Sezen Aksu’nun “Ünzile” adlı şarkısını bilmeyen yok gibidir. Sezen Aksu bu şarkısında sosyal bir yaraya, kadın sorununa parmak basmak istemiş. Şarkının uzun sözlerinin anlattığı hikâyenin; şarkının yazılıp bestelendiği tarihlerde, 17 yaşındaki Sefariye’nin otlatmaya götürdüğü koyunlardan sekizini kaybettiği için babası tarafından tek kurşunla vurulmasıyla benzerlikler göstermesi gerçekten şaşırtıcı gelmemeli. Çünkü kadın ölümlerinin kanıksandığı ülkemizde sanatçılar yaratımlarında gerçek hayattan hareket etmese bile kurgulanan gerçekliğin, hayatın yaşanmışlıklarıyla bir yerlerde kesişebilmesi mümkün.

Son yıllardaki arkeolojik buluntular 4 bin yıl öncesinde kadın haklarıyla ilgili yazılı belgelere işaret ediyor. Kayseri’deki Kültepe Kaniş ören yerinde yapılan çalışmalarda Asurluların evlenmeyi karşılıklı mukaveleye bağladığı görülüyor. Boşanma durumunda her iki tarafın da hukuki hakları var ve bu haklar yazılı metinlerde kayıt altına alınmış. Bu metinlerde en çok göze çarpan, ikinci bir eş almanın yasak olması, alındığı takdirde erkeklere para cezasının uygun görülmüş olması. Anadolu tarihinde kadınların yazgısının İslam etkisiyle değişmeye başladığı, kadın erkek eşitsizliğinin, kadına biçilen cehennemin bu toprakların yozlaşan kültürel ikliminin etkileriyle belirlendiği ortada.

Kadın haklarına ve kadın ölümlerine kısaca vurgu yaptıktan sonra asıl bahsetmek istediğim Çanakkale’nin Ezine ilçesinde çadırda donarak yaşama gözlerini yuman Ünzile.

Roman vatandaşların itildikleri uçurumda çaresizliğinin yakıcı bir örneği Ünzile’nin ölüme yatması. Kış kıyamet mezarlıklara yakın bir derenin kenarında naylondan, çöpten çaputtan derme çatma çadırlarda ölümü beklemek onun hikâyesi. Ölmeyi özlemek kıstırılmış kalplerin acı dehlizlerinde bir başına öteki olarak. Kış kalmak tükenişin sınırlarını çizdiği dar çemberde hiç yaşamamış gibi yaşamak. Yani bütün çıplaklığıyla Ünzile olarak düşmek duyarsızlığın burçlarından.

Ünzile’nin yaşı konusunda haber kaynakları anlaşamamışlar olacaklar ki kimisi kırk sekiz, kimisi elli iki, kimisi de elli beş diye yazmış. Ünzile’nin kendisi gibi özgeçmişi de flu, hayatı gibi belirsiz kalmış yaşamın sahnesinde yaşanmışlıkları. Gelmiş konmuş bir çalıkuşu gibi insanlığını yaşayamadan derenin kuytusuna, kendisi gibi konargöçerlerle bir akşamüzeri belki de çaresiz kalışların ırmağına.

Akçin deresinin kenarında barakada yaşayana kadar nerelerde konaklamıştır kim bilir Ünzile. Yoksulluğun ve eşitsizliğin dayattığı dip uçurumlarda bir gece donarak öldü insanlığımızın tükendiği yerde, yanı başımızda. Yaşamda karşılığı var mıydı, yaşamış mıydı ağız dolusu kahkahalarla beli belirsiz görüntüler dünyasında. Varlığın ve yokluğun tanımlanamadığı uzak derinliklerde savrulup gitti. Onun ölümüne odunsuz bir soba, yeni örülmüş sepet, naylondan bakışlar şahitlik etti. Son bakışları asılı kaldı göğü görmek istercesine kulübenin isli, yırtık tavanında.

Şimdi upuzun yatıyor Ünzile, Silopi’de vurulduğu sokaktan uzun süre kaldırılamayan 11 çocuk annesi Taybet İnan’ın yanı başında. Koca şiddetinin, devlet şiddetinin, adaletsiz bir yaşamın dayattığı ölü kadınlar senfonisinde kaskatı kesilerek alıyor yerini. Mülteci cesetleri sıralanıyor mavi ıslaklığıyla, çocuklar, kadınlar vatansız bayraksız gölgeler boşluğuna. Evrenin lanetlileri, iş kazalarında ölenler düşüyor gülüşünün kıyısına mor bir sessizlik gibi düğümlenip acılardan yokluklardan. Babasını al tabutlara sarılı ağlayarak uğurlayan çocukların çığlıklarından bir demetle gidiyor Ünzile menziline.

Gazete haberlerinin dip notunda üşüyen bir harf olarak alıyor sırasını. Kimselerin duymadığı, bilmediği uzak duyarsızlıklar coğrafyasının bir kahramanı gibi sırasını yaşam defterinde savmış olmanın iç yangınıyla.

Yoğun kar yağışı ve soğuklarla birlikte yoksullar için karın elbette romantik bir tasavvuru olamazdı. Olmadı da. Sepet örerek, hurda toplayarak ölüm sınırında ailesini geçindirmeye çalışan kocası gördü önce, sobası yanmayan evde hasta Ünzile’nin kaskatı kesilen bedenini.

Donmuş kuş ölülerinden öğrendim ben çocukluğumda donmanın kaskatı imgesini. Sözcüklerin sese dönüşmeden dönüp çığlık parçalarına dönüştüğü o çadırda yokluğun, yoksulluğun dip frizinde öldü kimsesiz tek başına Ünzile.

Ne artmış milli gelir teraneleri ne kişi başına düşen bilmem ne kadar dolarlık pay ilgilendiriyor beni. Yerin dibine batsın istatiksel yalanlarınızın şatafatlı rakamları. Roman açılımı diye bir terane vardı bir zamanlar. Güya ötekileştirilen Romanlara toplumsal eşitsizliğin yetirdiği yokluklardan kurtulmaları için çeşitli olanaklar sunulacaktı. Tıpkı Kürt açılımı gibi Roman açılımı da unutulup gitti toplumsal belleğimizde.

Şimdi açılımlardan bahsedilen her alanda ölümlerle kutsanıyor hayat.

Açılamadan boğuluyoruz sığ kıyılarımızda.

Beyaz bir bayrakla çekip gideceğiz hayattan.