadar Öcalan'ın çözüm ve barışa dair tüm somut girişimlerini çok sıkı bir biçimde manipüle ve sabote ettikleri artık herkesin malumudur. Özellikle de Öcalan'ın İmralı'ya yerleştirilmesinden Ergenekon kovuşturmalarının başladığı 2008 yazına kadar o çok ciddi kuşatmayı basına yansıyan avukat görüşme notlarından dahi okumak mümkündür. Fark edileceği üzere bu dönemin çok önemli bir kesiti AK Parti hükümetlerinin devlete hükmettiğini sandığı dönemlerdir.

Öyle ki bu somut sanı taa 2011 yılı içinde gerçekleştirilen Silvan saldırısı ve Roboski katliamına kadar sürer. Hükümet bu saldırıların askeri ve istihbarat sorumlularını ortaya çıkaramadığı gibi halen bu kişiler bürokrasi zincirinde görevleri başında oldukları düşünüldüğünde hükümetin zaafiyetinin nasıl devam ettiği de görülebilir.

Bu nedenle halen çatışmaların bitmesini istemeyen kan ve kaostan iktidar devşiren bu kesimin her türlü sabote edici girişimini düşünmemek safdillik olur.

Umut edelim ki hükümet bu tür girişimleri önceden önleyecek girişimlerini yapmış olsun.

Aynı şekilde umut etmemiz gereken sürecin diğer önemli tarafı olan PKK'nin de kendi içine sızmış Özel Harp Dairesi unsurlarını etkisiz hale getirmiş veya getirecek olmasıdır!

Çünkü PKK bu yakın zamanda en önemli kayıplarından birini Paris'te Sakine Cansız ve arkadaşlarının katledilmesi ile yaşadı. KCK Yürütme Kurulu Başkanı Murat Karayılan ilk andan itibaren katliamı gerçekleştireni Türk Gladyosu olarak doğru tespit ve işaret etti. Yani Kontra Gerilla diğer adıyla Özel Özel Harp Dairesi/ Özel Kuvvetler Komutanlığı. Bu katliamın aynı zamanda barış sürecinin en önemli mimarlarından olan Öcalan'a doğrudan verilmiş bir ölüm tehdidi olduğu da şüphesizdi. Öcalan buna rağmen yola devam ediyor. Devam ederken başta söylediği “Derin Türklere ve Derin Kürtlere” dikkat sözünü bu cinayetler sonrasında “Bir dakika kaybedecek zaman yok” diye tamamladı.

Yine herkesin üzerinde uzlaştığı konu Hükümetin, özellikle Kürt tarafından, Öcalan tarafından atılan adımlardan sonra kendisinin de somut adımlar atmasıdır. Yargısal ve Anayasal atılımları sakız gibi çiğneyerek süreci kasmaması ve provakosyonlara ortam yaratmaması gerekliliğinin aksini kim savunabilir ki?

Ayrıca Başkanlık koltuğu için Başbakan'ın herkese şirin görünme ve destek alma çabası içinde Özel Harp Dairesi (kontrgerilla) soruşturması ile Ergenekon kovuşturmasını yürüten adli mercileri yıldıracak girişimlere son vermesi gerekiyor. Evet, toplumsal bir barış için genel bir af gereklidir hatta zorunludur. Ancak pek derin olmayan yüzeydeki “devlet” adına çalışan birçok insanlık suçuna ve kaos ortamına imza atan bu cinayet şebekelerinin yargısal kovuşturulmalarının barış için elzem olduğunu görmesi gerekir. Çünkü bu gurubun işledikleri eylemler birer adli kovuşturmanın ötesinde dünyanın her yerinde birer insanlık suçu olarak yargılama konusu olabilecek eylemlerdir. Hem barışın tesisi hem de toplumsal mutabakat ve geçmişle yüzleşmenin yalnız yargısal değil bir başka biçimde hayta geçirilmesi için gerekirse bu eylemler de af kapsamına daha sonra alınabilir.

CHP VE BDP

Birçok kişi gibi ben de CHP'nin bu dönemde MHP'den daha fazla açık veya gizli bir biçimde barış sürecine direnç göstereceğini, hatta zarar vereceğini düşünenlerdenim. Öyle de gerçekleşiyor zaten. O'nu sosyal demokrat olarak düşünenler ya da CHP'nin bir türlü 1915'i gerçekleştiren İttihat Terakki partisinin Cumhuriyet dönemi misyonunu devam ettirdiğini görmeyenler ya da görmek istemeyenler bazen şaşırarak bazen kızarak CHP'yi bitmez tükenmez bir enerji ve sabırla halen anlamak için çabalamaya devam edecekler. Onlara bu nafile çabasında başarılar dilerken benim asıl tehlikeli bulduğum husus BDP çeperine yapışmış CHP’lilerin ya da “Kürt dostu” görünen özel görevlilerin gerçekleştirdikleri ya da gerçekleştirecekleri manipülasyonlardır. Siyasi, gazeteci veya yazar kimlikleri ile BDP'yi bu süreçte tıkaç yapmaya ve AK Parti karşısında marjinal bir muhalefet biçiminde konumlandırma çabalarını sürdürecekleri kesindir.

Ama burada çok karamsar olmamak lazım. Çünkü BDP’de artık bu oyunlara gelmeyecek derecede çok iyi yetişmiş ve analiz yapan siyasi lider kadroları vardır. Onlarca yıllık tecrübe ve Meclis Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu çalışmasında yer almış bir parti kadrosundan bahsediyoruz. Kimlerin bu ülkede kaos oluşturmak için kadrolu özel harp uzmanı olduklarını çoğu siyasiden çok daha iyi bilen bir kadro olduğunu düşünenlerdenim. En azından umut ediyorum.

Bu düşünceyi somutlayan gelişme ise BDP heyetinin son İmralı görüşmesinde, “O” devleti ve kadroları çok iyi tanıyan ve “bir dakika kaybedecek zamanımız yok” diyen Öcalan'a Sırrı Süreyya Önder tarafından 2 ciltlik Meclis Araştırma Raporu’nun verilmesi oldu.

Herkese kolay gelsin. Umarım yanılmayız…