Selin Girit / BBC Türkçe

"Medyaya sesleniyorum. Siz kaybedersiniz siz. Yalanlarla iftiralarla iktidarı yıpratmaya çalışıyorsunuz."

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Fatsa mitinginde yargı ve sermaye çevrelerinin yanı sıra medyayı da böyle uyarıyordu.

Türkiye'de 17 Aralık'ta başlayan yolsuzluk operasyonu günlerdir manşetlerde...

Ancak hükümet yanlısı gazetelere bakınca operasyonun ardındaki "kirli odakların" kim olduğu tartışması ön plana çıkarken, muhalif gazeteler yolsuzluk yapılıp yapılmadığı ve istifa çağrılarına odaklanıyor.

Medyanın haberleri ele alış şekli kadar, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile Fethullah Gülen'in geleneksel medya ya da internetteki mecraları kullanarak birbirlerine mesaj vermeleri de dikkat çekiyor.

Ayrıca Emniyet binalarına gazetecilerin girişinin yasaklanması basın örgütleri tarafından haber alma hakkına ve basın özgürlüğüne bir müdahale olarak nitelendirildi ve kınandı.

Tüm bu gelişmeler, AKP ile Gülen cemaati arasında olduğu söylenen mücadelenin bir ayağının da medyada verildiği yorumlarını kuvvetlendiriyor.

Ancak basın özgürlüğü sadece son günlerin konusu değil...

MEDYA 'KIŞKIRTTI'

"Hemen arkamızda polis vardı." diyor Ahmet Şık, "Attığı ilk göz yaşartıcı gaz bombası kafama geldi. Kafamı tuttum. Her tarafımdan kan fışkırmaya başladı."


Ahmet Şık, 31 Mayıs sabahı Gezi Parkı'nın Divan Oteli girişinde yaralanmıştı.

Gezi Parkı'na girmesi engellenen milletvekillerinin fotoğrafını çekerken polis tarafından hedef alındığını söylüyor.

"Aramızda yaklaşık 10 metre mesafe vardı." diyor.

"Benim arkamdan hastaneye getirilenler de şunlardı: Sırrı Süreyya Önder, Sezgin Tanrıkulu ve Gezi olaylarının ilk başlangıcında simgeleşen kırmızılı kadın fotoğrafını çeken Osman Örsal. İlk yaralanan dört kişi bunlar. İstesen bu kadar denk gelmez."

Türkiye Gazeteciler Sendikası, Gezi olayları sırasında 100'den fazla gazetecinin yaralandığını söylüyor.

Gazetecilerin tüm zorluklara rağmen sokaktaki olayları haberleştirmeye çalışmalarına karşın ana akım medya Gezi protestolarına dair haberleri ilk etapta canlı yayınlarına taşımamıştı.

Ahmet Şık, medyadaki sansürün aslında protestoları körüklediği kanaatinde.

"Medya bu işi 'kışkırttı'. Sessiz kaldığı için. Her şeyin netlikle ifade edilebildiği, yaşanılan gerçek ile görünen gerçek arasında bir farkın olmadığı bir habercilik yapılıyor olsaydı, yani seslerini duyurabilselerdi bu insanlar, zaten burada bu kadar bir birikme olacağını düşünmüyorum."

Medya patronlarının ne düşündüklerini merak ediyorum, ancak bir yanıt almam mümkün olmuyor. Mülakat taleplerim yanıtsız kalıyor.

TECAVÜZ TEHDİTLERİ

Hükümet medya üzerinde sansür baskısı olduğu iddialarını reddediyor.

Gezi Parkı protestoları sırasında medyanın olaylara yeterince yer vermemesi eleştirilirken, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan yabancı basın kuruluşlarını Türkiye'yi dünyaya yanlış tanıtmakla suçlamıştı.

BBC için protestoları izlemek üzere İstanbul'daydım.

Gezi Parkı dağıtıldıktan sonra insanlar mahalle parklarında toplanmaya, forumlar düzenlemeye başlamışlardı.

