HDP Grup Başkanvekili Meral Danış Beştaş, Meclis'te basın toplantısı düzenleyerek gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

Süleymaniiye'de silahlı saldırıda öldürülen Nagihan Akarsel'in suiakstine değinen Beştaş, “Türkiye’de herkes terörist ilan ediliyor. Terörist olup olmama arasında çok ince bir sınır kaldı artık. Muhalifseniz teröristsiniz, iktidardan yana iseniz makbulsünüz. Bu açıklama derhal izah gerektiren bir açıklamadır. Soruyorum, daha kaç kişiyi öldüreceksiniz? Çiller’in elinde olduğu gibi suikast listesi mi var elinizde? Büyükelçinin açıklamasına göre Nagihan Akarsel cinayeti bir yargısız infazdır. Adaletin ve hukukun olduğu devletler suikast yapmaz, yargılar. Bu, devlet olmanın gereğidir” dedi.

Beştaş’ın açıklamaları şu şekilde:

KATİL KORUNUYOR

Türkiye tarihinde mahkeme salonunda gaz kullanılması alışık olduğumuz bir şey değil. Bugün Deniz Poyraz’ın katilinin yargılandığı davada mahkeme heyeti oradayken, onlarca kolluk görevlisi varken gaz sıkıldı. Biz bunu kabul edilemez buluyoruz. Deniz Poyraz’ın ailesi bu davada mağdurdur, müştekidir, müdahildir; HDP bu davanın müdahilidir. Bu yapılan tabii ki müdahil makamına yapılmıştır. Yani katledilen tarafa hem mahkeme tarafından hem katil tarafından yapılmıştır. Maalesef bütün bu benzer olaylarda olduğu gibi katil korunuyor.

“TETİĞİ ÇEKEN EL, GÜCÜNÜ İKTİDARIN SÖYLEMİNDEN ALIYOR”

Bu konuda tarihi bir cezasızlık politikası var. Bugün dehşet verici bir gelişme yaşandı. Katil Onur Gencer "Kapatma iddianamesinde benim bu cinayeti neden işlediğim yazıyor, kapatma iddianamesini getirin" dedi. Bu, azmettirenleri aslında ilan etmektir. Biz hep şunu söyledik; partinin il binasının içine girip bir arkadaşımızı katleden zihniyet, o tetiği çeken el, gücünü iktidarın söyleminden ve yürüyüşünden alıyor. Hakkımızdaki yalan, asılsız iftiralarla hazırlanan iddianamelerden ve siyasi belgelerden biri olan kapatma davası katliama sebep oldu. Bu yine katilin sözüdür: "Orada kim olsaydı öldürürdüm, Deniz Poyraz vardı" dedi. Dava cuma gününe ertelendi ve dava yeri de değiştirildi. Şakran’a aktarıldı. Bugün yaşananlar yargının içinde bulunduğu durumu, HDP’ye saldırıların amacını ve sonuçlarını, iktidarın bütün bunları onayladığını ve desteklediğini, katliam siyasetinin mahkeme salonlarına kadar geldiğini gösteriyor.

"HABİP EKSİK ÖLDÜRÜLMEK İSTENDİ"

Milletvekilimiz Habip Eksik 9 Ekim’de Yüksekova’da bir lince maruz kaldı, öldürülmek istendi. İnsan öldürmeye tam teşebbüs fiilinin bütün unsurları vardı bu saldırıda.  Ankara’nın, İzmir’in, İstanbul’un sokaklarında 20-30 kişi bir şahsa saldırsaydı, ayaklarını üç yerden kıracak kadar linç etseydi, kafasına coplarla vursaydı şu anda o saldırganlar insan öldürmek suçundan içeride tutuklu olurdu. Herhangi bir olaydan bahsediyorum. Trafik kazası bile olsa kasıt var mı yok diye tutuklanmış olurdular. Ne oldu? Vekilimiz şu anda hastanede, bacağında üç kırık var. Ameliyat edildi ve tedavisi aylarca sürecek. Daha ne olacağını bilmiyoruz. Kalkabilecek mi, yürüyebilecek mi bilmiyoruz. Sonuç ne? İçişleri Bakanı daha doğrusu Suç İşleri Bakanı çıkıp açıklamanın demokratik siyaset olmadığını iddia etti.

