Radikal Kitap’taki Ercan Kesal söyleşisinde, Kesal Kieslowski’nin bir sözünü hatırlatıyordu: “İnsanlığın ortak değerleri zannedildiği gibi din, dil, ırk, bayrak gibi kavramlar değil, acı, keder, sevinç, aşk gibi kavramlardır.” Bu coğrafyada o kadar çok acı hikâye var ki, beklenti de bu acılarda birleşmeye dönük oluyor çoğu zaman. Bu beklenti ise hepimize dair. Çokluğa seslenmek çoğu zaman anlattığımız sıkıntının paylaşılması ve de bu sıkıntının giderilmesi konusunda işimizi güçleştirse de yapacağım gene bu olacak. Bu yazıyı kaleme alırken doğrudan seslendiğim ve gözümün önüne gelen Amed oluyor. Çünkü paylaşacağım satırlar bana bu kentten yazıldı. O yüzden bu satırlar bütün Amedlilere, bu satırlardaki öfke, hayata kırılma ve varsa beklentileri, hepimize. 18-19 Mayıs tarihlerinde ‘Militarizm, Vicdani Ret Hareketi ve Barış Konferansı’ için Amed’deydim.

Amed’de kaldığım bir hafta içinde cinsel kimliği/yöneliminden dolayı, tanıdığım bir genç intihar teşebbüsünde bulundu, bir diğeri abisinin şiddetine uğradığı için dışarı çıkamıyordu. Birazdan mektubunu paylaşacağım bir genç ise acı bir hikâyenin ortasındaydı. Bu üç hikâyenin kesişen iki noktası var: Birincisi yaşadıkları şiddetin nedeni cinsel kimlik/yönelimleri, ikincisi ise her üçünün de ailesinin ve kendilerinin BDP ’li olması. Kürt özgürlük hareketi içinde barındırdığı muazzam toplumsal dinamikleri ile özellikle de kadınların özgürleşmesi için önemli şeyler yaptı. Ciddi bir özgürlük alanı oluşturdu. Ancak bu özgürlük alanında ne yazık ki LGBT bireyler yok.

MAVİYİ SEVMELİSİN!

“Herkesin nefretle bakmasında bıktım. Bunları kaldıracak kadar bir bedenim olmayabilir, belki de saçmalıyorumdur. Sana göre olgunca düşünemiyorumdur. Lakin bilmiyorsun ki neler hissettiğimi, neler yaşadığımı. Sana artık sen bir erkeksin erkek gibi davranmak zorundasın, yoksa yanımızda yerin yok, ölümün bile şu anki durumda daha iyi, mavi rengi sevmelisin, saçlarını kesmeli, henüz çıkmamış sakallarından rahatsız olup artık tıraş olmalısın diyen bir ailen oldu mu? Hayır, sen zaten bir erkektin, sen zaten maviyi seviyordun, senin zaten sakalların çıkacaktı. Hayatıma neden bu kurallar konuldu? İnsanlar tiksinilecek bir yaratıkmışım gibi davrandı. Bakıyorum da bazen aynaya, yoo değilim, elim kolum düzgün Allah’a şükür. Peki ya ne?”

Peki genç bir insana “buraya kadar” dedirten şey ne? Aslında hepimiz biliyoruz bunu. Amed, özellikle de Kürt özgürlük hareketinin sağlamış olduğu özgürlükler nedeniyle her yıl birçok çalışmaya, buluşmaya, festivale ev sahipliği yapıyor. Siyaset, kültür, sanat bağlamında oldukça üretken bir şehir. Bu yoğunluk ciddi bir özgürlük alanı da açığa çıkarıyor. Ancak bütün bu özgürlük alanları içinde hiç görülmek istenmeyen bir alan var, o da LGBT bireylerin dünyası. Kimse buranın görünmesini istemiyor. Kadın özgürlüğü, kadın cinayetleri için yoğun bir duyarlılık ve emek varken eşcinsel/gey ve diğer cinsel kimlik/ yönelimlerin neler yaşadıkları neden bilinmek istenmiyor? Ve kendileri BDP’den üzerinden aktif siyasetin içinde olan bu ebeveynler/erkekler, neden bu zulmü çocuklarına reva görürler? Neden Amed’in sokakları her türlü cinsel kimlik/yönelimden insanların özgürce yaşayacakları bir kent olamıyor?

