Aylardır ülkenin gündeminden kan damlıyor. Ağır bir histeriye tutulmuş gibi her yandan ölüm haberleri bültenlere düşüyor. Üstüne üstlük tüm ekranlardan öylesine bir savaş ve nefret diliyle sunum yapılıyor ki bir avuç barışseverin cılız sesi duyulmuyor bile. Zaten barışa ses veren, savaşa karşı çıkan, şiddeti reddedenler şeytan taşlanır gibi hicvediliyor, dışlanıyor, kolluk güçlerine ve yargıya hedef gösteriliyor.

Bir ülke düşünün ki, insanlar ölmesin demek suç, çocuklar ölmesin demek suç, barış istiyorum demek terörist olmakla eşdeğer görülüyor. Her gün ülkenin yarısında şehirlerin bombalanması, insanların öldürülmesi, evlerinden zorla göçertilmesi olağan karşılanıyor. Öldürülen insanlar sadece “etkisiz hale getirilen” bir rakam olarak ifade ediliyor. Bütün bunlar diğere yakada umursanmıyor, acı yüreğe inmiyor, hatta sevinçle karşılanıyor. Miting meydanlarında bir zamanlar dini bütün ve merhametli olduğuna inandığımız insanlar, ağızlarını şapırdatarak öldürdükleri insanların çokluğuyla övünüyorlar, alkışlanıyorlar.

Hitchook’un filmlerini izler gibi bir rahatlıkla bünyemiz gerilime, şiddete, korkuya alışmış; barıştan, adaletten, eşitlikten ürker olmuşuz. Ortadoğu yeniden dizayn edilirken harakiri yapar gibi şehirlerimizin kalbine tanklarla, havan toplarıyla saldırıp suçlu suçsuz insanlarımızı katletmeye başlamışız. Barış süreci -siz çözüm süreci de diyebilirsiniz- başlarken yaratılan olumlu hava, birdenbire ters dönmüş eskisinden de beter bir şiddet ortamına dönmüşüz.

21. yüzyılın bunca gelişen teknolojisi ve ulaşım olanakları çağında öldürerek, kentleri yıkarak Kürt sorunu gibi devasa bir sorunu çözeceğini düşünen varsa yanılıyordur. En ağır tahribatla sadece sorunu biraz öteler, acılar yumağını büyütür ve çocuklarınıza kin, nefret dolu bir savaşı miras olarak bırakırsınız. Bu tarihe kadar hiçbir öngörüleri tutmamış, sadece milliyetçilik üzerinden kendini var eden ve bu yolla birçok gazete ve televizyon kanalından nemalanan, arpalıklardan beslenen zevatın; iktidar partilerinin yanaşması Kürt ağa, şeyh ve devletten beslenen patronlarının daha çok ölüm dışında bir önerileri var mı?

Ortadoğu büyük bir çalkantı içerisindeyken ortaya balıklama dalmanın, durgun suları bulandırmanın bir anlamı yoktu, olamazdı. Kendi çözüm olanaklarını şiddet mekanizmalarına dönerek heba etmek ülkeye kazandırmaz, sadece büyük kaybettirir. Diğer yandan tarihsel ve felsefi bir gerçekliktir ki, her sorun muhatabıyla çözülür! Bugün yaşadığımız gelgitlerin temel gerekçesi iktidar mekanizmalarının bu gerçeklikten ürkmesinden kaynaklanmaktadır.

Ülke olarak önümüze konulan çözüm önerileri arasında barış şıkkının olmaması, asıl kaygılanması gereken temel noktadır. Kırk yıla varan bir süredir devam eden çatışmalı süreç, bu şekliyle devam edemez. Devleti yönetenlerin yeni diyalog kanalları açmaları ve acilen şiddet sarmalından uzaklaşması elzemdir. Modern dünyada örnek alınması gereken yer Sri Lanka değil; Almanya, İspanya, Fransa’dır.

Bu bağlamda hâlâ Kürtlerin yüzü, Ankara’ya dönükken ve ortak vatanda ısrarcıyken demokratik zemine dönüp barışa her zamankinden daha çok şans vermek gerekir. Acıları yarıştırmanın, ölü skoru üzerinden güç gösterilerinin bu çağda yeri olmamalıdır. Varsa da Türk ve Kürt halklarının bin yıllık kaderdaşlığında olmamalıdır. Sorudur: Barışamayacak mıyız?