"MOBESE KAYITLARINI İSTİYORUZ"

Eş Genel Başkanımızı alıntılayarak hadsiz bir tweet attı. Valilik "Algı yaratmak için kendilerini yere atmışlar" dedi. Görüntüyü gördünüz mü, sadece yere atıldığı an var. Onu da bir vatandaş çekmiş. Çünkü bütün basın mensupları dağıtılmış. Başında birkaç güvenlik gücü duruyor. Görüntü yok mu var, polis kameraları anı anına çeker bu görüntüleri. Polis görüntülerini, MOBESE kayıtlarını istiyoruz. Bu görüntüler bu cinayete giden yoldaki fiilleri görüntülemiştir. Bu açıklamaları yapanlar bu girişimi ve linci destekleyenlerdir. Halkın iradesine ve vekiline yapılan saldırıyı onaylayanlar ve teşvik edenlerdir.

“HERHANGİ BİR KOLLUK GÜCÜ BAKANLIK TALİMATI OLMADAN MİLLETVEKİLİNE SALDIRAMAZ”

Herhangi bir kolluk gücü kendi üstünün, bakanlığının talimatı olmadan bir milletvekiline saldıramaz. Bir vatandaşa da saldıramaz. Bilse ki tutuklanacak, yargılanacak bunun suç olduğunu bile bile yapmaz. Burada Suç İşleri Bakanının birçok suçu var. Sayfa sayfa yayınlanıyor mafya ile iltisakı yayınlanıyor. Şimdi de ayak kırmadan sorumlu bakan ünvanını kazandı. Çünkü bir gün önce ayaklarını kırın demişti. Habip vekilimiz "Ben ayağım kırıldı dedim, buna rağmen şiddete devam ettiler" dedi. Linç işlerinden de sorumlu oldu İçişleri Bakanı. Bu şekilde bir linç, bizim nerede olduğumuzu gösteriyor.

“BİZİ DENETLEYECEK TEK MAKAM HALKTIR”

Vali ve İçişleri Bakanı denilen zat, 9 Ekim’i kınamayı suç ilan etti. Bir protesto hakkını suç ilan etti. Biz size mi soracağız? Hangi açıklamayı yapacağımızı, neyi konuşacağımızı, nasıl siyaset yapacağımızı size mi soracağız? Biz bir partiyiz; parti olarak siyasetimizi, söylemimizi belirleriz. Bizi denetleyecek olan tek makam var o da halktır. Biz siyasetimizin doğruluğunu seçimlerde o sandıklara girip girmemeye göre değerlendiririz. Bunu belirleyecek bir bakan tanımıyoruz, kabul etmiyoruz.

“9 EKİM, ULUSLARARASI KOMPLONUN GERÇEKLEŞTİĞİ GÜNDÜR”

9 Ekim’e gelince, evet 9 Ekim uluslararası bir işbirliğidir. Evet, 9 Ekim Uluslararası Komplonun gerçekleştiği gündür. 9 Ekim; Kürt meselesinin çözülmemesi için uluslararası güçlerin, Türkiye’nin ve ABD’nin de içinde bulunduğu, birçok uluslararası organizasyonun ve devletin içinde bulunduğu bir operasyondur. Bunu biz bugün söylemiyoruz ki. Biz bunu 24 yıldır söylüyoruz. Neyin suç olduğuna iktidar karar vermez. Ceza yasaları, bağımsız ve tarafsız yargı karar verir. Biz 9 Ekim’i protesto ediyoruz ve etmeye de devam edeceğiz. Bunu kimseye sormuyoruz.

“VEKİL ÖLDÜRMEKTEN VEKİL LİNÇ ETMEYE GELDİK”

Siz bunun suç olduğunu mu düşünüyorsunuz? Bunun yetkilisi var, mahkemeler var, savcılar var. Tutanak tutarlar, gerekirse her mimiğimize fezleke düzenleyen savcılar gidip gerekeni yapsın. Sen vekil mi öldüreceksin? Geçmişte vekilimiz de öldürüldü. Mehmet Sincar. Öldürmekten lince geldik. Aynı noktaya geri geldik. 9 Ekim uluslararası bir işbirliği ve planla, bir düzenekle Öcalan’ın Türkiye’ye getirilmesinin önünün açılması amacıyla Suriye’den çıkarılmasıdır. Barışın egemen olmasını istemeyenlerin, çözümü istemeyenlerin, Kürtlerin bir şekilde eşit ve özgür yurttaşlık talebinin karşılanmasını istemeyenlerin, Ortadoğu’yu kendi arka bahçesi olarak görenlerin bir komplosudur. Kınıyoruz, bin kere daha kınıyoruz.

