Yarın beni ihraç edecekler Sema. Seni de ihraç edecekler. Biliyorsun İlhan’ı ve Fatoş’u zaten önceden ihraç etmişlerdi. Bülent’i, Özge’yi, Fatma’yı ve ötekileri de bizimle birlikte ihraç edecekler. İsim saymaya başlayınca bir sürü kişi aklıma geldi ama baktım liste uzun, saymakla bitmeyecek. Hem biz sayılara alışkınız, ne de olsa adımızın yanına, ya da üstüne demeliyim, eklenen sayılarla anılıyoruz artık.

Belki biraz acımasız bir benzetme olacak ama kendimizi toplama kampındaki Yahudilere benzetiyorum. Hani onların da isimlerini alıp yerine sayılar koymuşlardı, işte öyle. Merhaba, tanıştığımıza memnun oldum, ben 686, ya sen? Farkında mısın 3 yıldır, yeni birileri ile tanıştığımızda bu sayıyı söylüyoruz. Kimliğimizin bir parçası değil, kimliğimizin kendisi sanki. Aynı sayıyla karşılaşınca da memleketlimize rastlamışız gibi hemen kaynaşmaya art arda sorular sormaya başlıyoruz. Sen nerede çalışıyordun? O gece ne yaptın? Nasıl geçiniyorsun? Ailen, arkadaşların nasıl tepki verdi? Nasıl yaşıyorsun? Nasıl yaşıyorsun, nasıl, nasıl?

Biz sayılı olanlarız Sema biliyorsun, bir de sayısız olanlar var. Sayısız insan var, susan, korkan, virüs bulaşır diye evinden dışarı çıkmayan. Biz sayılılar şanslıyız belki de. Baksana her yerde tanıdık bir yüz ifadesinin, hiçbir yerde boğaza düğümlenmesine izin verilmeyen sözlerin sahibiyiz.

O gece evde tek başıma, odanın içinde bir ileri bir geri giderken elimin ayağımın titremesi geçsin diye bira içmiştim. Daha birkaç ay önce geldiğim bu yabancı şehirde kimi arayıp çağıracaktım ki yanıma. Bugün bunları yazarken de bira içiyorum. Tamam biliyorum, bugün değil yarın olacak bütün bunlar. Ama aradan geçen üç senenin hatırına bir gece önceden başlamamı mazur gör.

Yok ağlamıyorum, sadece bir hesap kitap işi bu gece yaptığım. Ne de olsa sayılar yoldaşım benim. Sayısız kere ihanete uğradım, sayısız kere terk edildim. Eskiden sevgililerimin terk edişini anlatırdım sarhoş olunca. Şimdi dost bildiklerimin, telefonumun zil sesinin, kapıyı tıklatan ellerin terk edişi koyuyor daha çok. Sayısız kere çarpıldı kapılar suratıma. İş için gittiğim, sohbete heveslendiğim, ısınırım umudu beslediğim kapılardı bunlar. Bazen yaslandığım omzun, sanki ışınlanmış gibi birden bire ortadan kaybolup beni tepe taklak düşürdüğü de oldu. Ama kalktım yeniden, sayısız kere kalktım ayağa.

İtiraf edeyim, gerçi sen biliyorsun ama olsun, eskiden, asla yapmam dediğim şeyleri yapıyorum bazen. Kibarca da olsa söylenen bir sözün içindeki iğne boğazıma batıyor ve orada kalıyor, sanki balık kılçığı mübarek. Ki bilirsin ben balık yemem, hayatım boyunca yemedim. Ama boğazına kılçık battığı için acil servise gidenleri şimdi anlıyorum. Doktorun küçük bir müdahalesi ile kurtuluyor onlar kılçıktan. Peki biz nasıl çıkaracağız boğazımızdan bu kılçığı? Batan kılçık benim sözlerim değil, ben kendi sözlerimi esirgemiyorum canavarlardan. Ama başkalarının sözleri batıyor ve kalıyor nefes borumda, nefes alamadığımı hissediyorum bazen, sayısız kere bazen.

