Mustafa GÜÇLÜ ve  Berivan KAYA tarafından hazırlanan, Aytekin KARAÇOBAN, Şerif TEMURTAŞ, İsmet ALICI ve Gürel SÜRÜCÜ’nün katkı sunduğu metni ilginize sunuyoruz:

BİR BİLDİRGE DENEMESİ: DEVRİMCİ GERÇEKÇİLİK

Sanatta, tarihsel aralıklarda kesintiye uğramış olan insanlaşma estetiğinin deneyiminden filizlenen kültürel alana ilişkin topluca, yeni bir inşa hareketini başlatmak gerekir. Edimsel olgularla desteklenen sınıf karşıtlığı ve karşı olanın kurguladığı gerçeklik örneğinin estetiği etrafında gerçekleşecektir bu yeni gerçekçi devrimci inşa süreci. Bu süreç geçmişin geleneksel kavramları ve eskimiş dar bir çerçeveye özgü dili üzerinden şekillenemez. Yeni dil ve söylem hayatın tüm çelişkilerinin tarihsel ve maddi kavranışındaki gerçeklik ve özden oluşmak durumundadır.  Girişik hale gelen toplumsal ilişkilerin merkezinden kovulan insanın özgürleşme imgesi, gerçekçi estetiğin bakış açısıyla yeniden biçimlenmelidir.

Post-modern iş birlikler şimdiye kadar algı dünyamızı kirleten ve hatta tutsak eden şatafatlı pek çok muğlak kanıtlarla karşımıza çıktı. Kapitalizm destekli, tuttukları köşe başlarında, ellerindeki tüm olanakları kullanarak edebiyatı etkisiz hale getirmeye çalıştılar. Banka-sermaye ve kültür bakanlığı destekli dergiler, ödüller, yayınevleri üzerinden kurmaya çalıştıkları iktidarlarının sonunun yaklaştığı görülmektedir. Nasıl emekçiler günümüzde engelleri zorluyorsa devrimci şiir de önüne çekilen setlere, görmezden gelmelere karşı tarihin hareketini ileriye taşıyacak öznenin (proletarya-ücretli emeğin) devrimci hareketinden aldığı haklılıkla mücadelesini yükseltecektir.

Avrupa merkezli boş inançlar ve kanlı yıkımlar çağında, toplumsal eşitsizliği körükleyen toplumun en küçük hücrelerine kadar sızan körlük ve teslimiyet gerçekliği dijital platformlardaki görsel ve işitsel egemenlikle desteklendi. Sermayenin gücü, edebiyatta iktidar odaklarının elini hep güçlendirdi. Kendi gerçekliğine yabancılaşan alımlayıcı, gündelik yaşamda kendini ahmaklaştıran burjuva ideolojisinin saldırılarıyla savunmasız bırakıldı. Onlara göre ideolojilerin sonu gelmiştir ve insanlık gösteri sahnesinde yaratılan kitle iletişim araçları sirklerinde sergilenen kötücül değersizliğe katlanmak zorundadır. Her gün yaşantımızı bölüp parçalamak için pazarlanan bu değersizliğe katlanmamız adına bütün çarpıtma ve kirletme teknikleri umursamaz biçimde kullanılıyor.

Yarattıkları yanılsamalı dokunuşlarla “Olgular yoktur, yorumlar vardır.” öznelliğinden beslenen post-modernist kültürün son aşaması diyebileceğimiz pop-modern yaklaşımlarla kitlelerin benliğine çöreklenen uzun sürecek bir değersizlik algısını kalıcı kılmayı başardılar. İşte devrimci şiir bu tarihsel süreçte toplumsal mücadelelerin yarattığı birikimin yol göstericiliğinde safını belirliyor. İçinde bulunduğumuz zamanın kendi çıkarına göre yönlendirici araçlarıyla yaratılan yanılsamalı göstergelerin çözümlemesinin karşı çıkışıyla yola çıkıyor. Şiir ve ideoloji iç içedir. Fikirsiz insan olamayacağına göre bu fikrin sanat eylemine yansımaması da mümkün değildir. Dediklerimizi tersinden okuduğumuzda insan zaten doğumundan itibaren kendinden önce oluşmuş bir fiziksel ve kültürel çevreye adımını atar.