“HALA TEK BİR POLİS TUTUKLANMADI”

Eğer hukuk devleti, demokratik bir düzen olsaydı gereği yerine getirilecekti. Hala tek bir polis hakkında soruşturma yok. Hala tek bir polis tutuklanmadı. Öldürmeye teşebbüsten söz ediyorum. Basit bir suçtan değil. On binlerce insanın oy verdiği bir vekilin öldürülmek istenmesinden söz ediyorum. Kameralar yok, biz suçlanıyoruz. İşte bu AKP’nin Türkiye’yi getirdiği tablodur. Tabii biz şunu yine söyleyelim Vali Bey'e: 8 ay kaldı gitmene. Nereye kaçacaksın? Gerçekten cevabını bekliyoruz. Dosyalar tek tek açılacak. Nereye gideceksin? Kalacak bir yer bulacak mısın? Biz bunun karşısında yürümeye devam edeceğiz. Direnmeye, mücadele etmeye devam edeceğiz. 

“KIRILAN KEMİKLERİMİZ BİLE ÖNÜNÜZDE EĞİLMEYECEK”

Dimdik ayaktayız. HDP, kurullarıyla ve tabanıyla her yerde dimdik ayakta olmaya, mücadele etmeye devam edecek. Kırılan kemiklerimiz bile sizin karşınızda dimdik duracak. Siz ezilip gideceksiniz ama o kemiklerimiz asla önünüzde eğilmeyecek. Torbaya koyduğunuz kemikler de kırdığınız kemikler de dimdik ayakta duracak.

“ÖMRÜNÜ KADIN MÜCADELESİNE ADAMIŞ BİR AKADEMİSYEN KATLEDİLDİ”

Nagihan Akarsel nerede katledildi? Federe Kürdistan Bölgesinde, Süleymaniye kentinde. Genç bir kadın bir gazeteci, ömrünü kadın mücadelesine adamış bir akademisyen suikaste uğradı, katledildi. Niye Türkiye’yi ilgilendiriyor? Çünkü Türkiye vatandaşı, burada yaşadı. Gazetecilik yaptı. Hangi sebeplerle oraya gitti, elimde bir dosya yok. Ama Türkiye vatandaşı olduğu ve buradan gittiği sabit. Daha önce Paris’te 3 Kürt kadın siyasetçi katledildi Türkiye vatandaşı. Bunun MİT bağlantısına dair ses kayıtları çıktı. Çarşaf çarşaf bilgi çıktı Türkiye ile ilgili. Türkiye de soruşturma açtı. Cumhuriyet Başsavcılığında gizliliği devam eden bir soruşturma dosyası Ankara'da bulunuyor. 10 yıldır bir gelişme yok, açıklama yok.

“BÜYÜKELÇİ "TÜRKİYE ADINA CİNAYET İŞLİYORUZ" DİYOR”

Diğeri Mehmet Zeki Çelebi yine Süleymaniye’de katledildi silahlı saldırı sonucu. Orada da ses kayıtları ortaya çıktı ve MİT bağlantısı olduğu iddia ediliyor. Bu bağlantıları yan yana getirmenizi rica ediyorum. Bu dosyalara ilişkin şöyle bir durum var. Bunların hepsi suikast, hepsi siyasi cinayet. Bunu sadece biz söylemiyoruz. Bunu Türkiye’nin Bağdat Büyükelçisi Ali Rıza Güney söylüyor. Nasıl bir akıl tutulmasıdır bu kadar korkunç bir suçu itiraf etmek. Gerçeklikten kopmuş durumdalar. "Operasyonları sınır gözetmeksizin yaparız" diyor. "PKK odaklı ve PKK ile iltisaklı olan odaklar hedeftir" diyor. "Türkiye devleti adına cinayet işliyoruz" diyor. "Dünyanın neresinde olursa olsun insan öldürüyoruz" diyor. Bunu savunuyor. Bu itiraftır ama aynı zamanda tehdittir, aynı zamanda yasa dışıdır, aynı zamanda uluslararası hukuk ilkelerini yerle bir etmektir. Bu suikasti Büyükelçi açıklamasıyla sahiplendi mi? Soruyorum kendisine buradan. Hangi bilgilere sahiptir? Bu cinayeti kim işledi? Hangi bağlantılarla işledi? Büyükelçinin bu siyasi cinayetteki payı nedir? Bu konuda açıklama yok. Komşu ülkelerin topraklarını cinayet işleyecek saha olarak, arka bahçe olarak görüyorlar. 

