Phoebe Waller-Bridge çok güzel bir kadın, en önemlisi yetenekli bir oyuncu. Daha da önemlisi yetenekli bir senarist, Fleabag adında bir tiyatro oyunu yazmış. Sonra bu oyun, televizyon dizisi olmuş. 20 dakikalık, komedi olarak, altı bölüm çekilmiş. Sonuçta 2. sezon 2019’da yayımlanmış ve devamının çekilip çekilmeyeceği dizinin müptelaları tarafından büyük merak konusu.

Dizinin ilk bölümü 2018’de yayımlandığı zaman büyük ilgi görmüş. Benim yeni haberim oldu. Komedi olmasına rağmen seyrederken çok hüzünlendim. Bazen de çok öfkelendim. Bir iç hesaplaşma yaşadım kendi içimde. Ailemin bazı üyelerine küfürler savurdum. Kafamda elli kere yazımın başlığını buldum. Bir sürü kere zihnimde yazıp tamamladım yazımı. Hepsi de çok dokunaklı olmuştu aslında. Şimdi tüm duygularımı tüketince geriye bu didaktik yazı çıktı. Beni okuyacak olanlar için bu yüzden şimdiden üzgünüm.

Şayet yazımı okur, diziyi siz de seyrederseniz, eminim sizin de anlatacak mutlaka bir hikayeniz olacak, kendinizle ilintili. O yüzden pek de üzgün değilim aslında.

Dizinin kahramanı olan genç kadın Fleabag’in annesi kanserden ölmüş. Babası o ölünce kızlarının vaftiz annesi ile evlenmiş. Kadın zehirli yılan gibi bir şey. Babasını etkisini altına almış, iyi bir sanatçı aynı zamanda o yüzden kibirlice egosu yüksek bir kadın. Kızların babası gibi munis bir adamı seçmesinin nedeni ise adamın hayatında istediği gibi at koşturabiliyor olması.

Adam kadına büyük sabır gösterip belki de yalnız kalmak istemediği için ya da kadınların arasında hayatını geçirdiği için dişi yan sevdiğinden o ego manyağı kadına katlanıyor. Kendisi de son derece bencil aslında.

Fleabag dışında adamın bir de Claire adında son derece gıcık bir ablası var. Kadın o kadar sıkıcı, gerzek bir şey ki sık boğazını at bir köşeye cinsinden bir şey. Nedeni kendine güveni yok. Kız kardeşinin ondan güzel olması onu rahatsız ediyor. Yan yana geldiklerinde kendini ufacık hissettiğini kıza aleni söylüyor. İş yerinin bir toplantısına kanepe yapıyor kardeşi. Ona diyor ki, sakın şaka yapma, kendin olma, dikkat çekme. Fleabag onun uyuz hallerine alışmış. Hep gülümsüyor. Ama çok acı çekiyor.

Babası bir gün ona diyor ki, sanırım hepimizden daha iyi biliyorsun sevmeyi, o yüzden acı buluyorsun. Fleabag dizi boyunca sürekli ekrana bakıp seyirci ile de konuşuyor. Tıpkı bir kitaptaki anlatıcının okuyucu ile konuşması gibi bir durum bu ve çok samimi bir durum. Seyirci ile oyuncu arasındaki perdeyi kaldıran bir durum.

Babası kızına işte böyle deyince, kız ekrana dönüp şaşırmış gibi yapıyor. Hem kendisiyle hem de babasıyla alay eder gibi bir ifade takınıp, hayır bulmuyorum diyor.

Ve siz Phoebe Waller-Bridge’ in oyunculuk yeteneğine bir kez daha hayran kalıyorsunuz.

Fleabag her önüne gelenle sevişen bir kadın. Aklındaki sesleri susturmak için seviştiğini söylüyor. Babası kızlarına hep; terapi seansları, iki günlük meditasyon kürleri, feminizm toplantıları gibi atraksiyonlara davetiye armağan ediyor. Kızlar babalarının bu hediyelerine alışmış, onu kırmamak için sanki sıkıcı aile geleneği gibi gidiyorlar.

Bir de aile toplantıları var, her seferinde Fleabag sayesinde bir olay çıkıyor. Çünkü kadının yaptığı her şey aile bireylerin sinirini bozuyor. Kadın bazen onları kıl etmek için bazen tiye aldığı için bazen de gerçekten yardım etmek için yapıyor. Ama hepsinde aynı tepkiyi alıyor. Her seferinde kıza acayip tepki gösteriyorlar. Ona bulaşıcı, tedavi edilmesi gereken bir hastalık gibi davranıyorlar.

Aslında aile bireyleri ona baktıkları zaman kendilerini değersiz hissediyorlar. Çünkü Fleabag hayat dolu. Onun enerjisi diğerlerini rahatsız ediyor o yüzden kızın enerjisini sürekli bloklamaya çalışıyorlar. Aileler her zaman acımasız olur. Akıl süzgeçlerini pervasızca bilerek isteyerek açarlar, en yakın aile bireylerine karşı. Çünkü onların canlarını çok kolay yakabileceklerini bilirler. Farkında olmadan yaparlar bunu ama sonucundan emin oldukları için belki içgüdüsel yaparlar. Sonuçta ailedirler. Ne yaparlarsa yapsınlar bağlar kopmaz diye düşünürler. Özgürce çiğneyebilecekleri çimenler gibidir, İngiliz çimi gibi ne kadar bassalar o kadar yeşerecek sanırlar.

Oysa Fleabag sevgisizliği, ailesinin ona kendisini değersiz hissettirme arzusunu hissettikçe, onlara acıyor ve yardım etmeye çalıyor. Çaresizce onların sorunlarını çözmek istiyor, acı çektikçe, tutkuyla, enerjiyle doluyor sanki. Ama bu karşı tarafı daha çok çıldırtıyor.

Tutkusuz insanlar öyledir. Huysuz eşekler gibi bir durum karşısında tepinir dururlar. Onlar da öyle yapıyorlar.

Fleabag’in hayatındaki insanlar, farklı ve arızalı tipler. Elbet genele vurunca Fleabag de arızalı bir tip ama hikayenin içindeki en normal karakter.

Onun da en sevdiği yakın arkadaşı intihar etmiş. Sürekli onu düşünüyor. Ne zaman mutsuz olsa onu hayal ediyor. Onunla konuşuyor.

En sonunda gerçekten bir adama aşık oluyor. O kadar çok seviyorum ki diyor hayalet dostuna bu sevgiyi ne yapacağımı bilmiyorum. Hayalet arkadaşı diyor ki bana ver. Kızı her zaman rahatlatacak bir cevabı var ölü arkadaşının, gerçek hayattaki gibi hayaliyle sohbet ederek huzur buluyor.

Bu hikayenin en şahane yanı, insanın insana eziyetinin en güzel şekilde anlatılması.

Her bir karakter bu eziyeti açık aleni bir şekilde bağıra bağıra kelimelere dökerek ama ben buyum beni böyle kabul et diyerek yapıyor. Bu da insanı çıldırtıyor. Hayatın akışı içinde her zaman insanlar böyle aleni bir şekilde bangır bangır ifade etmezler bu hallerini, siz duygusunu hissedersiniz. Sizi sözsüz ya da görünmez durumlarda ablukaya alırlar.

Phoebe Waller-Bridge hikayesinde karakterlerine bunu bağıra bağıra, pervasızca söyletmiş, siz de seyrederken diyorsunuz ki, vay hayvan vay bende de var bunlardan beş on tane.

Güzel günlerde görüşelim ve görüşmelerimiz iyiliklere vesile olsun.