Biliyorum çok iyi anlıyorsun beni Sema, daha bugün konuştuk bunları. İlhan dedi ya, bazen yazmaya söylemeye çekiniyorum, korkuyorum, sonra bu korkudan utanıyorum ve utanç beni yaralıyor diye, işte öyle bir şey. Hani yarın ihraç edecekler ya bizi, ne yapalım, nasıl bir eylem hazırlayalım diye tartıştıydık. Sonra, memlekette, dünyada bunca acı varken, deprem bir yandan, çığ öte yandan, hastalık ve soğuk bir taraftan vururken insanlığı, nasıl kendi halimizle ilgili eylem yaparız, bize yakışmaz deyip vaz geçmiştik. Biliyorum anlıyorsun beni, boğazımıza batan kılçıkla nefes alıp vermeye çalışırken, her seferinde acıtan, kanatan günleri anlıyorsun. En başta aşkı yasakladılar bize biliyorsun Sema. Sevemez olduk. Sevmeye başlayınca, sevdiğimizi göstermeye utandık dünyadan. Sayısız kere içimize gömdük tomurcuklanan aşkımızı.

Sema, nasıl desem, utanmıyorum bunları söylemekten, korktum, yoruldum, bıktım, umutsuz gecelerim, yastığa sarılıp ağlamalı karanlıklarım oldu ama bir yanım hep inatlaştı bunlarla. Bildiğin, hayatla inatlaştı bu yanım. Senin beni anladığını bilen, İlhan’ın benzer yastıklarla boğuştuğunu gören bu yanım, açıkçası hiç ağlamadı, öfkelendi. Aslında çok öfkeliyken ağlarım ben en çok, bunun için de kızarım kendime. Öfkeli sözler yerine gözyaşlarım saçılır etrafa. Ama bu öfkeli yanımda nasıl bir keçi inadı var anlatamam sana. İşte sayısız kere beni ayağa kaldıran bu yanım oldu hep.

Yarın bizi ihraç edecekler Sema. Sence de komik değil mi. Ülkeler, belki gösteriş olsun diye, en iyi ürünlerini ihraç eder, kalanları da halka satar. Biz bu toprakların en iyi ürünleri miyiz diye kendime gülesim geliyor, ergen esprileri yaparak. Elbette değiliz, biliyorum. Ama sayısızlara karşın sayılı bizlerin bir nebze farkı olduğunu da düşünmeden edemiyorum, onurla ilgili bir fark bu.

Bizi 686 diye çağırmaya başladıklarında hiç üzülmedim biliyor musun? Evet endişelendim, biraz korktum ama üzülmedim. Çünkü ben, yanlış bir şey yaptığımda üzülürüm, bunu nasıl yaparım diye kendimi yer bitirir üzüntüden kahrolurum. Yarın olacaklar olmamışken henüz, daha sakin biriydim biliyorum, sen bilmiyorsun, çünkü o zamanlar tanışmıyorduk. Sonra yarın oldu ve biraz asabi, biraz ters biri oldum kabul ediyorum. Onu da bu sayının asal olmamasına ver. Düşünsene, çok anlamasam da matematiğe hayran biri olarak hep asal sayıları sevmiş olan bana 686 gibi sıradan bir sayı verdiler. Konuyu dağıtmaya başladım, sanırım biranın gevşetme etkisi başladı.

Yani demem o ki Canım Sema, ben, sen, İlhan ve öteki sayılar, sayısızların ruhu duymadan vazgeçtik yarın eylem yapmaktan. Bundan dolayı içim rahat ama söylemesem olmazdı bütün bunları. Sayılı insanlardan olmanın huzuru, onuru, gururu belki bu pervasız sözlerimin nedeni. Taksim Meydanına çıkmaktan vaz geçtik ama dilimiz dolaşmadan, sözümüzü kırpmadan konuşmaktan da vaz geçecek değiliz ya.

Bu bira benden sana, İlhan’a, Fatoş’a, Özge’ye, Bülent’e, bizimle halay çeken 686’lara ve tüm sayılı insanlara gelsin. Bu biraz, radyodan birilerine şarkı istemek gibi oldu ama olsun. Güzellikle kalın deyip bu bahsi kapatalım. Yoksa şu an İstanbul sokaklarında yağan sulu sepken kar gibi dökülecek kelimelerim ellerinize. Üç sene önce yarın bizi ihraç edecekler, diye.