Kadıköy'deki Yoğurtçu Parkı'nda yapılan foruma gittim ve buradaki konuşmacıların söylediklerinden ilginç bulduğum şeyleri tweet atmaya başladım.

Bir kadın altı ay boyunca tüketmeme çağrısı yaptı, "O zaman bizi dinleyecekler." dedi. Bunu bir alıntı olarak Twitter'da paylaştım.

Ancak bu sözler Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek tarafından -sanki boykot çağrısında bulunan benmişim gibi- bana atfedildi.

Ardından Gökçek beni bir İngiliz ajanı ve vatan haini olarak nitelendirerek, hakkımda bir Twitter kampanyası başlattı. 700 binden fazla takipçisine "demokratik tepkilerini" göstermeleri çağrısında bulundu.

Bunu binlerce tecavüz ve ölüm tehdidi izledi.

Bundan iki gün sonra da Başbakan Erdoğan, parti grubunda yaptığı bir konuşmada, beni "kendi ülkeme karşı bir komplonun içinde yer almakla" suçladı.

Bana yönelik tehdit ve linç kampanyası zaman içerisinde duruldu.

Ancak Türkiye'deki bazı gazeteciler üzerindeki baskı hâlâ sürüyor.

'MEDYANIN BASKISI'

Radikal gazetesi muhabiri İsmail Saymaz, aylardır, Eskişehir'de polis müdahalesiyle öldürüldüğü söylenen 19 yaşındaki Ali İsmail Korkmaz'ın ölümüyle ilgili gelişmeleri izliyor.

İsmail Saymaz, Ali İsmail Korkmaz'ın başına tekmeler atıldığını gösteren kamera kayıtlarını yayımlayan gazeteciydi.

Saymaz, 2 Ekim sabahı Eskişehir Valisi'nden bir e-mail alıyor. Mesaj sabah 03.56'da gönderilmiş.

İsmail Saymaz, "'Oğlum İsmail yine rahat durmuyorsun' diye başlayıp, adi, şerefsiz ve benzeri hakaretlerin sıralandığı, ölümü hatırlatan bir mail olduğunu gördüm." diyor.

"Tedirgin olmadım. Ben aslında kamu görevlilerinin benimle ilgili şikayetlerine çok alışkınım. Şaşırdım sadece. Çünkü böyle bir şeyle ilk kez karşılaştım. Daha farklı yöntemler izlenir diye düşünüyordum. Böyle mail gönderme gibi bir yol izlendiğini hiç görmemiştim."

Antakya'da yaşayan, birbirine kenetlenmiş Korkmaz ailesi 19 yaşında kaybettikleri oğullarının yasını tutuyor.

Ağabeyi Gürkan, beni, artık bir mabedi andıran Ali İsmail'in odasına götürüyor.

Ali İsmail'in yatağının üzeri düzgünce katlanmış rengarenk tişörtleriyle, odasının duvarları muzipçe gülümsediği resimleriyle ve buna tezat oluşturan ölümüne dair haberlerin küpürleriyle kaplanmış.

Korkmaz ailesi, Ali İsmail'in ölümüyle ilgili haberleri takip eden İsmail Saymaz gibi gazetecilere minnettarlık duyuyor.

Gürkan Korkmaz, "Eskişehir Valisi ilk açıklamasında arkadaşları dövmüştür şeklinde beyanda bulundu. Ondan sonra 'Türk polisi öyle şey yapmaz' şeklinde beyanlarda bulundu." diyor.

"Bu haberler olmasaydı, kamuoyu Ali İsmail'in ne şekilde darp edildiğini, hangi süreçlere maruz kaldığını öğrenmeseydi ben bu noktaya gelineceğine inanmıyorum. Medyanın, basının bu baskısı olmasaydı, kamuoyunda bu tepkiyi yaratmasalardı bu olay da 'arkadaşları dövmüş' diye kapanırdı."

Ali İsmail Korkmaz'ın ölümüyle ilgili davanın Şubat ayında başlaması bekleniyor.

