Fakirleşen veya fakirlikten kurtulamayan kitleler AKP'nin ve onun liderinin peşinden gitmekten neden vaz geçmiyorlar?

Bu soruya ötekileştirici, ayrıştırmacı bir cevap verilirse bu kitlelerin desteğinin ömür billah alınamayacağı bilinmeli

Bu hem sosyalistler hem de sosyal demokratlar için geçerli.

CHP'de yapılan muhafazakarlaşma tartışmalarında da bir anlamda görülen bu. Cumhuriyetin ilkelerine sadakat, her şeyden önemli olduğunda size oy vermeyenlere kendinizi anlatmanız taviz vermeyi gerektirmeli mi, yoksa yapılacak başka işler var mı?

Bu kitlenin size güvenmesi için bölüşüm kavgasının, bir hak arayışının içinde vereceği mücadelenin politik araçlarını keşfetmesi gerekir. Bu da sol partilerin toplumsal tabanda yoksul kesimlerle nasıl iletişim kurduklarıyla, onlara nasıl bir gelecek tasavvur ettiklerini anlatabilmeleriyle ilgili bir yönüyle. Onları çevreleyen dini, kültürel geleneksel yapılar, alışkanlıklar, maddi hayatı idame ettirme kaygıları, bütün bunlar bir bütün olarak yüzlerinin size dönük olmasını engelleyebilir.

Ne yazık ki kurulu sistemden radikal bir sıçramaya tekabül eden devrimci bir anlayış bu hareketin sahibi olması gereken sınıfın sosyolojisindeki değişen değerler dünyası ile örtüşmüyor pek. Bütün kapitalist ülkeler için geçerli bu dediğim. Bu nedenler günümüzde başta sosyalist solun muhalefet tabanını genişletmesi, sınıfsal karakterini yitirmeden daha kapsayıcı bir emek kavramını ezilen, yoksul, mağdur kitle tabanında yeniden tanımlayarak yeni bir sol anlayışa evrilmesi zorunlu.

Peki bu mümkün mü?

Evet. Ama çok zor bir geçitten geçeceğimiz kesin.

Bir yanıyla hukuku hiçe sayan, dediğim dedik bir otoriterleşmeyi sağlama alacak yenileşme adı altında yutturulan eskiye, yani güçlü devlet-itaatkar topluma yönelik restorasyon hazırlığı, öte yanda muhalefet yapacak unsurların ortak bileşenler olarak bir araya gelmesindeki zorluklar, hepsi iç içe bu süreci karmaşık hale getirmeye yetiyor.

Türkiye bir anlamda siyaset yapma kapasitesini test edecek bir sıçrama yapamazsa bu sıkışıklıktan rahat bir şekilde çıkamayacak...

CHP'de yakında yapılacak iç hesaplaşmadan çıkacak sonuçlar bu açıdan önemli.

CHP doğru muhalefet yapmayı fikir temelinde kavramsal yaratıcılık adına başarabilecek mi yoksa kurultay platformu yeni bir dengeleme ile ihtiyatı elden bırakmayacak statükocu bir çözüme mi razı olacak, göreceğiz...

Bunun yanında barış süreci için yürütülmesi umulan müzakere sürecinin eşitlikçi, adil bir çözüme ne kadar yakın olduğu da tartışılmaya devam edilecek.

2015 seçimlerinin hazırlıkları yapılan restorasyona fırsat tanıyacak bir konsolidasyonu sağlayacağı henüz kesin değil.

Öte yandan bütün bu süreç içinde iktidardaki tek adam yönetimin yasal çerçeveyi bile beklemeden başlattığı ve tırmandıracağı müdahaleci uygulamaların siyasal ve toplumsal hayatı nasıl gereceğini, kurumsal yapıların nasıl içinden çıkılmaz bir hal alacağını, güven sorununun nasıl ciddi boyutlara tırmanacağını hatırlatmaya gerek yok...

Bütün bu karmaşa altında barış sürecinin toplumsal desteğinin yara alacağını, yıpranacağını, kutuplaştırıcı söylemleri tahrik edeceğini eklemekte fayda var.

Bu kaygı verici bir tablo mudur? Evet öyle.

Bütün bunlara rağmen iyimser olmak zorunda mıyız. Evet öyle.

Bundan sonra yapılacak tek şey kalıyor geriye: Sosyal demokratı, sosyalist solu ile bütün muhalefetin daha iyi bir demokrasi, hak ve adalet, eşitlik, daha çok özgürlük, halklar arasında kardeşlik ilkelerine bağlı kalarak, milliyetçi olmadan milliyetler arası beraberliği kuracak kararlı bir irade etrafında toplanması için çalışmak, destek vermek, katkıda bulunmak.

Cumhuriyetin daha fazla ertelenmesi imkansız hale gelmiş ihtiyaçlara göre yeniden yapılanması, AKP'nin iktidarını perçinlemeye yarayan inisiyatif kullanma refleksini dışarda bırakarak yukarda anlattığım ilkesel tutumu benimsemiş, bunun için güç birliği yapmış bir solun iktidara gelmesiyle, mücadelesi ile olmalıdır. Bunun mümkün olabileceğinin bir işareti Gezi eylemlerinde görüldü.

Yeni dönem ülkede demokratikleşmenin ve dayanışmanın bu vazgeçilmezliğini savunan barışçı, kucaklayıcı, nefret söylemini toprağa gömmüş, geçmişle hesaplaşmış; eşitlikçi, laik bir hukuk sistemini isteyenlerin seslerini yükselteceği bir dönem olmak zorundadır.