2002 senesinde 8 milyar olan icra iflas dosyalarının sayısı şu an 21 milyara dayandı. Yüksek teknolojinin en önemli nimetlerinden olan E-haciz uygulamasından nasiplenen vatandaş sayısı ise 3,9 milyon kişiye ulaştı. Basın ve medya dünyamızın %90’ına hükmeden siyasi camianın eşsiz prensi ve biricik damadı olan Berat Albayrak için her gün tek nüsha halinde bir “Berat’s copy” çıkarılsa ne kadar da münasip olacak. Bilindiği gibi, Amerikan işadamı Rockefeller 90’lı yaşlarında yatağa bağımlı hale geldiğinde, her sabah sadece kendisine özel olmak üzere, yalnızca iyi haberler içeren bir adet gazete nüshası basılır ve kendisine sunulurmuş. Ondan sonra, birilerine yaranmak üzere basılan gazetelere “Rockefeller copy” adı takılmış.

ABD Başkanı Trump’ın Sayın Cumhurbaşkanımızdan “aptal olmamasını” istirham ettiği mektubun da bizzat iade edileceği kutsal 13 Kasım günü gelip çattı. Yine her zaman olduğu gibi samimi bir şekilde tokalaşmalar, sırıtmalar ve görüşme sonunda verilen dostane bir aile fotoğrafı bekleniyor. Kendi kendimize “stratejik ortağımız” olduğunu iddia ettiğimiz ABD, doğrusu bizi ancak konjektürel bir müttefik ve ortak olarak görmektedir. ABD’nin bilinen gerçek stratejik ortakları ise, İngiltere, İsrail, Avustralya, zaman zaman İzlanda ve bazen de Kanada gibi ülkeler şeklinde sıralanabilir. Nitekim 11 Ocak 2018 tarihli konuşmasında, Erdoğan kötücül dış güçlere şöyle seslenmişti; “ABD teröristi (Gülen) vermiyor, bahaneler uyduruyor. O zaman da sen bizden hiçbir teröristi (Brunson) alamazsın. Bu fakir bu görevde olduğu sürece, teröristi alamazsın. Çünkü Müslüman bir delikten, yılan deliğinden, bir defa sokulur. İkinci defa, hayır! Böyle bir stratejik ortaklık olmaz. 4.000 tır ile silahlandırma yapacaksınız. PKK’nın yan kuruluşları. Biz sana bunları anlatıyoruz, dinlemiyorsun. Seninle biz nasıl stratejik ortağız ya?” Fakat çok kısa bir süre sonra, 7 TL’ye dayanan Amerikan doları 10 TL de olmasın diye, Brunson kuş oldu uçtu, vatanına döndü. Trump’ın omuzuna dayanarak dualarda bulundu. Trump, Brunson olayını bir siyasi ve dini zafer olarak lanse etti.

Erdoğan’ın bundan önceki ABD ziyaretini hatırlayacak olursak, Türk Büyükelçiliği konutu karşısında Türkiye’nin Suriye’ye müdahalesini protesto eden gruba sinirlenen Erdoğan, özel korumalarını bu grubun üzerine göndermiş, kahraman ve cengâver koruma arkadaşlarımız zibidi ve gudubet protestocuları tekme tokat ile Osmanlı usulü dağıtmışlardı. Dövülenlerden biri de beyin sarsıntısı geçirmişti. 12 koruma hakkında ABD’de tutuklama kararı çıkınca, bu sefer ilişkiler iyice gerilmişti. Fakat hiçbir zaman ABD’nin gerek yazılı ve görsel medyasında ve gerekse toplum içindeki Türkiye ve Türk düşmanlığı bu kadar fazla ve yaygın ölçekte olmamıştı. O kadar ki, Washington Post Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyinde ÖSO ile işbirliği halinde Kürtlere yönelik “etnik temizlik” yaptığını yazacak kadar ileri gitti ve Türk hükümeti yine de gereken ve yeterli tepkiyi gösteremedi. 24 saatten daha kısa sürmesi beklenen bu ziyaretten beklenti çok olsa da karamsarlık havası bir o kadar yoğun. Merakla ilk açıklamalara odaklanılmışken, Türkiye ve Erdoğan’ın yanında tek bir isim kalmış gibi görünüyor, o da âlemin deli abisi Trump! ABD’nin akademik çevrelerinde de Türk ve Türkiye düşmanlığı veya aleyhtarlığını görmek mümkün. Seminer ve sempozyumlara ya Türkiye’de siyasi fikirlerden dolayı mimlenmiş, yurtdışında yaşamak zorunda kalmış isimler çağrılıyor ya da tamamen ABD’de eğitimini almış ve yaşamakta olan ve siyasi yöneliminden emin olunan kişiler. Türkiye’deki “bazı şeyler” sebebiyle bıkan, usanan, hatta bazen tiksinen sadece yabancılar da değil. Zira Konda’nın yapmış olduğu bir araştırmaya göre, Türkiye’deki ailelerin tam %82’si eğer olanakları olsa çocuklarına yurtdışında eğitim aldırmayı tercih edeceklerini belirtiyorlar...

Ünlü İtalyan düşünürü ve siyaset felsefecisi Vico, tarihsel gelişmeyi üç çağa ayırır. Bunlar Tanrılar Çağı, Kahramanlar Çağı ve İnsanlık Çağı’dır. Tanrılar çağı, insanların birbirlerine yalnızca kan bağı ile bağlı oldukları ve bir rahip-kralın yönettiği baba erkil toplulukların çağıdır. Bu çağın insanları despot bir tanrı tasarımı altında yaşamlarını sürdürürler. Bütün girişimlerinde fala ve kehanete başvururlar. Ancak topluluk üyeleri ile kan bağı olmayan insanların hizmet karşılığında topluluğa katılmasıyla, ilk gerçek anlamda toplumsal sınıflar ortaya çıkar. Yeni üyelerin topluluğun sahip olduğu olanaklardan tam olarak yararlanmak istemeleri, aile babalarını konumlarını korumak üzere bir araya gelmeye mecbur bırakır. İşte bu aristokratik kural ve davranışların egemen olduğu Kahramanlar Çağı’nın başlangıcıdır. Bu çağda toplum, Tanrı’nın soyundan geldiğini iddia eden yönetici sınıfla plebler ya da köleler arasında kesin bir biçimde bölünür. Aristokratların kurduğu düzen içinde plebler (günümüzün “alt ve orta sınıfı”) güçlenir ve sonunda ayaklanarak Kahramanlar çağına son verirler. Arkasından insanların doğaları gereği eşit olduklarına inanılan ve bireylerin yasalar önünde eşit haklara sahip olduğu demokrasilerin ve ardından monarşilerin egemen yönetim biçimi olduğu İnsanlık çağını başlatırlar. Bertolt Brecht ise şöyle söyler; “İhtiyacımız olan şey, yeni yeni kahramanlar yaratmak değil, kahramanlara ihtiyacı olmayan bir toplum yaratmaktır.”

Türkiye ise sürüsüne bereket giderek çoğalan kahramanlarından kurtulacak olgunluğa henüz erişemedi.