Baskı dönemlerinde duyduğumuz en popüler cümle “devletin bekasıdır.”

Devletin bekası, aslında hükümetin bekası, partinin bekası, yöneten ailenin bekası ve başkanın bekasıdır.

Beka bölücü bir kavramdır. Bekanın yanında ve karşısında olanlar diye sert biçimde bölünür toplum.

Kendini ülkenin, devletin sahibi görenler, her türlü yasanın üstünde konumlanırlar. Her şey onlara göre şekillenir. Onlara her şey hak, karşılarında olanlar ise her şeyleri ile yasadışı ilan edilir.

Öyle ki avukatlar, bilim insanları, akademisyenler, yazarlar, siyasetçiler, işçiler, sosyal medya kullanıcıları, televizyon sunucuları, gazeteciler, anında terörist ilan edilebilir.

Beka sorunu, linç kültürünü körükler.

Kitleler yuh çeker, memur savcılar harekete geçer, kolluk görevlileri bir tantana ile operasyonlar düzenler…

Yetmedi bir kısım tetikçi gazeteciler tarafından hedef gösterilir insanlar.

Yetmez tabi bunlar, troller devreye girer bekanın sahipleri tarafından hedef alınanlar sosyal medya mecralarında da itibarsızlaştırır.

Muhalifin kim olduğu, geçmişi, ürettiği değerler hiç önemi değil.

Misal bu muhalif isterse Atasoy Müftüoğlu bile olsa, o bile linç edilebilir, beka sahipleri tarafından.

Buna seyirci kalınır, cezasızlıkla teşvik edilir.

Öyle şiddetle yapılır ki bu gözdağı, aynı mahallenin diğer sakinleri ne buna benzer bir şey yapmaya cüret etsin, ne de öyle bir itirazı akıllarının ucundan geçirebilsinler…

Desinler ki “vay be bakın hele, koskoca Atasoy Müftüoğlu tehdit ediliyor bu ülkede, ona bu yapılıyorsa bize ne yapılmaz…”

Bu basınç, beka dizaynının bir parçasıdır.

Çatışma, bölme, taraftarlaştırma, ötekini yok sayma, her şeyi kendine hak görme işte bu beka politikasının sonucudur.

Seçim dönemlerinde bunun dozu doğal olarak daha da artar. Savaşlar icat edilir. Bilanço mühim değil. Ülkenin çocukları mı ölüyor? Olur, öyle şeyler, yapılan işin fıtratında ölüm var diye sunulur kamuoyuna.

Beka söylemi taraftar toplar. Toplumu böler, fanatikleştirir. Daha ötesi düşmanlaştırır.

Beka söylemin esasında günlük hayat derdinde olan geniş kitlelerin taraftarlaştırılması ve fanatikleştirilmesi vardır.

Vicdan sahiplerinin ise tamamen susturulması, sindirilmesi ve korkutulması hedeflenir.

Bu ne şiddet, ne celal diyebilirsiniz. Lakin iktidar denen erkin cazibesi, gücü, yaptırımı değil insanı bozar… Yozlaştırır.

Geçenlerde Yüksel Caddesi’nde işten atılmaları protesto eyleminde bir başörtülü kadın gözaltına alınırken aleni tacize uğruyor. Aklıma 28 Şubat sonrası üniversiteler önünde yapılan başörtüsü eylemleri ve polisin müdahalesi geldi…

O zaman da devletin bekasıydı, bu zaman da devletin bekası mesele. Yani bizim partiye oy vermiyorsan, bizim sevdiğimizi sevmiyorsan, bizim onayladığımızı onaylamıyorsan, istediğin kadar Müslüman, Sünni, başörtülü, alim, şu, bu ol, sen de devletin bekasını tehdit ediyorsun. Yani bekanın sahiplerini…

Neyse ki bu vicdan denen şey öyle muhteşem bir şey ki; son artık denilen yerde, birilerinin kalbine bir cesaret üfleyip, bitmedi diyebilme cüreti gösterebiliyor.

Toplum bu taciz olayına göz yummadı.