Öz-biçim diyalektiği çerçevesinde şiirde düşüncenin nasıl işlendiği ve şiirin içsel devinimine göre nasıl estetize edildiği önemlidir. Bu aşama, diyalektik uygulamanın sanat yapıtının bütünselliği içinde oluşumunu ve bu bütünselliğin görünür kılınmasını sağlar. Devrimci gerçekçilik, hem hayatla somut maddi bir bağ kurar hem de bu bağı doğru bir biçimde nesnel olarak kavramak için, onu; geçmişten bugüne sınıf çelişkileri ve üretim tarzı içerisindeki koşullanmasıyla, akış ve oluştaki gelişimiyle ve geleceğe dair maddi dönüşüm olanaklarıyla görür. Bu estetik yöntem sanat yapıtını mutlaklıktan, durağanlıktan, karamsarlıktan, post-modernist öznelci yanılsamadan ve kadercilikten uzaklaştırarak, onun gerçek estetik gücünü inşa eder. Estetik edimin karakteri ve şairin yaratım sürecinde oynayacağı rol, şiirin özünün derin katmanlı biçimlenmesinde şairin tutumunun bilinç düzeyiyle ilintilidir. Bilinç düzeyi içerikteki düşüncenin estetize edilerek bir potada eritilmesi ve yeniden biçimlenmesinde önemli rol oynar.

Burjuva sanat söyleminin aksine sanatla propaganda birbirinden ayrılamaz. Propaganda siyasete içkin olduğu gibi sanata da içkindir. Her sanat yapıtı doğası gereği bir izlek ve söyleme sahip olduğundan bir propaganda içerir. Siyaset bunu retorikle, sanat estetikle gerçekleştirir. Her edebiyat metninin sonunda onayladığımız, coşkulandığımız, itiraz ettiğimiz, öfkelendiğimiz ya da isyan ettiğimiz cevaplarımızın oluşması bundandır. Devrimci gerçekçilikte sanatın doğasına atfedilen kendinde durum; tarihsel ve nesnel olarak kavranan gerçekliğin estetik ölçütlerle, gösterenlerle şaşırtıcı ve özgün bir biçimde yeniden inşa edilerek, alttaki toplumsal sınıfsal derinliğin gösterilmesidir. Buradaki devrimci propagandacı söylem, öz ve düşünce açıklanmak yerine bu derinliğin içine yaratıcı ve estetik tarzda örülerek sezdirilir.  Devrimci gerçekçilikten kastımız, nesnel ve tarihsel bir yöntemle alımlanan gerçekliğin estetik biçimde inşası olduğuna göre; devrimci sanatın devrimci politikayı ve propagandayı içermesi devrimci sanat ve devrimci politika arasında bir amaç araç diyalektiği ortaya koyar. Devrimci sanat, gerçekliği ortaya koyma ve bu gerçekliğin çelişkisi içinde sınıfsal taraf olma özü dolayısıyla araç; estetiği ve bireyin kendini yaratıcı bir biçimde gerçekleştirmesini içerdiği için amaçtır. Sadece düşüncenin ön plana çıktığı didaktik şiirler zaten sakat doğmuş bebeğe benzer. Bu öz biçim diyalektiğine aykırıdır. Burada nitelikli öz kavrayış ve bu kavrayışın insanlaşmanın bir bileşeni olarak yaratıma dönüşmesi önemlidir. Kavrayışın özü aynı zamanda şiirin de mayası olan lirizm ve diyalektiktir. Devrimci sanat açısından şiiri amaç-araç düzleminde düalist biçimde değerlendiren bir yaklaşım devrimci gerçekçiliğin beslendiği bir sanat kuramı olamaz. Devrimci gerçekçilik, şiiri sözcük oyunlarına dayalı soyut kapalı bir şiir olarak görmediği gibi düz didaktik ya da slogana dayalı bir uğraş olarak da görmez. İmge, şiirde gerçekliğin bilinç sıçramasıyla yüzeyin altına yani derinliğe asıl öze yönelir. Bu yönelim dipteki gerçekliğin imgesel olarak soyutlanmasına yarayan bir olanaktır. Bu olanak anlama kapı aralayan üst düzey soyutlama çabasıyla okuyucunun gelişimine katkı sunar. Verili gerçeklik yüzeyde bize yansıyan haliyle sığ ve basittir. Burjuva ideolojisi, bu yüzeydeki derinliği olmayan gerçekliği bile parçalı bir şekilde algılamamızı ister. Olguları bağlamından kopararak birbirinin tekrarı kareler halinde zihnimizde görünür kılmak için bütün yolları estetiğin imkânlarını kullanarak dener.