İsmail Saymaz, bu haberlerin peşini bırakmamaya kararlı.

"Buna değiyor, çünkü, bu ülkede, en azından Eskişehir'de bir gencin daha bu şekilde öldürülmesinin önüne geçme ihtimali olduğu için değiyor." diyor.

"En azından bir başka vali bir başka gazeteciyi kendi memuru gibi zannetmesin diye değiyor.

"Yani yarın daha iyi bir ülke inşa edilebilecekse bunun küçük küçük taşlarından biri olabilir umuduyla değiyor."

Eskişehir Valisi Güngör Azim Tuna'nın da görüşlerini almak istiyorum, ancak mülakat talebime yanıt gelmiyor.

TUTUKLU GAZETECİLER

Bugün gazeteciler faili meçhullerin tavan yaptığı 1990'lı yıllara kıyasla daha güvendeler.

Ancak gazetecilik örgütleri şimdi de gazetecilerin önünde başka bir tehdit olduğunu söylüyor: Her an, neden olduğunu dahi bilmeksizin tutuklanma ya da kovuşturma riskiyle karşı karşıya olabilirler.

Türkiye Gazeteciler Sendikası, halen 60 gazetecinin tutuklu olduğunu söylüyor.


Gazetecileri Koruma Örgütü CPJ'in son raporuna göre Türkiye son iki yıldır dünya genelinde en çok tutuklu gazetecinin olduğu ülke.

Daha geçen ay MLKP davasından yargılanan yedi gazeteci ömür boyu hapis cezasına çarptırıldı.

Mahkemeye göre, gazetecilik faaliyetleri değil "terör suçları" nedeniyle...

Mahkemenin kararını eleştirenler ise kapsamı geniş terörle mücadele yasalarının siyasetteki kırmızı çizgilere yakın seyreden gazetecilere karşı kullanıldığını savunuyor.

İstanbul'da tutuklu bir Kürt gazetecinin, Hüseyin Deniz'in ablasıyla görüşüyorum.

Hüseyin Deniz, sol görüşlü Evrensel gazetesinin Berlin muhabiri. Yedi yıl önce ise Özgür Gündem gazetesinde yöneticilik yapmış.

Dilşah Deniz, KCK basın davasından yargılanan kardeşinin terör örgütü yöneticiliğiyle suçlanmasının "tuhaf" olduğunu düşünüyor.

"Şiddet içermediği sürece her fikir öne sürülebilir. Demokrasinin gereği bu." diyor. "Kürt sorunu hakkında yazıp çizmek terörizm değildir."

PROPAGANDA

Hükümetin görüşlerini dinleme çabam ise sonuçsuz kalıyor. Birçok bakan ve hatta Başbakan'la mülakat taleplerim karşılık bulamıyor.

Basın özgürlüğü konusunda bir sıkıntı olmadığını savunan ve temasa geçtiğim hükümet çizgisindeki gazeteciler de görüşlerini BBC'yle paylaşmayı reddediyorlar.

Türkiye Gazeteciler Sendikası, son birkaç ay zarfında 200'den fazla gazetecinin işten çıkarıldığını ya da istifa etmek zorunda bırakıldığını söylüyor.

Bu, medyada giderek yayılan otosansür kültürünün de bir göstergesi olarak yorumlanıyor.

Galatasaray Üniversitesi'nden Prof. Yasemin İnceoğlu hem hükümet yanlısı hem de muhalif yayınların propaganda araçları olarak kullanıldığını, toplumu kutuplaştırdığını söylüyor.

"Türkiye'de birisi hükümeti eleştirdiğinde ona vatan haini suçlaması yapılmamalı." diyor. "Hükümeti eleştirdiğiniz zaman ya darbe yapmak ya da hükümeti devirmek istiyormuşsunuz gibi düşünüyorlar. Bu algının değişmesi gerekli."

BBC'nin Our World programı için çekilen Medya: Gizlenen Gerçekler belgeseli (Türkçe):