Bizde tek mühim olan şey Devlet Başkanımızın ikbali, yakınlarının bekası ve hesaplarının bakiyesidir, gerisi teferruattır… Milli değerimiz ve ‘kıymetlimiz’ Sedat Peker takipçisi olan cengâverlere “imkânı olan silahlansın” çağrısını yaparken, Cumhur ittifakı Millet ittifakına “illet” ve “zillet” ittifakı adını taktı. Uyguladıkları ve uygulayacakları belediyecilik modelini ise “gönül belediyeciliği” şeklinde oldukça soyut bir kavram ile betimliyorlar. Ak Parti şimdiye kadar 14 kere sandıktan zaferle ayrıldı. Yeni sistem ile büyük ölçüde etkisini kaybeden TBMM’de de Ak Partinin çoğunluğu ele geçirebilmesi için (örneğin İyi Partiden geçebilecek olan) sadece 7-8 vekile ihtiyacı var. CHP zaten kemik kitlesine güvendiği ve sadece ama sadece Ak Partinin belirlediği gündem konularında at koşturabildiği için, o cenahta herhangi bir değişiklik ve sorun beklenmiyor. Hatırlanacağı üzere, Nedim Şener bile "CHP'de Kılıçdaroğlu değil, parti merkezi önünden geçen kâğıt toplayıcısı başkan olsa bile, yine %25 oy alır" demişti... Maalesef bizde herkes bilgi almak için değil, duymak istediklerini duymak ve okumak için televizyon izler, gazete okur.

Aslına bakılacak olursa, demokrasi yerine otokrasinin egemen olduğu bir ülkede, ekonomi illa ki kötü gidecek diye bir kural yok. Önemli olan tek adamın ülkeyi babasının çiftliği gibi yönetip yönetmediğidir. Örneğin Filipinler’i bir tür zorbalık ve dikta ile yöneten Duterte, sosyal alanlarda her nevi tuhaf ve alışılmadık hareket, karar ve uygulamalarına rağmen, ekonomi otoritelerinin yetkisine müdahale etmediği ve bu yönde dünyaya yeterince güven verdiği için, Filipinler 2012 yılından bu yana ortalama %7 ile büyüyor ve küresel sermayeyi ve dış yatırımları ciddi oranda cezbediyor. Bizde ise Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan; “Ya IMF bizden borç istedi, verin dedim be, baktılar veriyoruz, vazgeçtiler…” şeklindeki menkıbeler ile halkın büyük bir bölümünü uyutmaya ve inandırmaya devam ediyor. Demirel'e sormuşlar: "Tek kelimeyle ekonomimizi nasıl anlatırsınız?", "İyi" demiş. Sonra eklemiş; "Bir de iki kelimeyle anlatmamı isteyin". "İki kelimeyle ekonomimizi nasıl anlatırsınız?". Demirel yanıt verir: "İyi değil!". Bizim memlekette demokrasi ve ekonomi her daim muktedirlerin elinde oyuncaktır, dolayısıyla yok etmeye hiç teşebbüs etmezler, bilakis bu mekanizmaları kendi öz kaynakları ile beslerler, zamanı gelince de hasadı yapar, kenara çekilirler. Bertold Brecht’in dediği gibi; “Banka soymak acemi işidir. Gerçek profesyoneller banka kurarlar...”

Türkiye’de satılan her 100 otomobilden yalnızca 33 tanesi Türkiye menşeli. Yani 2018’de satılan her 100 otomobilden 67 tanesi ithal edildi. Ülkemizde 6 adet otomobil fabrikası var. 2018 Ocak ayında Türkiye’de 26.611 otomobil satışı gerçekleşirken, bu rakam 2019 Ocak ayında 10.979 olarak gerçekleşti. Halkımızın araç satın alımına ilgisi, nedense, yarıdan fazla oranda düştü. Durum bariz, lakin Damat Bakan Albayrak; "Hedeflerde sapma yok. 2019 çok enteresan bir yıl olacak. Faizler düştüğü halde bankaların kredi portföyleri artmıyor, durumu yakından izliyoruz" şeklinde birbirinden ilginç mesajlar verdi. Dikkat buyurunuz, marketlerin ve pazar esnafının suçlandığı gibi, finans alanında da doğrudan bankaların suçlanmaya başlanacağı günlerin arifesindeyiz. Bu hengâme arasında muhtemelen Türkiye’nin en başarılı ve köklü bankalarından İş Bankasının hayallere kaynak sağlayan kamu bankalarından biri haline getirildiğini göreceğiz...

Tarihçi Justin McCarthy'ye göre, Türkiye Cumhuriyeti kurulurken Anadolu'da nüfus 11 milyon kalmıştı (bunun da 1 milyona yakını sakattı). Zira 1914-22 yılları arasında 3 milyon Müslüman nüfus savaşlarda kaybedilmiş, 2 milyon Hıristiyan nüfus da tehcir edilmişti. 1453 yılında İstanbul Fethine Batı dünyası sadece iki yıl sonra, 1455'te Matbaa Devrimi ile cevap verdi. Böylece artık Homeros Galaksisi sona ermiş ve Gutenberg Galaksisi başlamıştı. Şimdi ise bambaşka, dijital bir dünyadayız. Türkiye ise gelişen dünyada ayrışan bir vaha, kendine has bir özel bölge... Sözde din ve sözde yerli-milli değerler, her türlü gelişmişliğin önünde baş tacı edilen değerler hükmünde. Tabii ki sadece oyuna gelen ve tencereye düşen sosyal alt tabakalar için. Taha Akyol’un söylediği gibi; "Muaviye’den itibaren dinin siyaset için kullanılması otoritenin kutsanmasına yol açtı, bu da hukukun gelişmesini engelledi. Dinin siyaseten istismarı halen ciddi bir sorun”.

Ne diyordu Ziya Paşa; "Diyar-ı küfrü gezdim, beldeler kâşâneler gördüm. Dolaştım mülk-ü İslam'ı, bütün viraneler gördüm".