“BÜYÜKELÇİDEN CİNAYETİ SAHİPLENMESİ KONUSUNDA BİR İZAHAT İSTENDİ Mİ?”

Hakikaten kabul edilebilir, izah edilebilir bir yanı yok: Bu suikast Türkiye’nin bilgisi dahilinde mi işlendi? Yanıt istiyoruz. Değilse neden Büyükelçi sahiplendi? Buna da yanıt istiyoruz. Dışişleri Bakanı konuşmadı. Büyükelçiden bu cinayeti sahiplenmesi konusunda bir izahat istedi mi? Bakanlığın da mı bilgisi var? Mevlüt Çavuşoğlu’na soruyoruz.

Öldürme meselesine gelince, devletler yargı olmadan insan öldüremezler. Devletlerin öldürmesinin tek bir meşru alanı vardır. İdam cezası olan ülkelerde mahkemeler idam cezası verir. Hukuk içinde uygulanır. Türkiye'de idam cezası yok. AİHS Ek Protokollerine göre o artık kabul edilmiyor. Peki nedir? Diyelim ki merhum Akarsel ya da başka biri Türkiye dışında, Türkiye ne yapacak? Kendisine karşı suç işlendiğini düşünüyorsa iade isteyecek. Bunun yolları var. Soruşturma açacak, dava açacak. Bütün ülkeler var ya da yok iade anlaşmalarını biliyorlar.

“ÇİLLER’İN ELİNDE OLDUĞU GİBİ SUİKAST LİSTESİ Mİ VAR ELİNİZDE?”

Türkiye’de herkes terörist ilan ediliyor. Terörist olup olmama arasında çok ince bir sınır kaldı artık. Muhalifseniz teröristsiniz, iktidardan yana iseniz makbulsünüz. Bu açıklama derhal izah gerektiren bir açıklamadır. Soruyorum, daha kaç kişiyi öldüreceksiniz? Çiller’in elinde olduğu gibi suikast listesi mi var elinizde? Büyükelçinin açıklamasına göre Nagihan Akarsel cinayeti bir yargısız infazdır. Adaletin ve hukukun olduğu devletler suikast yapmaz, yargılar. Bu, devlet olmanın gereğidir.

“BU CİNAYET ULUSLARARASI BİR SUÇTUR VE YARGILANMAYI GEREKTİRİR”

90'ların faili belli cinayetleri şimdi AKP-MHP eliyle devam ettiriliyor. Bu, Uluslararası Ceza Mahkemesi statüsüne göre uluslararası bir suçtur ve yargılanmayı gerektirir. Eskiden OHAL valileri vardı cinayetleri sahiplenen, şimdi büyükelçiler OHAL valilerinin yerini aldı. Bu cinayetin de takipçisi olacağımızı ifade ediyoruz. 

“AKP ANA AKIM MEDYAYI FOTOKOPİCİSİ HALİNE GETİRDİ”

