Başbakan Tayyip Erdoğan Ankara’da AKP Genel Merkezi’nde 5 Mart’ta yerel yayıncılarla buluştu.

Yerel yayıncıların en büyük sıkıntılarından biri güncel olayları, iyi haberi, iyi videoyu ulusal medya platformlarında yayınlandığı gibi takip ederek izleyicisine, dinleyicisine sunmada yaşadığı olanaksızlıklardır. Bu olanaktan yerel yayıncılar yoksun olabilmekte, çünkü yeterli ekipmanı, elemanı ve parası yoktur, kıt kaynaklarla yayıncılığı sürdürme kaygısıyla yaşamaktadır.

Bu nedenle Başbakan tarafından bir basın toplantısına davet edilmek onlar açısından “onurlandırılmak” anlamına gelir. Sevgilerini, saygılarını ilettikleri bir seans gibidir. Ancak basına kapalı bir basın toplantısını çoğu tahmin etmemiştir, zira onca yolu kameralarını, tripodlarını taşıyıp fotoğraf makinalarını bile içeri sokamadan haber yapmalarının önüne geçilmiştir.

O toplantıya ben de davetliydim. Sağımda solumda olanlar Başbakan Tayyip Erdoğan’ın demeçlerini çekeceklerini düşünürken dımdızlak içeri alındıkları için içerlemişlerdi. Ama çoğunun öfkesi Başbakan konuşmaya başlar başlamaz dindi.

Her şeye rağmen her birinin akıllı telefonları vardı da görüntü aldılar. İstedikleri kalitede olmasa bile aldıkları ses ve görüntü kayıtlarıyla huzur içinde oradan ayrıldılar.

Tabii ki olayın bir yönü buydu, öbür yandan gazeteciler gazeteci olduklarını unutmuş gibi eline her mikrofonu alan önce başbakanın sağlığına duacı olduklarını anlatıp kendisini ne kadar sevdiklerinden dem vurarak bir nevi taziyelerini iletir gibiydiler. Zira Başbakan çok yıpratılmış, kendisine haksızlık edilmiş ve yıkılmaya çalışılmıştı, özellikle 17 Aralıkta başlayan soruşturmalarla.

Tek tük de olsa tapelerden ve harala gürele değiştirilen yasalardan söz açanlar olsa da Başbakan Tayyip Erdoğan’ın pek oralı olmadığı, sanki başka bir soru sorulmuş gibi başka şeyler anlattığı da gözden kaçmış değildi.

SON ÇETENİN TEK DİŞİ KALMIŞ CANAVARI

Peki, Başbakan ne anlattı? 2 saati bulan kahvaltılı basın toplantısında öne çıkan çok konu olsa da her yol paralel devlete çıkıyordu. Ne sorulsa, memlekette ne kadar haksızlık, hukuksuzluk varsa gösterilecek tek bir adres vardı, paralel devlet ve onun Pennsylvania’daki malum zatı idi, yalnız o zat muhterem değildi, muhterem olmanın ötesinde artık yıkılması ve dağıtılması gereken son çetenin tek dişi kalmış canavarıydı.

Oysa çoğu zaman sıradan bir vatandaşın bile beklentisi netti, tamam Cemaat, namı muhterem Hizmet hareketine atfedilen suçlamalar bir derece haklılık payına sahipti, zira 17 Aralık o yönüyle bir darbe girişimidir, kasetlerle, gizli, resmi dinlemelerle elde edilen suçlamalarla hükümet devirmek en azından bizim coğrafyamızda ne mümkündür, ne de mubah.

Ancak üç cümle de olsa kendisine yöneltilen suçlamalara ne diyordu? Nasıl açıklıyordu? Anlatsaydı. Tabii ki kendisinin varoluşuna aykırıydı bu suçlamalar. Tabii ki dini hassasiyetleri yüksek bir hükümetin üyelerinin çoğundan beklenen ahlaki bir üstünlük vardı, ancak yöneltilen suçlamalar, kamuoyuna sunulan dinlemelerde geçen ifadeler dehşetti. Bu konularda ne diyecekti?

Kimini kabul ediyor, kimine montaj diyordu ki, yargıya müdahale olarak nitelendirilen son tapeyi dobra dobra kabul etti, “bir Başbakan olarak benim önemli davaları takip etmemden daha doğal ne olabilir ki” dedi. Doğrudur, tabii ki takip etmelidir, ancak Aydın Doğan aleyhine açılan davada hüküm giymesinin gerektiğini ifade etmek en son Başbakan’a düşer. Hele o kabul ettiği tapede Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in davaya bakan yargıcın Alevi oluşunu söyleyip, bu nedenle beklemedikleri bir karar verebileceğini ima etmeleri, kendilerine biat edecek 2000 yargı mensubunun atandığını ifade etmesi ve Başbakanın da bundan memnun olmakla birlikte daha fazlasını istediğini satır aralarından okumak pek ala mümkündü.

KENDİ ÖMÜRLERİNDEN ALINIP BAŞBAKANIN ÖMRÜNE YAZILSIN

Peki, sonuç nedir? Ağırlıklı olarak Anadolu’nun bağrından çıkıp gelen bu yayıncılar basın mensubu olduklarını unutacak kadar çok seviyorlar Başbakanı, kendi ömürlerinden alınıp Başbakanın ömrüne yazılsın diye dua eden annelerinin sözlerini emanet gibi kendisine sunmaları çok şey anlatıyor. Ne gösterilirse gösterilsin, ne konuda suçlanırsa suçlansın, koşulsuz ve sorgusuz bir itaat içinde ve tabii ki sevgiyle Biricik Başbakanlarını nasıl sahiplendiklerini görmek aslında şaşırtıcı değil, zira seçim sonuçları da bunu tasdikler nitelikte olacaktır.

Büyük değişiklikler olmadan en azından Başbakanın “% 38,2’nin üzerinde her puan başarıdır” demesinin malumunu bu coğrafya gerçekleştirecektir.

Neden? Bunca suçlama, yolsuzluk, haksızlık varken…

“Gücü yetiyorsa aldığı kararı uygulasın” diyen bu Başbakan kemikleşmiş destekleyicisiyle yine sahiplenilecek, yine korunacaktır, zira bu hükümet her zaman üzerine atılan suçlamalardan haksızlığa uğramış bir mağduriyet abidesi gibi çıkıp her seçimde oy oranını artırmıştır. Hele muhalefet gibi duran, zamanında kurmaylarından birinin “kâğıttan kaplanlar” yaftasını yapıştırdığı bir CHP alternatifi varken.

Ne olur? Ya da nasıl olmalıdır?

Herkesin merak edip, her bulduğu aklıselim insana sordukları soruda olduğu gibi, “bu gelişmeler seçimlere yansır mı?”

Yanıt herkesin bildiği umutsuz sonuçtur.

Hukuktan, insan haklarından, insan onurundan ve özgürlüklerden uzaklaşmadan sürdürülecek temiz bir siyaset ve anlayışla siyasete soluk getirilebilir; yoksa kasetle, montajla ya da her türlü bel altı vuruşlarla ne alternatif geliştirilebilir, ne de hükümet değişir.

Ayrıca var olan hükümetin meşru yollardan geldiğini bilerek, meşru yollardan gidebileceğine inanmaya başlamakla değişmeye başlar her şey.