ÖLÜMÜN KOKUSU

“Kötüyüm… Sadece kötü. Hayata bir şeyleri kabul ettirme zorunluluğuna gelemiyorsun, her şey itici, her şey tiksinti verici, artık ne hayallerim ne onun için direnebileceğim bir umudum var… Ölümün kokusu o kadar hoş geliyor ki, sadece susuyorsun, kimseyle konuşmuyorsun, uyuyorsun hep… Ne kimselerin kahrını çekiyorsun, ne de kimseye kahrını çektiriyorsun…” Kimlere neyi kabul ettirmek zorunda bu genç insan? Neden kabul ettirmek zorunda bırakılıyor? Bu genç gibi kaç kişi şimdi bu kentin çaresizliği içinde yaşıyor bilmiyoruz, ancak tahminlerden çok daha fazla olduğunu biliyoruz. Hayata küsen bu kadar insanın olduğu bir kentte kimse özgür yaşayamaz/özgür değildir. Böylesi bir siyasetle bir halkın/halkların özgürlüğünü de sağlayamayız. Özgürlük herkes içinse ancak başka bir hayat mümkün olur, gerisi en başta kendimizi, herkesi kandırmaktır.

Empati yapmanızı istemiyorum, empati yapma nedense bende kızgınlık yaratıyor. Hayır empati yapmayın/yapmayalım. Genç bir insanın “ölümün kokusu o kadar hoş geliyor ki” demesi korkunç bir şey. Bu korkunç şeyi anlamak/onu anlamak için kimsenin ya da çocuğunun eşcinsel olmasına gerek yok. Kimse kimsenin yerine geçmesin. Bir başkasını anlamak için onun kimliğine de bürünmesin, sadece bir an dursun ve düşünsün, vicdanına baksın biraz da. Amed’de 17 yaşındaki genç bir insan/çocuk R.Ç. eşcinsel olduğu için alınan aile kararıyla amcası ve babası tarafından korkunç bir şekilde öldürüldü. 16 yaşındaki biri ise ölüme doğru yollandığını düşünüyor ve bu mecburiyeti kendisi için özgürlük olarak bellemeye başlıyor.

OSMAN BAYDEMİR’E RİCA

Öncelikli ya da daha az öncelikli ayrımı yapmadan bütün özgürlük hallerini, taleplerini görmek zorundayız. Birlikte yaşadığımız şehirden bir çocuk ölüm için “Bu bir acizlik değil, özgürlüğü sağlayacak yolların en sağlamı” diyorsa, eminim uyku tutmaz kimseyi. Bu konuda hemen bir şeylerin yapılmasını Osman Baydemir’den rica ediyorum. Büyük bir şehrin yöneticisisiniz, çok sorunlar ile uğraşıyorsunuz, savaş yorgunu bir şehrin bütün meseleleri sizindir. Bir yıl içinde bu şehirde kaç çocuk cinsel kimlik/yöneliminden dolayı, bazen “namus” cinayeti, bazen intihar süsü ile öldürülüyor? Çocuklar, ufacık bedenlerinde çok acı biriktiriyorlar. Bir şekilde somut adımların atılması lazım. Bu adım Büyükşehir Belediyesi’nden gelirse, emin olun yanınızda binlerce insan toplanacaktır. Amed’de, diğer kent ve sokaklarda, özgürlüğü sağlayacak yolun en sağlamı ölümden geçmesin. O kadar çok öldük ki!
(Radikal 2'de de yayınlanmıştır)