Bir Yüksek Mahkeme karar gerekçesinden:

“[Devletimiz yurttaşlarını korumak ve bölgenin güvenliğini sağlamak için elinden gelen her şeyi yapıyor.(…) Alınan önlemler sınırlıdır. Bu alandaki kısıtlamalar öncelikle önlemlerin askeri-operasyonel nitelikte olmasından kaynaklanıyor. [Devletimiz] özgürlüğü hedefleyen bir demokrasidir. (…) Etkili olan her önlem yasaya uygun değildir. [Devletimizin] içinde bulunduğu koşullar zordur. Yargıçlar olarak bizim konumumuz da zordur. İnsan hakları ile bölgenin güvenliği arasındaki dengeyi doğru bir şekilde kurmak için elimizden geleni yapmaktayız. Bu durumda insan hakları, sanki terör yokmuş gibi tam bir koruma altına alınamadığı gibi, devletin güvenliğini korurken de insan hakları yokmuş gibi davranamayız. Burada nazik ve hassas bir dengenin kurulması gerekiyor. Bu, demokrasi için ödenen bedeldir. Bedel yüksektir, ama buna değer.”

Bu gerekçeye dayanarak sivil Yüksek Mahkeme, kendisine yapılan başvuruyu kabul eder ve askeri yetkililerin başvurucuyu zorunlu ikamet, yani sürgüne gönderme uygulamasını iptal eder. Başvurucu 'terörizm'den suçlu bulunan bir kişinin erkek kardeşidir. “Çünkü” der Yüksek Mahkeme, “her ne kadar başvurucunun, erkek kardeşinin terörist faaliyetleri içinde olduğu kanıtlanmış olsa da, [söz konusu kişinin kardeşinin faaliyetleriyle] bağlantısı ona bir otomobil, temiz giysiler ve evinde yiyecek vermesiyle sınırlı kalmış ve başvurucunun edimleri ile kardeşinin terörist faaliyeti arasında somut bir bağ ortaya konulamamıştır. Bu nedenle başvurucunun zorunlu ikamete tabi tutulmasını haklı kılacak yeterli delil bulunmamaktadır.”

Şu cümlelere yakından bakalım:

“[Teröre karşı] etkili her önlem yasalara uygun değildir.”

“[D]evletin güvenliğini korurken insan hakları yokmuş gibi davranamayız.”

“Bu demokrasi için ödenen bedeldir. Bedel yüksektir ama buna değer.”

Bu ve bununla bağlantılı gerekçelerle ülkenin silahlı kuvvetlerinin kimi uygulamalarını yasadışı ilan eden yargı organı, İsrail Yüksek Mahkemesi’dir. (bkz. www.court.gov.il )

Türkiyeli muhalifler buradaki insan hakları ihlallerinin ne kadar ağır olduğunu anlatırken İsrail’e ve Filistinlilere gönderme yapmayı çok sever. “Bunu İsrail yapmaz”, “Aynı Filistinlilere yapılan gibi”, yöneticilere hitaben “İsrail’den farkınız yok” laflarını ve benzerlerini her gün okuyor, duyuyoruz, en yakınlarımızın ağzından, kaleminden.

Silahlı mücadelenin tarafları olarak zalim deyince İsrail, mazlum deyince Filistinliler gelir en önce akıllara ya, ama en bilgisiz oldukları konu da Filistin sorunudur. Bilgisizdirler, merak edip araştırmazlar ve kanaatleri ezbere dayalıdır. İsrail’de yukarıda alıntıladığım cinsten bir karar veren ve gerekçesini bu şekilde açıklayan bir Yüksek Mahkeme olduğunu bilmemek ayıp değil tabii, ama en baş düşmanlarından birinde yargı ne durumda diye merak etmemek, internete şöyle bir göz atma ihtiyacı hissetmemek konuyla hararetli bir şekilde ilgilenen bir muhalif için, eh biraz da ayıp.

EN GENİŞ ORTAK PAYDA

En fenası da bahsettiğim ezberler üzerinde İslamcısından sekülerine, sosyalistinden ülkücüsüne, feministinden kadın düşmanı Şeri hukuk savunucusuna kadar neredeyse herkes fikir birliği içindedir. Kahir ekseriyetin üzerinde birleştiği belki de tek konu budur. Sol, feminist, insan hakları savunucusu dostlar, fikrini beyan ederken bu geniş çoğunluk içindeki, bu konuda beraber olduğu, ama temel meselelerde kendisiyle taban tabana zıt kamplardan kendisini ayırt edecek bir dil ya da argüman kullanma zahmetine katlanmaz.

Oysa sözümüzü söylerken, yazımızı yazarken öyle bir test var ki, o testi uygulamadan klavyenin başına geçmemeli, elimize kalemi almamalıyız: “Bu yazdığımın altına kim/kimler imza atardı?”