Meclis gündemine gelecek olursak, sansür yasası muhalefetimize rağmen devam ettiriliyor. Ucube bir yasa, elle tutulur hiçbir yanı yok. Ana akım medyayı ve yandaşı fotokopicisi haline getirdi AKP. Basını böyle görüyor. Nefessiz bırakma yasası, susturma yasası. Bu yasayı halktan gerçekleri, yolsuzlukları, rüşvetleri, dolandırıcılıkları, üçer beşer maaşları saklamak için getirdiler. Muhalif gerçek basın bunları yazıyordu. Gerçek basın hakikatin peşinde olmasaydı, biz Ruhsar Pekcan’ın bakanlıkta neler yaptığını bilmeyecektik. Zehra Taşkesenlioğlu'nu bilmeyecektik. Çete mafya bağlantılarını bilmeyecektik. Bunlar yazılamayacaktı. Kadın katilleri yargılanmayacaktı. Sosyal medyada hashtaglerle basınç uygulanmasaydı bunları bilmeyecektik. İşte bu teklifi basın özgürlüğünü mutlak anlamda bitirme yasası olarak planladılar. Türkiye, basın özgürlüğü endeksinde 180 ülke arasında 149’uncu sırada. Bu rakamdan utanması gerekenler sansürü dayatıyorlar. Halkın cebinden çalınan milyon doları gizleyenleri açığa çıkaranları da cezalandırmak istiyorlar. Türkiye’yi gerçeklikten koparma yasasıdır bu. Tek ses istiyorlar. Tabii ki seçime hazırlıktır bu yasa. Siyasi bir hikayeleri kalmadı, yalanlarla bir kampanya yapmalarının hazırlığıdır. Sosyal medyayı tamamen susturma yasasıdır. Faşizmi engelsiz uygulama yasasıdır.

“SANSÜR YASASI İLE ÜLKEYİ TEK SESE MAHKUM ETMEK İSTİYORLAR AMA GERÇEK KARŞISINDA KAYBEDECEKLER”

AB ülkelerinde benzer yasalar var diyorlar ya, her şey gibi bu da yalan. Bu sefer yalanları Venedik Komisyonundan döndü. Komisyon, ziyaretleri sonrasında bir açıklama yayınladı. Avrupa'daki düzenleyici yasalara benzemediğini, ifade özgürlüğünü engellediğini, onlardan farklı olarak hapis cezası öngördüğünü, AİHS’in 10’uncu maddesine aykırı olduğunu, oto sansüre sebep olacağını ve cezanın orantısız olacağını düşündüklerini söyledi. Kendisi başlı başına dezenformasyon olan bu yasayı reddediyoruz. Muhalefetimizi sonuna kadar sürdüreceğiz. Partimizin, muhalefetin, halkın, basın emekçilerinin, özgür basının itirazı var. Gerçeklerden yana olanların itirazı var, Venedik Komisyonunun, AİHM’in itirazı var. Bu yasayı sadece AKP ve MHP istiyor, kendi iktidarlarını devam ettirmek için. Korktukları hakikatleri engellemek istiyorlar. Topluma daha fazla korku salmak için bu yasaya ihtiyaç duyuyorlar. "Bu yalanların gereğini yapın" diyorlar aynı zamanda. “Biz söylüyoruz siz de yazın, ona göre manşet atın, 10-15 gazete aynı manşetle çıksın, tek ses olsun” diyorlar. İşte Abdulkadiroğulları Alo Fatih’ten sonra. Artık her gün gereği yapılıyor, sayfa sayfa yazılıyor. Bunun esin kaynağı elbette Abdülhamit dönemi. Basın niye bunu kabul etsin? Gerçeğin gücü büyüktür. Gerçek karşısında kaybedecekler. Bizler kazanacağız, hakikat savunucuları kazanacaklar.