Devrimci gerçekçilik kapitalizme karşıdır ve ortaklaşacı bir öz taşır ve bu öz sadece söylem düzeyinde değil sisteme karşı konumlandığı her yerde kendini somut olarak da gerçekleştirir. Yönünü yeni insana ve geleceğin kolektivist özgür toplumuna çevirmiş, bunun olanaklarını sanatta yaratmanın yollarını arayan bir yaklaşımdır. Sanat, ilişkide bulunduğu toplumsal dokuyla canlı ve sağlam bağlantılar kurmalı, işçi sınıfının, ezilenlerin, sömürge/ilhak halkların, kadınların, LGBTİ bireylerin, metalaştırılan doğanın gelecekteki ortaklaşacı bir toplumda kendi yaşam deneyimlerini geliştirmesi için öncü rol üstlenmelidir. Sanat muhaliftir, sanatı güdümü altına alabilecek herhangi bir iktidar ya da güç yoktur. Güdümlü sanat insanı kendi içindeki kuyuya, yani bireyselliğine hapseder. Sadece kuyunun ağzına bakarak gökyüzünün buradan ibaret olduğuna inanmamızı bekler. Bir avuç gökyüzü ve çıkılamayan kör bir boşlukla bunalmış insanın kişiliğinde yıkımını sürdürür.

Sanatta, gerçekçi bir başkaldırının etkin olması için kapitalizmin dayattığı soyut varoluşa karşı canıyla kanıyla yaşayan somut varoluşu öne çıkarmak görevimizdir. Özellikle egemenlere karşı tavrını koyan şiirimiz yıkıcı ve kışkırtıcı bir imge düzenine sahiptir. Alımlayıcıyı ,ilk önce sarsmayı şimdiye kadar biçimlendiği yerleşik yargıları konusunda sorgulayıcı düzleme geçirmeyi hedefler. Devrimci gerçekçilik bütünselliği derinliği olan estetik soyutlamaya dayanır. Soyutlama görünmeyen gerçekliği imge ve çağrışımlarla görünür kılmaktır. Bu görünürlük parçalar halinde değil bir biçim olarak tarihsel ve diyalektik maddeci kavrayışı, bütünselliği içinde devinim halinde gerçekleşir.

Günümüz burjuva şiiri ve onun uzantısı postmodernist şiir, genel olarak biçimci şiirdir. İnsanın canlı eyleminden ve hayatın nesnel anlamından koparak öznelci bakışa saplanır ve merkezine dili ve dil oyunlarını koyar. Bu şiir geleneğinde olanlar şiiri dilin kendisi olarak görürler. Oysa şiir dilin kendisi değil onun bir biçimidir. Bu anlayışla; “dilin ideolojik kullanım alanlarına saldırıyoruz” diyerek dilin bir biçimi olan şiirsel dilin yok olmasını sağlarlar. Böyle olunca şiir dilinin genel çerçevesi çizilmez; bulanık, muğlak ve anlamsız; imgeyi göz ardı eden metinler baş tacı edilir. Devrimci gerçekçi şiir, şiiri dilin bir biçimi olarak görür, şiirin kurucu ögesi imgeyi dilin dirimselliğine göre şekillendirir. Şiiri var eden yoğunlaşmış duygu ve düşüncedir. Duygunun tetiklenmesiyle harekete geçen düşünce sözcükler vasıtasıyla soyutlanır. Sözün bittiği yerde hayat ve gerçeklik kavrayışı yani anlam da biter. Düşünce sözü emer, sözcük kendi dokusunu o düşünce üzerinden varlık haline getirir. Somut soyut diyalektiğini kurabilen, hayatı mutlaklaştırmaksızın akışta ve oluştaki soyutlamaları yoğun düşünsel boyutta yaşayanların şiiri de estetik nesneye kolay dönüşür. Yoksa tek başına düş veya fantazya, dil oyunları şiire canlılık katmaz.  Günümüz şiiri düşüncenin bittiği, yani sözün bittiği yerdedir. Bu yüzden düşünsel zenginliği olmayan, toplumsal sorunları, toplumsal mücadeleyi sahiplenmeyen şiir geleceği kuramaz, sahici olamaz.