Örneğin sosyalisttir, İsrail ve Filistin üzerine bir söz söyleyeyim, bir yazı yazayım, ama bir sosyalist olarak yazdığım bu yazının altında faşistler, ırkçılar, Yahudi düşmanları imza atamasın demez. Ya da örneğin feministtir, İsrail üzerine yazı yazarken, İsrail’i eleştirirken öyle argümanlar kullanayım ki, kadın hakları diye bir şeyin adının bile geçmediği Şeri hukukun uygulayıcıları ve destekçileriyle, örneğin Hamas’la, bir feminist olarak aynı kampta yer almayayım, azılı Yahudi düşmanları yazımı beğenemesin diye bir hassasiyet göstermez.

Kendimden örnek vereyim: Siyasal İslam’a karşı çıkan yazılarımın, sosyal medya paylaşımlarımın hiçbirinin altına ulusalcı Kemalistler imza atmazlar, atamazlar. Nedeni basit, yazmama bile gerek yok ama, yine de altını çizeyim: Dilimden de, argümanlarımdan da, düşünsel olarak beslendiğim kaynaklardan da onlarla temelden ayrı bir yerde durduğum bir bakışta anlaşılır.

Sahi benziyorlar mı?

Peki, tamam, İsrail ile Türkiye’yi terazinin iki kefesine koyalım: Adaletle ilgili olduğu için işte buradan, İsrail Yüksek Mahkemesi’nin bu ve benzeri kararlarından başlayalım. Türkiye’de Yargıtay’ın, TSK’nın tasarruflarını yasadışı ilan edeceğini ve TSK’nın bir uygulamasına karşı kendisine başvuran bir kişinin talebini kabul edeceğini hayal edebiliyor musunuz?

Zulme uğrayanlar olarak Filistinlilerle Kürtleri de karşılaştıralım. Sosyal medyada en sık karşılaştığım analoji. Yaralı, işkence edilmiş Kürt fotoğraflarının altına, “İsrail bile bunu yapmaz” diye yazanlar, tamam, peki siz hiç “Kahrolsun Türkiye”, “Türklere Ölüm”, “Türkiye haritadan silinene kadar mücadele” naraları atan Kürt, ya da Kürt örgütleri gördünüz mü? Ya da örgütlü bir kampanya olarak bıçağını alıp karşısına çıkan, işinde gücünde, durakta bekleyen, markete giden sivil Türklere bıçaklı saldırıda bulunan, iki–üç ay içinde onlarca Türkü bu şekilde öldüren Kürt gördünüz mü? Ya da Türkiye’nin batısındaki sivil yerleşim yerlerine sistematik bir yöntem olarak füzeler gönderen bir Kürt silahlı örgütü?

Bir parantez açayım: İsrail’de örgütlü Filistinliler tarafından bireysel bıçaklı saldırı yönteminin benimsendiği dönemde 2015’in Ekim-Kasım-Aralık aylarında 19 sivil İsrail vatandaşının, bıçaklama, üzerine araç sürme ve ateşli silahlarla öldürüldüğünü bilmemek de tabii ayıp değil ( nytimes.com/2015/12/24/ ), ama ikide bir atıfta bulunduğu İsrail-Filistin çatışmasına ilişkin yalnızca silahlı İslami örgüt kaynaklarından bilgilenmek, böylesi karmaşık ve tarihsel arka planı olan bir sorunu çeşitli kaynaklardan araştırmamak, buna ihtiyaç bile hissetmemek, evet bu da, eh biraz ayıp oluyor.

Parantezi kapatıp kaldığımız yerden devam edelim: Genellikle özcü bir dille kullanılan şekliyle, “Filistinliler” ile “Kürtler” arasında benzerlik şöyle dursun, temelden bir ayrılık var ve bu hem insan hakları savunucuları, hem sosyalistler, hem de feministler açısından hayati olması gereken bir ayrım. Hayati olması gerekiyor, ama kimsenin umurunda değil. Ayrım şu: Filistinlilerin örgütü, toplumu Şeriat yasalarınca yönetiyor. Kürtlerin örgütü ise Ortadoğu’daki tek seküler silahlı hareket. Ama Türkiye’de çoğu insan hakları savunucuları da, çoğu sosyalistler de, çoğu feministler de bu ayrım tabak gibi ortada olmasına rağmen Kürtleri Filistinlilere benzetmeye devam ediyor, böyle temelden bir ayrımı görmemekte direniyorlar.

Şimdi en sevmediğim şeyi yapacak, şunca uzun yazı-çizi hayatımdan çok iyi bildiğim için, zorunlu açıklamayı koyacağım: İsrail’i eleştirmekten, politikalarına karşı çıkmaktan bahsetmiyorum. Körü körüne, araştırıp öğrenmeden, çatışmanın taraflarından sadece birinin kaynaklarına dayanarak İsrail–Türkiye analojisi yaparken, Şeriat uygulayıcılarıyla, İslamo-faşistlerle, “Yahudilere Ölüm” diye bağıranlarla aynı saflarda olmama konusunda en küçük bir endişe bile duymamaktan bahsediyorum (Bkz. Ayşe Düzkan’ın yazısı: Telaviv’e Ankara’dan bakmak artigercek.com/27-mayis-taki-go)