"2 BİN LİRALIK İCRA BORÇLARINI KALDIRACAĞIZ" DİYE MÜJDE VERİYORLAR OYSA BUNUN SORUMLUSU İKTİDAR

Bir torba yasa var, yine ucube bir yasa. Seçim çalışmaları başladı, bu torba yasalarla devam edecek. Tek adam rejiminin yansımalarını görüyoruz. "2 bin liralık icra takiplerini düşüreceğiz" diyorlar. Ben utandım okurken, utanması gerekenler yerine ben utandım. İki bin TL borcu var diye icralık olmuş vatandaş. Bunu affedeceğim diye müjde veriyor. Onu icralık yapan sensin, bu bir af filan değil. Sen yandaşlarına milyon dolarlar transfer ederken, iki bin lira için vatandaş icra takibi ile uğraşıyor. Tabii ki gerçek bir çözüm yok. Tabii ki yandaşlara sunulan paketlerin açıklanmasını istiyoruz. Sayıştay raporlarında çarşaf çarşaf yayınlandı. Kaç kişi bunları öğrenebildi? Bir sansür var. AKP yandaşları dışında borçlu olmayan var mı biliyorum. Borcu olmayan yok. Hepimizin borcu var bu enflasyon ve pahalılık dışında ama yandaşların yok. Tarihin en büyük borç batağını yaşıyoruz. Bir de garip bir cümle var. AKP Genel Başkanı TÜGVA’da “Yolsuzlukların, rüşvetin, yoksulluğun olmayacağı Türkiye’yi biz hallederiz” dedi. Bu bir ikrar. Siz yıkım ekibisiniz. Yıkım ekipleri inşa edemezler. Bu hale getiren sizsiniz. Yoksulluğu kim yarattı? Siz. Her şeyi yıktınız, bitirdiniz. Rüşveti de siz yaptınız. Şimdi tekrar yapacağız diyorsunuz. 20 yılda bu hale getirdiniz. Siz yıkım ekibi olarak işinizi bitirdiniz. Güle güle. Bundan sonra inşa ekibi gelecek. İnşaatlarda yeniden inşa edenler vardır ya işte biz temelden kuracağız bu ülkeyi. Hep birlikte halkla kuracağız. Ama bu sözün de hakkını vereyim. Bozuk saat de günde bir kere doğruyu gösterir ya Erdoğan doğruyu söylemiş. Yoksulluğun, rüşvetin, yolsuzluğun olduğunu söylemiş. Hakkını teslim etmek isterim.

“SORUNUN TEMELİ ALEVİ İNANCININ YOK SAYILMASIDIR”

Son olarak Alevi meselesinde sözde bir açılım yapılıyor. Yeni bir başkanlık kuracaklarmış. Bu mesele Türkiye’nin tarihsel haksızlıklarından bir tanesi. Bir kere Alevi sorununun temelinde, inanç kimliklerine dair tüm yurttaşlık haklarını alıkonulduğu, eşit yurttaşlık ilkesinin uygulanmadığı tek tipçi yönetim anlayışı vardır. Sorunun temeli de Alevi inancının yok sayılmasıdır. AKP öncesine dayanıyor bu sorun. Ama AKP de bunu çok maharetli bir şekilde yok saymayı devam ettirmiş, kutuplaştırmayı derinleştirmiştir. Bir nefret öznesi olarak Alevi kimliğini kullanmıştır.

“DEDELİK HALA YASAKTIR, DEDELİĞİ YASAKLAMAK ALEVİLİĞİ YASAKLAMAKTIR”

Geçmişe gitmek istiyorum. 1924 yılında Tekke ve Zaviyeler Kanunu adı altında Alevilerin kutsal makamlarına el konuldu. 98 yıl önce. Hepsi kapatıldı, yasaklandı. Aynı kanunla Alevilerin inanç önderlikleri yani dedelik yasaklandı. Bu kanun hala yürürlükte ve hala dedelik yasaktır. Bunu yasaklayan zihniyet çok iyi biliyor dedeliği yasaklamak, cemi yani Alevilerin bir araya gelmesini yasaklamak anlamına geliyor. Cemi yasaklamak Aleviliği yasaklamaktır. Bugün Alevilik devlet tarafından yüz yıldır yasaklanmış bir inançtır. Hiçbir iktidar bu kanunu kaldırmamıştır, değiştirmemiştir. Alevi çalıştayı yapanlar günlerce tartışmalar yapılmamış gibi, Alevileri folklorik halk oyunu ekibi gibi ele alıyor. Bu bir inanç topluluğu, milyonlarca Alevi var bu ülkede. Kültür Bakanlığında bir başkanlıkla temsil edilmesi müjde olarak veriliyor. İnanılmaz bir şey, büyük bir hakaret bu. Kültür turizm faaliyeti olarak görüyorlar.