Devrimci gerçekçi şiir, piyasa edebiyatının cilalama parlatma aracı olarak kullandığı ödül sistemini reddeder. Yarıştırma, ödül ve rekabet sınıflı toplumlara, kapitalizme özgü hastalıklı ve yabancılaştırıcı bir olgudur; insanın ve devrimci sanatın doğasına aykırıdır. Sanat eseri biriciktir, hangi ölçüt ya da hangi nedenle olursa olsun yarıştırılamaz. Böyle bir yarışmacı yaklaşımın içinde şiir noterlerine şiiri onaylatmak o eseri özünden sakatlar. Devrimci gerçekçi şiir, kendini sosyalist geleneğin bir parçası saymakla birlikte, onun geçmişten kalan edimler üzerinde şekillenen yaratı sanatını yeni koşullara uygun olarak ileri taşımayı hedefler. Dinamik ve değişen biçimlerin yeniden yorumlanması ve ileriye taşınması temeldir. Devrimci şair kaderci olmadığı için şiiri de kaderci değildir. Dolayısıyla ağlamaklı, yakınmalı, umutsuz, bireysel başkaldırı söylemine yaslanmaz. Bugün ülkede yazılan şiirin büyük bir çoğunluğunun yaslandığı söylem ne yazık ki budur. Oysa devrimci gerçekçi şair kendine hep şu soruyu sorar: "Neden bu böyle, neden şöyle olmasın?" Bu basit ve temel soru onun devindirici gücünü oluşturur.

Savunduğu düşüncelerine, kişiliğine, duyarlılığına zarar veren olgular karşısında kabuğuna çekilmez, kendi iç dünyasını barınak olarak seçmez, dış dünyanın gerçekliğine oradan bakmaz. Tersine, dış dünyayla ilişkisi içinden devşirdiği şiirsel söylemi dizelerine taşır, iç dünyasına bilinçli bakışını bu ilişkiden damıtır. Gerçekliği dönüştürmek, yadsımakladır onun işi. İş, derken şaire dışarıdan bir görev yüklediğimiz anlaşılmamalıdır. İster bireysel düzlemde ister toplumsal düzlemde olsun, bu dönüştürücü gücünü elinden bırakmaz. Söz konusu güç doğal olarak dizelerde beden bulur. Ağır, baskıcı, zor, bunaltıcı yaşam koşulları karşısında edilgen bir biçimde yaşanan acıları ululamaz. Mutsuzluğun kaynağı olan koşulları dile getirmekle yetinmez, onları değiştirmenin, dönüştürmenin yollarını sunar şiirleriyle.

Bu anlamda her türlü özgürlüğün, insanı insan yapan kültürel değerlerin tehdit edildiği, baskı altında tutulduğu, bireyin tek tipleştirme ideolojisini körü körüne izleyen bir sürüye dönüştürülmeye çalışıldığı ortamlarda insani değeri yücelten aşk şiirleri yazarak bir direniş göstermek bile devrimci bir anlam kazanır. Bunun en güzel örneklerini İkinci Dünya Savaşı sırasında işgal altında yazılan Fransız Direniş Şiir’inin şairlerinde buluruz.