Gerçekten bir bilim kurgu filminin içindeymişiz gibi bir dönemden geçiyoruz. Sağlık konusunda uzman insanlardan dinlediğim ve okuduğum kadarıyla bu virüs herkese öyle ya da böyle dokundu yada dokunacak.

Bundan kaçışın iki yolu var: Birinci yol yüzde yüz izole olmayı sağlamak. İkinci yol ise kısmi izole olarak az az enfekte olarak mikroba karşı bağışıklığı sağlayarak hayatta kalmak. Tabi bağışıklığı düşük olanları da feda etmek.

Burada birinci seçenekteki, tamamen izole olma yöntemi devlet desteğini elzem kılıyor. Sosyal devlet anlayışı ve müdahalesiyle, toplumun bu hastalığın aşısı ve tedavisi bulunana kadar sokaklara çıkarılmaması gerekiyor. Bunu sağlayabilmek güçlü bir devlet olabilmekle birebir alakalı. Her hanenin ihtiyaçlarını karşılayabilecek ekonomiye sahip bir devlet olmak zorunluluğu karşımıza çıkıyor.

Ülkemizin tercih ettiği yol olan kısmi izolasyon, yani ikinci seçenek. Yaşlıların, kamu çalışanlarının ve öğrencilerin sokaklara çıkmasını çeşitli yasaklarla engellemek. Sokağa çıkmak zorunda kalan insanların enfekte olmalarına izin vererek bağışıklıkları artırmak. Ve en acısı da bağışık sistemleri güçlü olmayanların acı bir şekilde ölümlerini görmeye başladık.

Bu ikinci yöntemin en büyük riskinin sürecin uzun bir zamana yayılması olduğunu düşünüyorum. Bizde bu hastalığın uzunca bir süre varlığını sürdüreceği ortada. Bunun kanıtını özellikle Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk’un eğitim sistemine dair çalışmalarında ve planlamalarında görüyoruz. Yeni bir eğitim sistemini deneyimleme çabaları, üniversitelerin kapanması aslında çok şey anlatıyor...

Evine bir nevi hapsolmuş şekilde ne zaman bize ulaşacak korkusunu toplum olarak ne kadar sürdürürüz bilemiyorum... Hala espriler yapabildiğimiz ve evimizin tadını aldığımız günler daha ne kadar sürer bilemiyorum. Günler uzadıkça kendimizi fare kapanına kapatılmış hissedeceğiz. Geçirdiğimiz bu süreçte gelecekte bizlere dayatılacak yeni yaşam sisteminin deneyimlendiğini de düşünüyorum...

Uzun bir zamana yayılacak bu süreçte öncelikli olarak TARIM, BESİCİLİK ya da benzer gıda ihtiyaçlarımızı karşılayan kesimin de izole olma zorunluluğundan dolayı üretimlerinin azalacağı ortada. Önümüzdeki günlerin neleri yaşatacağı korkutuyor. Emekçilerin riskli çalışma koşullarının ne anlama geldiği sanırım herkesçe aşikar.

“Peki çözüm nedir?” sorusuna sanırım çok temel bir cevap vermek gerekiyor. Doğa intikamını kendisini yeniden dengelemek için alıyor... Siz ne kadar sistem kurmaya çalışırsanız çalışın, “doğaya aykırı” her sistem bir anda kilitleniyor ve geçerliliği kalmıyor.

Kabul edelim savaşçı politikaların, tüketiciliğin ve açgözlülüğün bedelini fazlasıyla ödemeye başlıyoruz...

Yakın gelecekte insanlık ve ülkeler bir karar verecek. Yaşanan salgında ülkelerin savaş odaklı kapitalist yaklaşımlarının ne kadar zararlı olduğu net görüldü. Fakat korkum şudur ki ülke sınırlarındaki duvarların daha da yükselmesi. Kendi sınırlarının içini koruyan bir anlayışın geleceğe çözüm gibi görünmesi.

Sağlığa ayrılan payların arttırılmasından, bilimsel çalışmaların öne çıkarılmasından başka seçenek olmadığını fark etmek gerekiyor.

Önceliğimiz “Acaba Covid-19 hastası olduk mu?” sorusunu sürekli kendimize sorup endişelenmek yerine, “Bağışıklığımızı güçlendiren doğal besinleri ne kadar alıyoruz?” sorusunu sormak olmalı...

Umarım bundan sonra “Doğa Anamızı” daha fazla kızdırmaktan ve dengesini bozan her türlü sistemden vazgeçeriz...