Başbakan Erdoğan, 24 TV'de gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulunurken çok tehlikeli ifadeler kullandı.

Fethullah Gülen Cemaatiyle ilgili konuşan Başbakan şunları söyledi; "Bunların 3 tane önemli hasleti var, takiye var, yalan var, iftira var, üçünün neticesi fitne var, fesat var. Şia'yı falan geçmiş vaziyette bunlar. Şia bunların eline su dökemez. O denli ileri.”

Karşısında kendisine ‘soru’ soran ‘gazeteci’ Mustafa Karaalioğlu bu ifadelere hiç itiraz etmedi.

Bir Başbakan’ın dünyanın mezhepçi saldırılar ve katliamlarla kana boyandığı bir dönemde bu kadar pervasızca mezhep düşmanlığı içeren sözler söylemesi kabul edilebilir değil. Ancak bu sözler Karaalioğlu’nu hiç rahatsız etmiyor.

***

Şia, yani Şiilik en yaygın İslam mezheplerinden biri. Sadece İran’da değil, birçok islam ülkesinde oldukça yaygın ve çeşitli kolları olan bir mezhep.

Türkiye’deki Caferiler, Aleviler, Nusayriler de aralarındaki büyük farklılıklara rağmen Şia ekolünden gelen inançlar. Yani bu ülkenin vatandaşlarının da önemli bir kesimi Şia öğretilerine inanmaktadır.

Yine Azerbaycan nüfusunun büyük çoğunluğu Şii’dir. Irak’ta önemli bir Şii Türkmen topluluğu yaşar. İran'da da büyük bir Şii Türk nüfus vardır.

İhtiyaç duyunca “Alevilik Hazreti Ali'yi sevmekse ben dört dörtlük bir Alevi'yim” gibi boş sözlerle meseleyi karikatürize edebilen Erdoğan’ın son sözleri değil bir Başbakan, sıradan bir Ak Partili tarafından bile söylense istifa gerektirir.

Ancak Türkiye’de böyle bir siyasi haysiyet düzeyi olmadığından, her gün istifa gerektiren birçok skandal yaşanırken yerinde oturan Başbakan’dan böyle bir tavır bekleyemeyiz elbette.

***

Gelin biz bu sözlerin söylendiği günlerin Dünyasına bir göz atalım.

Irak, Pakistan, Yemen, Suriye, Lübnan ve Kafkaslarda, dünyanın hemen her islam ülkesinde son yıllarda yapılan kanlı saldırıların arkasında aşırı mezhepçi, çoğunluğu El Kaide ile bağlantı gruplar bulunuyor.

Saldırıların hedefi de çoğunlukla Şia inancındaki sivil insanlar oluyor.

Bu tür radikal İslamcı grupların yaptıkları ‘tekfircilik’ olarak adlandırılıyor. Tekfir, bir grubu kafir ilan etmek anlamına geliyor. İslami jargondaki anlamı bir insana dinden çıkma suçlamasında bulunma.

Özellikle radikal islami fraksiyonlar kendileri gibi düşünmeyen insanları fütursuzca tekfirle itham edebilmekte. Kendi ‘imam’larına verdirdikleri fetvalarla da yaptıkları cinayetleri bu gerekçeye dayandırmaktalar.

Tekfircilik o kadar tehlikeli ki kimi, ne zaman kafir ilan edip katletmeye girişeceği hiç belli olmuyor.

Bunun en somut örneği Suriye’de yaşanıyor. El Kaide bağlantılı El Nusra ve IŞİD (Irak Şam İslam Devleti) adlı örgütler hakimiyet savaşına girince birbirlerini de katletmeye başladı. IŞİD aynı kumaştan geldiği El Nusra’yı bile kafir ilan etti.

Türkiye, Katar, Suudi Arabistan gibi ülkeler tarafından desteklenen Suriyeli muhalifler daha önce insanları Alevi, Hristiyan vb diye katlederken şimdi birbirlerini kafir ilan edip öldürmeye başladı.

Siyasal amaçları için tekfirci radikal sünni gruplara destek verenler de bunu fark ederek politika değişikliğine gitmek zorunda kaldı. Çünkü yarattıkları Frankeştayn bir gün onların da kapılarını çalacak.

Başbakan’ın dostlarından Suudi Arabistan’ın İçişleri Bakanlığı, ilginç bir çıkış yaptı ve 7 Mart’ta terörist olarak nitelediği örgütlerin listesini yayımladı.

Suudi Arabistan mezhep ve ideoloji olarak kendine yakın olanları ayırmadan tüm İslamcı grupları terörist olarak tanımladı.

Suudi yönetiminin terör örgütü olarak nitelediği liste çok çarpıcı: Sünni İslamcı siyasi bir hareket olan Müslüman Kardeşler, Şii İslamcı muhalefet Suudi Hizbullah’ı, Suudi resmi din anlayışıyla paralelliği bulunan El-Kaide, El-Kaide’nin Irak ve Suriye kolları olarak nitelenen, birçok Suudi dini otorite tarafından desteklenen IŞİD ve El Nusra, Yemen’in kuzeyinde etkin Şii (Zeydi) hareket Husiler.

***

Bütün dünya aşırı mezhepçiliğin tehditi altındayken, geçmişte mezhepçi şiddet örgütlerini destekleyenler bile bu politikalarından vaz geçmeye başlarken Türkiye Cumhuriyeti’nin başbakanı zihnindeki mezhepçi anlayışı ortaya seriyor.

Mezhepçilik kimden gelirse gelsin kesinlikle reddedilmesi, üzerine gidilmesi gereken bir hastalık.

Başbakan ve hükümetinin içte ve dışta izlediği mezhepçi politikaların çok tehlikeli olduğu çokça dile getirildi.

Başbakan bizim uyarılarımızı da dinlemez ama umarız Suudi dostlarının neden böyle bir politika değişikliğine gitmek zorunda kaldığını anlamaya çalışır.

Yoksa körüklediği ateşin bir gün onun ocağına da sıçraması kaçınılmaz olacak.