“KÜLTÜR VE TURİZM BAKANLIĞINA BAĞLI CEMEVİ BAŞKANLIĞI, ALEVİLİĞİ İNKAR BAŞKANLIĞI OLUR”

2 Kürt bakanla Kürt sorununu çözmüşlerdi hatırlarsanız. Ki onlar da Kürtlüklerini kabul etmiyorlar. Kürtlüklerini kabul etseler bakan olamazlardı zaten. Kürtler her şey olabilir ama Kürt olamaz. Şimdi de Cemevi Başkanlığı ile Alevi sorununu çözdük diyorlar. Bu başkanlık ancak ve ancak Aleviliği inkar başkanlığı olabilir. Alevilerin bu ülkenin temel dinamiklerinden biri olduğunu, hakları ve talepleri olduğunu, bunun karşılanması için on yıllardır bir mücadele yürütüldüğünü, bunun sulandırıldığını ve yok sayıldığını, bu düşüncenin tekçi, inkarcı ve asimilasyoncu olduğunu ve böyle değerlendirdiğimizi ifade etmek istiyorum. Alevilerin talepleri kesinlikle yasal güvenceye alınmalıdır.

“ALEVİ KATLİAMLARINA İLİŞKİN HAKİKAT KOMİSYONU KURULMALI”

Cemevlerinin statüsü tanınmalıdır. Anayasal güvenceye alınmalıdır. İkincisi Alevi inancına ait mekanların envarterinin çıkarılması ve tarihi öneme sahip mekanların koruma altına alınması gerekiyor. Alevilere yönelik her türlü asimilasyon politikasına son verilmesi gerekiyor. Alevilerin doğasını ve coğrafyasının HES projeleriyle tahrip edilip hafızasızlaştırılmasına son verilmelidir. Alevilere yönelik kamuda işe alımlarda uygulanan ayrımcılık son bulunmalıdır. Alevi bilmem kim de memur diyorlar. Bunu hiç açmayalım, kaybedersiniz. Alevilerin üst düzey makamlara alınmadığını biliyoruz. Son olarak Koçgiri, Dersim, Maraş, Çorum ve Sivas gibi geçmişte yaşanan Alevi katliamlarıyla ilgili ayrı ayrı hakikat komisyonları kurulmalı, gizli arşivler açılmalı ve dava süreçleri yeniden ele alınmalıdır. Alevi inancına mensup insanların kendi anadillerinde ibadet imkanları sağlanmalıdır.

“BİZİM EMEK VE ÖZGÜRLÜK İTTİFAKI DIŞINDA KİMSE İLE BİRLİKTELİĞİMİZ YOK”

Karayalçın, “6’lı masadan ayrı birlikteliğimiz, görüşmelerimiz devam ediyor” dedi. Sizinle bu konuda bir birliktelik var mı, ne düşünüyorsunuz?

Bizim Emek ve Özgürlük İttifakı dışında hiçbir parti ile birlikteliğimiz yok. İttifakımız da anlaşmamız da yok. Biz bütün partilerle zamanı geldiğinde görüşürüz tabii. Ama bu seçim odaklı bir görüşme değil.

Sansür düzenlemesi ile ilgili iktidar kararlı görünüyor ama 2. maddeye gelmeden toplantı yeter sayısı sağlanamadı. İktidar yoktu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu aslında bu yasaların kendi grupları tarafından da bilinmediğini, çok da önemsenmediğini, sadece “emir talimat” zinciri içinde bu kanunların oylandığını ortaya koyuyor. Şu anda Türkiye’de herkesin ilgilendiği, merak ettiği, ciddi bir muhalefetin olduğu yasa tasarısında bile iktidar grubunun oturum çoğunluğunu bulamaması onların bu meseleye nasıl yaklaştıklarını, Meclis'i ne kadar önemsediklerini ortaya koyuyor. Basın özgürlüğü konusunda yapılan muhalefetten ziyade sadece kendi işlerini takip ettiklerini gösteriyor.

İktidar vekilleri, “Başkan süreyi uzun tutsaydı yoklamaya yetişirlerdi” dedi. Misafirleri varmış…

Misafirleri çok muymuş, muhalefetin hiç misafir gelmiyor mu? Herkes biliyor Genel Kurul’un 14:00’ten önce başlamadığını ve nasıl çalıştığını. Meclis Başkanvekillerinden de yeterli süreyi istiyorlar. Çünkü oylama olmadığında kendileri Genel Kurul'da oturmuyorlar. Hangi kanun görüşülüyor, içeriği nedir, muhalefet ne diyor, topluma ne sağlayacak gibi bir dertleri olsaydı her seferinde koşarak Genel Kurul'a girmezlerdi.